Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

MİMARLAR ODASINA AÇIK MEKTUP

 

11 Ağustos 2023 günü Beşiktaş, Kuruçeşme’de restorasyonu yapılmakta olan bir binanın askıya alınan kâgir duvarı çökerek genç mimar adayı Atilla Aydın’ın hayatını kaybetmesine neden oldu. Genç meslektaşıma rahmet, ailesine başsağlığı dilerim. Son deprem dolayısıyla bu tür can kayıplarına aşina olduğumuz için olsa gerek birkaç gazetenin iç sayfalarında ve birkaç televizyon kanalında haber olmanın dışında herhangi bir reaksiyon oluşmadı. Bu tür onarım faaliyetleri için öncelikle Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı gerekir. Koruma Bölge Kurulları mesleklerinde yetkin, deneyim sahibi, eserleri ve akademik çalışmalarıyla çözüm öneren kişilerden oluştuğu takdirde başarılı bir çalışma yapabilir.

 

Başlangıç

1967 yılından itibaren bir dönem var olan özerk kurulun toplantılarına katılıp, onların çözüm önerilerini dinleyip, pek çok şey öğrendiğim için gerçekten kendimi çok şanslı hissederim. Daha öğrenciydim, şantiye stajımı yapmak için bir vesile ile tanıştığım, Millî Saraylar Baş Mimarı rahmetli Lemi Ş. Merey’e gittim. Beni ayaküstü imtihan etti, neler bildiğimi öğrenmek istedi bir süre konuştuk, sanırım dedemin mimar olması ve onu tanıması da bu konuşmada etkili oldu ki, okuldan staj evraklarımı getirmemi istedi. Haziran ayı ortalarında çalışmaya başladım. Bir süre beni yanında gezdirdi gerek atölyelerde gerekse inşaatlarda neler yapıldığını görmemi sağladı. Bir ay kadar sonra Hazine Dairesi’ni ziyaretçiye açmak istediklerini söyledi ve bu bölümü projelendirmemi istedi. İki-üç hafta kadar tek bir hacimden oluşan bu bölümün düzenlemesini yaptım, birkaç adet perspektifini çizdim. Hemen her gün yanıma uğrayıp, önerilerini söyledi, zaman zaman da tashih yaptı.

 

Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu

Nihayet proje tamamlandı. Projeyi “Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu”na sunmak istediğini haftaya cuma günü beraber gideceğimizi söyledi. Benim bildiğim kadarıyla kanunen Millî Saraylar, Yüksek Kurul kararına tabi değildi. Kendisine söylediğimde, “Haklısın ama böylesi deneyimli insanlara danışmak faydalı olur” dedi. Cuma günü saat 10.00 gibi buluşup, o dönem Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin girişindeki sübyan mektebinde toplantılarını yapan Yüksek Kurula gittik. Bazı üyeler hem Lemi Bey’in hem de benim hocalarımdı. Salona girince başkan yardımcısı rahmetli Orhan Alsaç bizi karşıladı, hâl hatır sordu, bir kenara oturmamızı rica etti. Bir süre sonra gündem dışı olarak bizi dinlemek istediler. Lemi Bey kısa bir açıklama yaptıktan sonra, bana “Haydi anlat” dedi. Hemen her tashihte hazırladığımız projeleri anlatsak da böylesi bir kurul karşısında niçin böyle bir çalışma yaptığınızı anlatmanın güçlüğünü yaşamayanın anlaması çok zordur. Ne yapmak istediğimizi daha önce duvara astığım paftalar üzerinde heyecanla anlatmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Sunum sonrasında teşekkür ettiler, bazı önerilerde bulundular. Hemen not ettim, hatta anlayamadığım bir öneride bulunan her ikimizin de hocası Sedad Hakkı (Eldem) Bey, anlamadığımı anlamış olacak ki, elimdeki deftere bir eskiz çizdi. Çıkışta Orhan Alsaç kulağıma doğru eğilip, “Günün birinde sizler bu masada oturacaksınız, bizleri dinleyin ki, adil olmanın, karar vermenin ne olduğunu öğrenin” diyerek her ay yapılan toplantılara katılmamı, bir köşede oturup konuşulanları dinlemememi önerdi. Bunca yıl sonra özellikle koruma bürokrasisinin ne hâle düştüğüne şahit oldukça “Acaba ben bir başka gezegende miydim, kazara buraya mı ışınlandım?” diye düşünüyorum.

 

12 Eylül 1980 ve dejenerasyonun başlangıcı

12 Eylül 1980 günü yapılan askerî müdahale sonrası, neyi bilip neyi bilmediğini bilmeyen insanların itelemesiyle, Millî Güvenlik Konseyi 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nu kabul etti. Böylelikle “Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu” tarihe karıştı ve yerine Kültür Bakanlığı içinde yer alan bürokratik bir kurum kuruldu. Daha sonra sık sık yapılan değişikliklerle de bu kurul büyük bir dejenerasyona uğrayıp, belediyelerin imar müdürlüklerine benzedi. Önceleri tek olan Koruma Yüksek Kurulu’nun, 1987 yılında kanunda yapılan değişiklikle “Bölge Kurulu” adı altında sayıları artırıldı. Kurulda yer alan akademisyen sayısı giderek azaldı ama her kurul üyesine “Hocam” deme âdedi yerleşti. Kendilerini hoca olarak gören üyeler ise olur olmaz kararlar almaya başladılar. Hemen hiçbirinin dünyadan haberi yoktu. “Kör değneğini bellemiş” gibi bazı sloganları ezberlemiş, çoğunluğunun sunulan projeyi inceleme tarzından hiçbir şey anlamadığı anlaşılan, karar vermekte zorlanan sözde bir grup uzman.

 

Kurul üyelerinin nitelikleri

2863 sayılı kanunun 54. Maddesinde Yüksek Kurul temsilci üyelerinin nitelikleri belirtilir.

 

“Koruma Yüksek Kurulunun temsilci üyelerinin, yükseköğretim görmüş olmaları ve 53. maddede belirlenen bilim dallarından biri veya birkaçında tanınmış ve bu alanlarda çalışmalar yapmış, tercihan yurt içinde ve yurt dışında yayımlanmış eserler vermiş olmaları şartı aranır.”

 

İşin eğlenceli yanı ise 53. Maddenin 2.7.2018 günlü kararname ile iptal edilmesine karşın, 54. Maddede olmayan bir kanun hükmüne atıf yapılmasıdır. Kültür Bakanlığı önce kendine çekidüzen vermelidir ki, sonra âleme nizam vermeye kalksın.

 

2863 sayılı kanunun 58. Maddesinde ise Koruma Bölge Kurulu üyelerinin nitelikleri a fıkrasında belirtilir.

 

“Koruma Bölge Kurulları aşağıda belirtilen üyelerden oluşur;
Arkeoloji, sanat tarihi, hukuk, mimari ve şehir plancılığı konularında uzmanlaşmış kişiler arasından Bakanlıkça seçilecek yedi temsilci.”

 

Peki herhangi bir şekilde Kültür Bakanlığı’nca Yüksek Kurul üyesi de seçilebilen Bölge Kurulu üyelerinin nitelikleri nedir? Bir ara yapılan düzenlemeyle Bölge Kurulu’nun nitelikleri hükmü kaldırılır. Çünkü artık sözlerini dinleyecek, mesleki kariyerlerini görmezden gelecek nitelikli üye bulmak zordur. En iyisi kanunda belirtilen nitelikleri kaldırmaktır. Kültür Bakanlığı bu konudan o kadar bihaberdir ki; bir dönem Sanat Tarihi Bölümünde ders veriyor diye Arap-Fars Filolojisi Bölümündeki bir kişiyi sanat tarihçisi, epigrafi lisansı olan bir kişiyi de arkeolog olarak kurullarda görevlendirmiştir.

 

TAÇ Vakfı

Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu ihtiyaç duyduğunda zaman zaman üyeleri bir komisyon olarak görevlendirirdi. “Korunması gerekli kültür varlıklarına yapılacak müdahalelerin ölçek ve derinliğini belirtmek üzere” bir ilke kararı oluşturulması gündeme geldiğinde, böyle bir komisyon oluşturdu. Ama uzun süre bu komisyon herhangi bir çalışma yapmadı. Bu ilke kararının gerekli olduğunu düşünen Türkiye Anıt Çevre ve Turizm Değerlerini Koruma (TAÇ) Vakfı Bilim Kurulu’nun birkaç ay süren çalışma ve dünyadaki örnekleri de dikkate alarak hazırladığı metin 14.01.1978 tarih ve 10200 sayılı “İlke Kararı” olarak yürürlüğe girdi. Bugüne kadar ne Kültür Bakanlığı bürokrasisinin ne de bu konuda söz sahibi olduğunu iddia eden çoğu kişinin bilmediği ve öğrenmemekte ısrar ettiği nokta; “Bu kararın yapıları tasnif etmediği, yapılara yapılacak müdahalelerin ölçek ve derinliğini belirttiği”dir. Korunması gerekli kültür varlıkları, 2863 sayılı kanunun 6. Maddesinde açıklıkla belirtilmiş olup, onları ilke kararı ile gruplara ayırmak kanunun ruhuna aykırı bir işlemdir. Ancak korunması gerekli kültür varlıkları için hazırlanan projeler tek tek incelendiği için akademik sınıflandırma yapılması gerekir. 1983 yılında yapılan değişiklik sonrası oluşan Yüksek Kurulun ilk işi “İlke Kararları”nı değiştirmek oldu. Orasını burasını didiklerken derken ilke kararları anlaşılmaz, anlaşılamaz metinlere döndü. Zaman zaman geçmişte kalan bazı ilke kararlarının oluşturulmasında katkısı olan biri olarak “Ne yapıyorsunuz bu karar sizin anladığınız gibi değil, şu sebeplerle alındı” dediğimde, hayretle yüzüme bakıp, “Biz öyle anlamıyoruz” dendiğine şahit oldum.

 

10200 sayılı İlke Kararı

10200 sayılı İlke Kararı, Kültür Bakanlığı bürokrasisinin sık sık değiştirmesi sonucunda 5.11.1999 tarih ve 660 sayılı İlke Kararı’na dönüştü. Yaklaşık yirmi dört yıldır yürürlükte olan bu kararın çağdaş koruma, kullanma anlayışına bir katkısı olmadığı gibi, restorasyon adı altında yapılan mimarlık faaliyetlerini de kısıtlayıcı bir hâle dönüşmesine yol açtı. Günümüzde Kültür Bakanlığı bürokrasisi restorasyon faaliyetlerini söküp-takma eylemi sanmaktadır. Değişen yaşamın yapılara getirdiği fonksiyon değişikliklerinin farkında bile değildir. Onayladığı projelerin taşıyıcı sistemleri hakkında hiçbir deneyimleri olmadığı gibi fikirleri bile yoktur. Son dönemde devletin gittikçe artan sayıda yapıyı restore ettiğini görmekteyim. Ama bu yapıların çok azı yeni fonksiyonlarına uygun planlama anlayışına ve konfor şartlarına sahiptir. Örneğin restorasyon yapılan kalelerin hemen hepsi, herhangi bir fonksiyon belirlenmeden onarılmakta ve çoğunlukla da tekrar kaderine terk edilmektedir. Restorasyon kelimesinin aslı bir dönem İngiltere’de krallık rejimini tekrar popüler hâle getirmek için kullanılmış olup “Yeniden hayat vermek” anlamına gelir. Yeniden hayat vermediğiniz, veremediğiniz bir yapı için harcanan her kuruş israftır.

 

Bir an önce karşı çıkın

Sevgili meslektaşlarım, elli yılı aşkın süredir üyesi olmaktan onur duyduğum meslek odamın yöneticileri, restorasyon adı altında yapılan bu uygulamalara bir an önce karşı çıkın, bunun için dünyada yapılan ve yapılmakta olan örnekleri gündeme getirin. Yerel yönetimler ve merkezi hükûmetlerin yaptığı çoğu yanlış uygulamaya karşı çıkıp, hukukun üstünlüğüne başvururken, meslek mensuplarını büyük sıkıntılara sokan, can ve mal kayıplarına neden olan böylesi bir uygulama için suskunluğu sürdürmesinin nedeni ne olabilir? Mimarlık mesleğinde deneyim sahibi olan insanlar olarak bu çözümsüzlüğe son vermek, bunca yılın yanlışından kurtulmak için harekete geçmek ve artık yüksek sesle “Kral çıplak” diye bağırmak gerekiyor. Kralın çıplak olduğunu söylemek için Kültür Bakanlığı’ndan izin almamız mı gerekiyor? Koruma Bölge Kurulu üyelerinin niteliklerini tartışmak gerekiyor. Üye atamalarında Kültür Bakanlığı bürokrasisi, bilmediği, yönetemediği konularda bu kadar etkin olmamalı.

 

Nereden nereye geldik?

Koruma Bölge Kurulu başkanlığım sırasında bir hukukçu üye, “Meslektaşlarımız iş sıkıntısı çekiyor. Her konuyu onaylamayalım!” dediğinde kulaklarıma inanamamıştım. Kamu kurumlarındaki benzer üyelikler meslektaşlarımıza iş sağlamak için yapılmaz. Bazı üyelere bu konuda yeterli bilgilerinin olmamasına rağmen niçin kurullarda görev aldıklarını sorduğumda, özgeçmişlerine eklemek ve gelecekte kullanmak için dediklerine çok kez şahit oldum. Bu tür görevler, devletin bir dönem bizim bilgimize ihtiyacı olduğu için yapılır ve sonsuza kadar da sürmez. Eğer görev yaptığımız kurumun bir saygınlığı varsa, bu görev bize onur verir. Saygınlığı olmayan kurumlarda görev yapmak ise utanç vericidir.

 

Çözüm üretmek gerekiyor

Mimarlık mesleğine gönül verenler, haydi hep birlikte bu olumsuz gidişe, bürokrasinin mimarlık mesleğine yaptığı anlamsız müdahalelere son vermek için harekete geçelim. Mimarlık faaliyeti teorik bir işlem değildir, bilfiil yapma eylemini içerir. Çoğu kurul üyesinin ve bazı raportörlerin “Biz imza atıyoruz, mimarlar para kazanıyor!” gibi olumsuz ve gayriahlaki düşünce yapısından kurtulması gerekiyor. Bunun için meslek odamızın genç meslektaşlarımıza sahip çıkması ve yol göstermesi gerekiyor. Bir süre sonra özgürce mesleği sürdürecek olan genç bir canı abuk sabuk bir onarım yöntemi yüzünden kaybettik. Bundan hepimiz sorumlusuyuz. Dilerim bu son olur ve bu anlamsız yapım yöntemleri, “Biz böyle istiyoruz!” dikteleri son bulur. Bu dikteler sonucu özellikle genç mimarlar utanılacak işler yapıyorlar, gelecekte yaptıkları bu uygulamaları, “Bana öyle yapmamı söylediler ben de yaptım!” diyerek müdafaa etmeleri mümkün değil.

 

“Bütün ilerlemeler, insan fikrinin eseridir. Fikri harekete getirmek, birinci işimiz olmalıdır. Bir kere millet benliğine hâkim olsun ve düşünebilsin, yeter! Başlangıçta hatalı düşünse de az zaman sonra bu hatayı düzeltebilir. Fikir bir kere faaliyete başladı mı, her şey yavaş yavaş düzene girer ve düzelir. Fikrin serbest hareketi ise, ancak bireyin düşündüğünü serbest olarak söylemek, yazmak ve verdiği karara göre her türlü girişimde bulunmak serbestisine sahip olmakla mümkündür.”

Mustafa Kemal ATATÜRK