Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

GÖĞCELİ CAMİİ VE BEKDEMİR MESCİDİ
AHŞAP İŞÇİLİĞİNİN NADİDE ESERLERİ

 

Son iki haftadır gerek UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi”ne alınan beş camimiz gerekse çoğumuzun farkında olmadığı ahşap işçiliğinin nadide eserleri olan kalem işi süslemeli köy mescitlerinden bahsetmiştim. Uzun bir süredir araştırdığım ve imkân buldukça ziyaret etmeye çalıştığım benzer mescitlerin ikisi Samsun’daydı. Bir türlü imkân bulup çok merak ettiğim bu iki yapıyı görmek nasip olmamıştı. 21 Ekim 2023 günü Samsun Büyükşehir Belediyesi’nin bir konuşma yapmak için davet edildim ve Samsun’a gittim. Ertesi gün bana tahsis edilen otomobille uzun bir süredir merak ettiğim bu iki yapıyı görme imkânım oldu. 22 Ekim Pazar günü sabah erkenden yola çıkıp önce Kavak ilçesindeki Bekdemir Köyü’ne gittik ve Bekdemir Mescidi’ni ziyaret ettim. Dönüş yolunda Çakallı Han’a uğradık ve birer kahve içip, istenirse ve yeterince çalışılırsa bu gibi yapıların hayata geri döndürülebileceğine şahit oldum. Aynı gün öğleden sonra Çarşamba ilçesindeki Göğceli Camii’ni ziyaret ettim ve böylece seneler sonra da olsa muradıma erdim.

 

Yapım tarihinin önceliği nedeniyle ilk olarak Çarşamba Göğceli Camii’nden bahsetmek isterim. Türklerin Anadolu’ya giriş tarihi olarak 1071 Malazgirt Meydan Savaşı milat kabul edilmektedir. Son araştırmalara göre, Anadolu’da Türkler tarafından yapılan ilk cami 1072-1086 yapım tarihli Kars’taki “Ani Ebu Menûçihr Camii” kabul edilmektedir. Suut Kemal Yetkin, 1959 yılında yayımladığı “İslâm Mimârisî” isimli kitabında öncülüğü Kayseri Ulu Camii (1140) ve Sivas Ulu Camii’ne (1180) vermektedir. Büyük bölümü kâgir olan bu camiiler ile bizim üzerinde durmak istediğimiz ahşap sütunlu cami ve mescitlerin bir ilgisi yoktur.

 

Çarşamba Göğceli Camii

Anadolu’daki en erken tarihli ahşap cami veya mescidin hangi tarihte yapıldığı konusunda şimdilik net bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak Çarşamba Göğceli Camii’nin yakın bir zamanda yapılan ahşap analiz sonuçları 1206 yılında yapıldığını göstermektedir. İnşa kitabesi bulunmayan bu yapının bilim insanlarınca ahşap elemanları üzerinde yapılan detaylı analizleri bu erken tarihin geçerli olduğunu kabul etmemize sebep olmaktadır. Caminin, ahşap sütunlu revakı ise aynı araştırma sonucuna göre 1335 yılında yapıldığını göstermektedir. Caminin harim kısmı kare şeklinde olup içinde çatıyı taşıyan altı adet ahşap sütun bulunmaktadır. Harim kısmı iki eğimli beşik çatı ile, son cemaat yeri ise girişe doğru eğimli bir çatı ile örtülmüştür. Caminin kıble yönü hariç üç bir tarafında ahşap sütunlara oturan revaklar bulunmaktadır. Harim bölümü 17.75x17.50 metredir. Cami, son cemaat yeri ve her üç yanındaki revaklarla birlikte 21.15x22.20 metre ebadındadır. Yapının ahşap dış duvarları birbiri üstüne oturtulmuş kestane ağacından oluşmaktadır. Bazıları 20 metre uzunluğuna ulaşan bu ahşapların yüksekliği 15-18 santimetre kadar olup, genellikle kalınlıkları yaklaşık altı santimetredir. Harim bölümünün duvarlarında herhangi bir kalem işi süsleme olmamasına karşın, tavanı kalem işi motiflerle donatılmıştır. Gerek merteklerin gerekse tavanı oluşturan ahşap kaplamaların üzerine yapılan bezemeler birbirinin tekrarı gibi görülse de küçük küçük ayrıntılarla farklılık göstermektedir. Zamanın getirdiği bozulmalar nedeniyle ne yazık ki tavan süslemelerinin bir bölümü yer yer kaybolmuştur.

 

Sütun başlıkları bulunmayan yapının, sütun kiriş birleşimlerinde farklı bağlantı elemanları kullanılmış ve bazı sütunların gövdelerine ahşap süslemeler konulmuştur. Son cemaat yerinde de altı adet ahşap sütun bulunmakta olup buradaki tavanda herhangi bir kalem işi süsleme bulunmamaktadır. Son cemaat yerinin üç bir yanı, kafeslerle kapatılmış olup, mekâna hoş bir ışık sağlamaktadır.

 

Yapıldığı dönemde iskân alanından oldukça uzak olan caminin çevresindeki mezarlık “Garipler Mezarlığı” olarak bilinmekte olup mezarlıkta yapılacak kazı çalışmalarının bize daha detaylı bilgi sağlayacağını düşünmekteyim.

 

Bekdemir Mescidi

Samsun’a 43 kilometre, Kavak ilçesine 13 kilometre uzaklıkta bulunan Bekdemir Köyü’ndeki Bekdemir Mescidi, gerçekten insanı hayal alemine sürükleyen bir ibadet yapısıdır. Dış cephesinde herhangi bir inşa kitabesi bulunmamasına rağmen, iç mekândaki kalem işi süslemelerin arasında gizlenmiş kitabede H. 1294 / 1877-1878 tarihi okunmaktadır. 1994 yılında Amerikalı bilim insanlarının yaptığı incelemeler sonucu 1596 yılında yapılmış olabileceği dile getirilmektedir. Ahşap olarak yapılan yapının harim bölümündeki kalem işi süslemelerin üslup birliği ve uyumu muhteşem ötesidir. Mihrap, minber ve tavan göbeğindeki kalem işi motifler stilize çiçek ve bitkilerden oluşmaktadır. Kadınlar mahfilinin parmaklıkları şaşırtmalı renklerle boyanmış olup ilginç bir görüntü vermektedir. Her ne kadar daha önce bazı fotoğraflarını görmüş olsam da televizyonda bir belgeselini izlemiş olsam da içine girdiğimde hissettiğim mekân algısı beni benden aldı. Kısıtlı bir zamanımız olduğu için hızla fotoğraf çekmeye başladım ama daha sonra yeteri kadar tespit yapamadığımı anladım. Anlaşılan en kısa süre içinde bu yapıyı bir kez daha ziyaret edip, sakin kafa ile onu anlamaya çalışmak şart.

 

Mescidin, kıble duvarı, mihrabı, minberi ve kürsüsü büyük bir uyum içeren pastel renkli naif kalem işi süslemelerle doluydu. Kıble duvarındaki iki pencereden gelen ışık içerideki kutsal mekân hissini pekiştiriyordu, insan kendini farklı, yaşadığımız dünya ile ilgisi olmayan bir huzura kavuşmuş gibi hissediyordu. Kıble duvarındaki yuvarlak madalyonlar içine yazılmış, Allah, Muhammed ve dört halife ismi dikkat çekiyordu. Mihrabın sağında üç adet, solunda ise dört adet madalyon bulunmaktaydı. En soldaki madalyonun içine 5.19’u gösteren bir saat çizilmişti. Ne anlama geldiğini bilen birini ne yazık ki bulamadım. Bu yazıyı hazırlarken internette bir araştırma yaptım ve karşıma Kavak Kaymakamlığı’nın web sitesi çıktı. “Kavak Bekdemir Çivisiz Camii” başlıklı bilgilendirme sayfasında, yapı hakkında biraz bilgi vermenin yanı sıra; “Zamanında camii mihrabında arıların dışarıdan girerek bal yaptıkları özel bir bölmenin olduğu, buraya bal yapan arıların balları alınarak bal satışından elde edilen gelir ile caminin halı, gaz lambası ve camii görevlisinin maaşının karşılandığı, hatta artan para ile köylüye ziyafet verildiği, yıllık yaklaşık 150 kg bal alındığı bilinmektedir.” sözleri ile karşılaştım.

 

Aynı hikâyeyi televizyon programında mescit imamından da duymuştum. Cami mihrabının üstüne muhtemelen daha sonra takılmış olan ahşap bir şebekenin arkasındaki yuvada bulunduğu bilinen bir kovandan 150 kilogram bal almak imkânsızdır. Bir kovandan en iyi ihtimalle 15-20 kilogram bal alınabilir. O dönemdeki bal fiyatları göz önüne alındığında bu üretim bırakın bir yıllık harcamayı bir aylık harcamayı bile karşılayamaz. Ancak nedense çoğunluk böylesi bir yapının gerek mimari gerekse sanat tarihi açısından ne kadar özel olduğunu, mutlaka görülmesi gerektiğini belirtmek yerine, aslı ve astarı olmayan bir hikâyeyi gündeme getirmekte bir saknca duymamakta, aklını kullanmak yerine avamî hikâyeleri tercih etmektedir.

 

Yazmak mecburiyetinde hissettiğim bu son sözlerin ilgili kişiler tarafından dikkate alınmasını, avamî hikâyeler yerine gerçekleri gündeme getirmeleri gerektiğini hatırlatmak isterim.

 

Bu arada Bekdemir Köyü’nde büyük bir hayal kırıklığına da uğradım. 2022 yılı sayımına göre nüfusu 200 kişinin altında olan Bekdemir Köyü’nde dünyada çok az örneği olan Bekdemir Mescidi’nin hemen yanına oldukça büyük kubbeli bir betonarme cami yapılmıştı. Kubbeli olması dışında herhangi bir özelliği olmayan bu caminin neden yapıldığını, kime hizmet vereceğini anlamak gerçekten zordu. Köyün nerede ise tamamı yaşlı insanlardan oluşuyordu ve konuştuğum insanlar vakit namazları için çocukluk anıları olan bu ahşap mescide geldiklerini, yeni camiyi tercih etmediklerini söylediler.

 

Sanırım bu konuyu bir kez daha düşünmemiz gerekiyor. Yalnız ülkemiz değil dünya kültürü açısından da korunması gerekli kültür varlığı olarak kabul edilen, benzer ibadet yapılarımızı en iyi şekilde korumak ve geleceğe intikalini sağlamak gibi bir görev üstlenmişken, hemen yakınına kubbeli bir cami inşa ederek, onların yok oluşlarını başlatmanın amacını anlayamıyorum. Eski kuşağın ömrünü tamamlaması ile birlikte Bekdemir Mescidi’nin kadro dışı bırakılarak ibadete kapatılmasının gündeme geleceği korkusu beni oldukça tedirgin ediyor.

 

Geçen hafta içinde yolum Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne düştü yeni Genel Müdür Sinan Aksu ile bir süre sohbet ettik, bana Hüseyin Tunçay ve Ercan Yavuz tarafından hazırlanan “Gelenekten Geleceğe Ahşap Camiler” isimli Vakıflar Genel Müdürlüğü yayını bir kitap hediye etti. Kitabın içinde hem Göğceli Camii’ne hem de Bekdemir Mescidi’ne dair açıklamalar ve fotoğraflar görünce çok sevindim. Her ne kadar gözden uzakta olsalar da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bu yapılara sahip çıkması beni sevindirdi. Kendilerine ve emeği geçen herkese bir kez daha teşekkür ederim.

 

Yetkin 1959
Suut Kemal Yetkin, İslâm Mimârisî, Ankara, 1959.

Tunçay-Yavuz 2023
Hüseyin Tunçay-Ercan Yavuz, Gelenekten Geleceğe Ahşap Camiler, Ankara, 2023.