Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

CUMHURİYETİMİZ 100 YAŞINDA

 

13 Kasım 1918 günü trenle geldiği Haydarpaşa’dan istimbotla İstanbul’a geçen Mustafa Kemal Paşa, Haydarpaşa önleri ve Boğaziçi’nde demirlemeye başlayan müttefik donanmasını görünce hüzünlenen yaveri Cevat Abbas Bey’in (Gürer) omuzuna dokunarak “Geldikleri gibi giderler!” der. Bu söz onun Çanakkale’de yaptığı savaşların sonucunun bu şekilde olmasından dolayı duyduğu üzüntünün yansıması olduğu gibi, Kurtuluş Savaşı’na da işaret fişeğidir. Bu işgal, haberin ulaştığı hemen her yerde büyük infial doğurur, ancak hükûmetin bu işgale bırakın direnmeyi, sesini çıkaracak gücü de, niyeti de yoktur.

 

İstanbul’a yerleşen Mustafa Kemal Paşa gerek askerî gerekse sivil yöneticilerle konuşarak, sarayla iyi ilişkiler kurarak gelecek için düşündüklerini uygulamaya koyulur. Altı ay kadar süren çalışmalar sonrasında yayımlanan bir fermanla Doğu Anadolu’da istikrarı sağlamak için 9. Ordu Müfettişi olarak atanır. 16 Mayıs 1919 günü Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan başlayan bu maceralı yolculuk 19 Mayıs 1919 günü Mustafa Kemal Paşa ve beraber olduğu heyetin Samsun’da karaya çıkmasıyla sonuçlanır. Mustafa Kemal Paşa’nın amacı kendisine verilen görevi yerine getirmekten çok, yeni bir silahlı direniş örgütlemek ve bağımsız bir “Türk Yurdu” oluşturmaktır. Günümüzde o günkü şartları görmezden gelen pek çok kişi tarafından bu hareketin kolayca gerçekleştirildiği düşünülmektedir. Hâlbuki Anadolu yüzyıllar boyunca ihmal edilmiş bir alandır. Kıyı şehirlerinin deniz ulaşımından faydalanmasına karşın Anadolu’nun içlerinde yer alan şehirleri birbirine bağlayan düzgün yollar yoktur. Ulaşım imkânı kısıtlı olduğu gibi Anadolu insanı yıllardır süren harplerden yorgun düşmüş, büyük oranda fakirleşmiştir. Bitkin ve bıkkın insan topluluklarını yeniden canlandırmak oldukça üçtür. Bunun için güçlü bir irade ve en önemlisi her türlü zorluktan yılmayan, güven veren, heyecanlı bir lider gerekmektedir. Bu insan Türk ulusunun çok uzun süredir beklediği henüz 38 yaşındaki Mustafa Kemal Paşa’dır.

 

19 Mayıs 1919 günü Samsun’da başlayan direniş ve özgür bir ülkede yaşama isteği zorlu bir mücadele sonrası 9 Eylül 1922 günü düşman askerinin İzmir’den denize dökülmesiyle yeni bir başlangıç yaşar. Anadolu’nun özgürlüğüne kavuşması ve karşımızdaki devletlerin silah kullanma isteğinin uzun süreli bir savaşa neden olacağı endişesi Lozan Barış Konferansı’nın toplanması kararının verilmesine yol açar. İtilaf Devletleri, Türklerin yüzyıllar boyunca savaş alanında kazandığı başarıların “Barış” adı altında toplanan masalarda nasıl kaybettiklerini düşünerek yeniden bir masa kurulmasının daha iyi olacağına karar verir. 11 Kasım 1922 günü İsviçre’nin Lozan kentinde başlayan görüşmeler talep edilen istekler karşısında yarıda kesilir ve Türk Heyeti ülkeye geri döner. Yeni Türk Devleti’nin bu dirayetli tutumu 4 Şubat 1923 günü kesintiye uğrayan konferansın 23 Nisan 1923 günü yeniden toplanmasını sağlar. 24 Temmuz 1923 günü son bulan konferans tüm İtilaf Devletleri’nin “Yeni Türk Devleti”ni tanıması ile son bulur, ancak hâlâ İstanbul işgal altındadır, özellikle İngiliz birlikleri şehri terk etmemekte direnmektedir. Yapılan müzakereler sonucu 4 Ekim 1923 günü Dolmabahçe Meydanı’nda asılı Türk Bayrağını selamlayarak İstanbul’dan ayrılırlar. Dört yılı aşkın süre sonra Mustafa Kemal Paşa’nın öngörüsü gerçekleşmiş ve “Geldikleri gibi gitmişlerdir!”

 

Bundan böyle yapılacak en önemli ve öncelikli iş “Yeni Türk Devleti”ni çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırmak için alınacak kararlardır. Mustafa Kemal Paşa daha Erzurum Kongresi’nin toplantı hazırlıkları sırasında yanında bulunan Mazhar Müfit Bey’e (Kansu) yeni kurulacak devletin yönetim şeklinin “Cumhuriyet” olacağını ihsas eder. Erzurum Kongresi’nin (23 Temmuz-7 Ağustos 1919) ardından 23 Temmuz 1919 günü yayımlanan bildirinin 4. maddesindeki “Kuva-yı Milliye’yi tek kuvvet olarak tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır.” kararı bu anlayışın bir ifadesidir. Büyük Millet Meclisinin 20 Ocak 1921 günü kabul ettiği ve bir anayasa niteliğinde olan “Teşkîlât-ı Esâsîye Kanunu” ile egemenliğin Türk ulusuna ait olduğu ilan edilmiştir. 1 Kasım 1922 günü saltanat kaldırılmış, yönetim ne olduğu belirsiz bir hâle gelmiştir. Lozan Barış Konferansı (1 Kasım 1922-24 Temmuz 1923) ile sağlanan istikrar sonrası, 4 Ekim 1923 günü işgal altındaki son vatan parçası da kurtarılmış ve yeni devletin kuruluşu için bir sonraki aşamaya geçilmiştir.

 

Mustafa Kemal Paşa, 22 Eylül 1923 günü Viyana merkezli “Neue Freie Presse” muhabiri J. Hans Lazar’a verdiği demeçte ilk defa “Cumhuriyet” kelimesini açıkça telaffuz eder;

 

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yürütme kudreti, yasama yetkisi milletin yegâne gerçek temsilcisi olan mecliste belirmiş ve toplanmıştır. Bu iki cümleyi bir kelimede özetlemek mümkündür: Cumhuriyet.”

 

28 Ekim 1923 günü Mustafa Kemal Paşa yakın arkadaşlarına “Efendiler yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” diyerek 20 Ocak 1921 Anayasası’nı bu yönde değiştiren taslağı hükûmet bunalımına çare bulamayan Halk Fırkrasına sunar. 29 Ekim 1923 akşamı Büyük Millet Meclisi’ne sunulan tasarı oy birliğiyle “Yaşasın Cumhuriyet” sesleri arasında kabul edilir.

 

Bugün Türkiye’nin Cumhuriyet rejimini kabul etmesinin yüzüncü yılını kutluyoruz. Mustafa Kemal Atatürk’ün deyişi ile “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” Ne mutlu ki bu ülkenin bir ferdi olmanın gururu ile “Cumhuriyetimizin” yüzüncü yılını büyük bir coşkuyla yaşıyor ve kutluyoruz.

Yaşasın Cumhuriyet...