Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

BUGÜNÜN BABİL KULESİ

 

Eski Babilcede “Bab-İlim”, Babil dilinde “Bab-İlu”, İbranicede “Bavel” ya da “Babel”, Arapçada “Atlas Babil” olarak isimlendirilen şehir antik çağın en önemli ve ünlü şehirlerinden biridir. MÖ II. bin yılın başlarından I. bin yılın başlarına kadar Mezopotamya’nın güneyinde oluşan Babil Uygarlığı’nın, MÖ VII. ve VI. yüzyıllar boyunca ise Yeni Babil İmparatorluğu’nun başkentliğini yapmıştır. Bağdat’ın 88 kilometre güneybatısında, Hillah kasabasının yakınında bulunan şehir MÖ 275 yılından itibaren önemini kaybetmeye başlar ve bir süre sonra terk edilerek kumların altında kalır.

 

Tevrat’ta Babil

Babil Kulesi efsanesi ilk olarak Tevrat’ın Yaratılış, 11:1-9 bölümlerinde destansı olarak kendine yer bulur. “Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı. Doğu’ya göçerken Şinar bölgesinde bir ova bulup oraya yerleştiler. Birbirlerine, ‘Gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim’ dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar. Sonra, ‘Kendimize bir şehir kuralım’ dediler, ‘Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız’. Rab insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi. ‘Tek halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar’ dedi. ‘Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar’. Böylece Rab onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. Bu nedenle kente Babil (İbranice kargaşa sözcüğünü çağrıştırır) adı verildi. Çünkü Rab bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı.”

 

Tevrat’ta yer alan bu anlatı insanların konuştukları diller nedeniyle farklı gruplara bölündüğünü anlatmak amacıyla oluşturulmuş bir hikâyedir.

 

Herodot

Herodot (MÖ 484-425); “Geniş bir ova üzerinde kurulan şehir bir yüzü yüz yirmi stad (21.312 metre) çeken bir dörtgendir; duvarları çepeçevre dört yüz seksen stad yapar. En dışta derin bir hendek, geniş ve su dolu fırdolayı çevirir; ondan sonra bir duvar gelir, genişliği elli kral dirseği yüksekliği ise iki yüz dirsektir… Bu duvar şehir için bir zırh gibidir. Şehir iki mahalleden oluşur ve ortasından Fırat denilen ırmak geçer. Mahallerden birinin ortasında geniş ve sağlam bir surla korunan kral sarayı bulunur, öbüründe tunç kapılı Zeus-Baal tapınağı vardır ki bugün de yerinde durmaktadır… Bu kutsal yerin ortasında bir stad genişliğinde ve bir stad uzunluğunda sağlam görünüşlü bir kule yapılmıştır. Bundan daha yukarda bir tane daha vardır; bu ikinciden sonra aynı biçimde bir üçüncü ve böyle böyle sekizinciye kadar, hepsi üst üste kurulmuş sekiz kuledir. Üzerine dıştan sarmalı olarak bütün kuleleri dolanan bir merdivenle çıkılır. Çıkışta, aşağı yukarı yarı yolda, bir sahanlık ve oturup dinlenmek için yerler vardır, ziyaretçiler burada oturup mola verirler. Sonuncu kulenin tepesinde büyük bir tapınak yükselir; tapınağın içerisinde, üzerine zengin örtüler örtülmüş bir büyük yatak ve onun yanında da altın bir masa bulunur. Ama içerde hiçbir heykele rastlanmaz. Hiçbir ölümlü için gece içerde kalmaya izin yoktur…” sözleri ile Babil’i anlatır.

 

Herodot’un Babil Kulesi ile ilgili anlatısı bu kadardır. Daha sonra MÖ 539 yılında gerçekleşen Pers Kralı Büyük Kyros’un Babil’i fethi anlatılır. Heredot’un doğum tarihi göz önüne alındığı takdirde Kyros ile ilgi olarak anlattıklarının duyum olduğu anlaşılmaktadır. Babil Kulesi ile ilgili anlatısı onun gördüklerini dile getirdiğini gösterir. Bu durum da muhtemelen Babil Kulesi tüm varlığı ile ayakta durmakta ve Tanrı Marduk’un rahipleri görevlerini yapmaktadırlar.

 

Babil Kulesi

Babil, dini önemi büyük bir şehirdir. Erken dönemlerden itibaren Mezopotamya çevresinde çokça örneklerini gördüğümüz zigguratların en önemlisi bu şehirde bulunmaktadır. Yapım tarihi kesin olarak bilinmese de bir tablette Akkad Kralı Şarkalişarri’nin (MÖ 2217-2193) Babil’deki zigguratı tamir ettiğini söylemesi, bu zigguratın Babil’in ikinci kurucusu Sargon tarafından yaptırılmış olabileceğini akla getirmektedir. Bazı kaynakların değerlendirilmesi sonucu kulenin 91x91 metre ebadındaki kare bir zemine oturduğu, toplam yüksekliğinin 91 metreye çıktığı, üzerinin mavi sırlı tuğlalar ile kaplı olduğu anlaşılmaktadır. Kule, özellikle de en tepesinde yer alan oda Baş Tanrı Marduk’un harimi, çevresindeki yapılar ise rahiplerin yaşadığı yapılar olarak değerlendirilmektedir. Yüz yıllar sonra Bağdat yakınlarında Halife El-Mütevekkil tarafından 848-852 tarihleri arasında inşa edilen Samarra Ulu Camii’nin “Melviye / Helezon” denilen minaresi, Babil Kulesi’nin yıkılmasından çok sonraki tarihlerde bile Mezopotamya halkının hafızalarında yer aldığını göstermektedir.

 

Babil Kulesi’nin yıkılması

Babil Kulesi’nin ne zaman yıkıldığı konusunda net bir bilgi yoktur. Bazı kaynaklar MÖ 479 yılında yıkıldığını söylerlerse de Herodot’un anlatısı göz önüne alındığında MÖ 450’li yıllarda kule varlığını muhafaza etmekte ve rahipler tarafından kullanılmaktadır. Büyük İskender (MÖ 356-323) MÖ 334 yılında Ahameniş İmparatorluğu’na son vermesi sonrası Babil’i başkent yapmaya karar verir. Bu sırada kule harap hâldedir ve ancak büyük oranda varlığını sürdürmektedir. Kuleye hayran kalan İskender onarımı için çalışmalara başlarsa da ömrü kulenin tekrar eski hâline getirilmesi için yetmez. İskender’in ölümü sonrası ise onarım çalışmaları sonlanır. Kur’an-ı Kerim’de Babil (Bakara Suresi, 102) ve Babillilere bazı atıflar yapılırsa da Babil Kulesi ile ilgili bir açıklama yoktur. 985 yılında El-Makdisî’nin yazdığı “Ahsenü’t Tekâsîm” isimli seyahatnamede Babil’den küçük ve yoldan uzak bir yerleşme olarak söz edilir.

 

Günümüzde Babil Kuleleri

Günümüz dünyasında belirli büyüklüğe ulaşan her şehir Babil Kulesi benzeri özellikler göstermektedir. Bu şehirlerde her inançtan, her renkten, her dilden insan bir arada yaşamakta zaman zaman birlikte yaşamın ve uyumun getirdiği zenginlikleri paylaşmakta zaman zaman ise uyumsuzlukların getirdiği rahatsızlıklarla yaşayanları tedirginliğe düşürmektedir. Dünyanın giderek artan nüfusu bizleri birlikte yaşamaya ve geleceğimize birlikte karar vermeye zorlamaktadır. Toplum içindeki ayrışmaların, birbiriyle mücadele içinde olan toplumların gelecek beklentilerinin ne olduğunu merak etmekteyim! Babil Kulesi hikâyesi birlikte yaşamayı öğrenmenin erken örneklerinden biri olup aynı zamanda en önemlisidir. İnsanlık, her şeyden önce herkesin bir birey olduğunu ve özgürce yaşam hakkı bulunduğunu kabul etmek mecburiyetindedir. Aksi takdirde insanlığın sonunun Babil Kulesi gibi olacağını düşünmemiz gerekir. Bu gezegen üzerinde yaşayan bizler geçmişte olduğu gibi dağılacak ve varlığımızı sürdürecek yeni bir yaşam alanımızın olmadığının farkına varmalıyız.

 

Ne yazık ki bizim güzel ülkemiz son dönemlerde Babil Kulesi’ne döndü. Sanki, her birimiz farklı bir dil konuşuyoruz, her ne kadar ortak ifade “Türkçe” olsa da kelimelerin anlamları politik görüşlere bağlı olarak değişiyor. Nerede ise birbirimizi anlamaz ve dinlemez hâle geldik, bir an önce ülkenin düzenini sağlamak gerekiyor, aynı ülkenin insanlarıyız, aramızda hiçbir bir fark yok. Özellikle genç nüfusumuzun başka ülkelerde yaşama isteğinin bir an önce halledilmesi gerekiyor. Genç neslin kaybı vücudun kan kaybı gibidir, bir süre sonra yok oluşa neden olabilir. Gençlerin ülkemizdeki hayattan umutlarını kesmesi toplumum geleceğini tehdit eden en önemli sorundur. Bu sorunu görmezden gelerek problemleri halletmenin mümkün olmadığını çok geç olmadan anlamalıyız.