Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

KARAHİSARȊ’NİN KUR’AN-I KERİM’İ

 

Dostlarım sık sık geçmişte şahit olduğum veya başımdan geçen olayları yazmamı istiyor. Çektiğim çileler açısından azap verici, ama sonucu bakımından gurur duyduğum bir macerayı, Ahmet Karahisarî tarafından yazılan Kur’an-ı Kerim’in tıpkı basımı için yapılan çalışmalar sırasında yaşamıştım.

 

1970’li yıllar

Sanırım 1970’li yılların başlarıydı; çünkü gereken izin için dönemin cumhurbaşkanı rahmetli Cevdet Sunay’a kadar ulaşmak ve bilgi vermek gerekmişti. İstanbul’da camcılıkla uğraşan sevgili dostum Albert Guakil beni arayarak, kızının Milano’da yaşadığını ve bir yayınevinin editörü olduğundan bahsederek benimle görüşme yapmak istediğini söyledi. Bir süre sonra Lolita Guakil İstanbul’a geldi ve konuştuk. Çalıştığı yayınevi Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan ve Ahmet Karahisarî tarafından yazılan Kur’an-ı Kerim’in tıpkı basımını yapmak istiyordu. Kendisine yardımcı olmamı rica etti. Bu konudaki her tür çalışmaya seve seve destek vereceğimi ve kendisine yardımcı olmaktan mutluluk duyacağımı belirttim. Bazı yazılarımda da sık sık belirttiğim gibi bizim güzel ülkemizde başarılı işlerin yapılması çoğunlukla şansa bağlıdır. Şans yüzünüze güler olmaz denen işler olur, şans size küser olur dediğiniz işler olmaz hâle gelir. Elbette “Yardımcı olurum” sözünün, yedi yılı aşkın bir süre bu işle ilgilenmeme, zaman zaman üzülmeme ve yetti artık dememe yol açacağını nereden bilebilirdim?

 

Topkapı Sarayı

Öncelikle Topkapı Sarayı’nı ziyaret ederek, dostları olmaktan gurur duyduğum, o dönemde kütüphanede görevli olan rahmetli Filiz Çağman ve Zeren Tanındı ile görüştük. Bize “Eski Eserler ve Anıtlar Genel Müdürlüğü”ne başvurmamız gerektiğini, oradan izin alabilirsek bu işin yapılmasından kendilerinin de mutlu olacağını söylediler. Lolita Guakil ile birlikte Ankara’ya gittik dönemin genel müdürü rahmetli Hikmet Gürçay’dı. Konuyu kendisine aktardık, böylesi bir girişimden dolayı mutlu olduğunu ve elinden gelen her tür yardımı yapacağını söyledi. Konuyu dönemin bakanına ileteceğini ve iznini talep edeceğini ifade etti. Zaman geçiyor fakat bir cevap gelmiyordu! Büyükelçi ve o dönem cumhurbaşkanlığı genel sekreteri olan Fuat Bayramoğlu’na konu hakkında bilgi iletildi ve bu yayının ülkemize büyük bir prestij sağlayacağı anlatıldı. Bir süre sonra Topkapı Sarayı Müzesi’nde iki adet Ahmet Karahisarî tarafından yazılmış Kur’an-ı Kerim olduğunu Hırka-i Saadet Dairesi’nde bulunan 61,5 x 42,5 santimetre ebadındaki 300 varaktan oluşan mushafın Kültür Bakanlığı tarafından basılmasının düşünüldüğünü, Y.Y. 999 envanter numaralı 18 x 29 santimetre ebadındaki 476 varaktan oluşan Kur’an-ı Kerim için izin verildiğini öğrendik.

 

Ahmed Karahisarî

Muhtemelen 1468 yılında Afyonkarahisar’da dünyaya gelen Ahmed Şemseddin Karahisarî’nin ilk eğitimini kimden aldığı konusunda yeteri kadar bilgi bulunmamaktadır. Sultan II. Bayezid döneminin (1481-1512) ilk yıllarında İstanbul’a gittiği ve ömrünün sonuna kadar İstanbul’da kaldığı bilinmektedir. İslam hat sanatında “Aklâm-ı Sitte”, farklı tarz ve üslupları belirtmek amacıyla “Şeş kalem” olarak isimlendirilen tevki, rikâ, muhakkak, reyhânî, sülüs ve nesîh hatlarıdır. Karahisarî’nin şeş kalemi Esadullah-ı Kirmani’den meşkettiği, daha sonra Halvetiyye Tarikatı’na intisap ederek hilâfet aldığı açıklanmaktadır.

 

Özellikle yazdığı sülüs ve nesîh yazılar ile kendinden önceki dönemlerin ünlü hattatlarını aşmıştır. Tıpkı basımına izin verilen Y.Y. 999 envanter numaralı Kur’an-ı Kerim’in orijinal cildi çıkarılmış olup yerine XVIII. yüzyılda yapıldığı kanaatine varılan ve kaba süslemeleri olan altın bir cilt takılmış. Bu tespit sonrası altın cilt çıkarılarak Hazine’ye iade edilmiş ve Kur’an-ı Kerim ciltsiz olarak saklanmaktadır. Orijinal cilt değerli taşlarla süslü bir cilt olmalı. Muhtemelen 1712 tarihli, İÜK. A. 6543 envanter numaralı Kur’an-ı Kerim kabının bu nüshaya ait olduğu düşünülmektedir.

 

Sarayda kurulan bir atölyede dönemin bu konuda usta fotoğrafçıları Kur’an-ı Kerim’in sayfa sayfa fotoğraflarını çekti, mushafta zaman içinde oluşmuş lekeler bile aynen korundu. Uzun uğraşlar sonrası dönemin kâğıdına benzer bir kâğıdın üretimi sağlandı, forma forma basılan mushafın formaları orijinal mushafa sadık kalmak için el ile açıldı. Tezhiplerin bulunduğu sayfalar tek tek altın varakla işlendi. Kur’an-ı Kerim’in içine konduğu deri kaplı kutu ve cilt, rahmetli Emin Barın tarafından yapıldı.

 

Kur’an-ı Kerim’in tıpkı basımı

Nihayet 1980 yılında 1500 adet olarak satışa sunuldu. 1500 adetin 125 adeti lüks bir ahşap kutu içinde, 1375 adeti ise deri kaplı daha küçük bir kutu içinde satışa sunuldu. Sekiz yıla yaklaşan bu maceranın bir destekçisi olarak Lolita Guakil, 2/1375 numaralı nüshayı bana armağan etti. Böylelikle benim kitaplığımda da 1500’lü yılların ortalarında yazılmış, orijinal olmasa da bir Karahisarî hattı Kur’an-ı Kerim’i bulunuyor. Bu çalışmanın üzerinden yirmi yılı aşkın zaman geçtikten sonra 2000 yılında Kültür Bakanlığı Hırka-i Saadet Dairesi’nde bulunan büyük boy Kur’an-ı Kerim’in de tıpkı basımını yaptı, ancak hiçbir şekilde İtalya’da basılan mushafın kalitesinde değildi, ne yazık ki her zaman olduğu gibi “Ben yaptım oldu!” düşüncesi ağır basıyordu.

 

Ülkemizin kültürel birikimi

Dünya kültür mirasına katkısı olan ve olacak olan çok sayıda birikime sahibiz. Ne yazık ki çoğunluğumuz bu mirasın ne farkındayız ne de farkına varılması için yapılan çalışmalara destek vermekteyiz. Bunca yıldır gerek mimari gerekse soyut ve somut kültür mirasımızın dünyaya tanıtımı için uğraş vermekteyim. Bazılarında başarılı olduk, ama arzuladığımız başarıya erişmek için harcadığımız zaman ve enerji benzer pek çok işi yapmaktan bizi alıkoydu. Hep umut ederim, olur da bunun gibi girişimlere yardımcı olan insan sayısı artsa, geçmişten kalma çok sayıdaki kültürel birikimi yeteri kadar tanımak ve tanıtmak için çalışsak. Zamanımızı ve enerjimizi engelleri aşmak için değil, daha faydalı işler yapmak için kullansak. Benzer konulara çalışanların önünü açacak, bürokrasinin koyduğu engelleri kaldıracak bir kurum veya otoriteye şiddetle ihtiyacımız var. Gençlik dönemimizde gördüğümüz teşvik ve yardımı uzun zamandır görmez olduk. Kimse bu konularda çalışanlara “Ne gibi sıkıntılar yaşıyorsunuz, size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sormuyor. Çoğu bilim insanı kendi yağında kavrulmaya çalışıyor. Dilerim gelecekte onlar için daha iyi şartlar temin edilir, bilim ve bilgiye daha çok kıymet verilir. Dostlarım, kolay gelsin, bunca olumsuzluğa rağmen inandığımız ve doğru bildiğimiz yolda çalışmaya devam, bu çalışmalar bizim ülkemize ve gelecek kuşaklara olan borcumuzdur.