Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

BİR STRATEJİ OYUNUDUR SATRANÇ

 

Arapça “Satrenç”, Farsça “Şetreng” denilen ve iki kişi arasında oynanan, “Satranç” oyununun günümüzden dört bin yıl önce Antik Mısır’da oynandığına dair bazı görsel belgeler bulunmaktadır. Bir tabla üzerinde yer alan üç boyutlu figürlerin görüldüğü bu resim gerçekten satranç tahtasını mı yansıtmakta? Benzer görüntüler Çin, Mezopotamya ve Anadolu’da da erken dönemlerde satranç oynandığını düşündürmekte ve bu görüşler tartışılmaktadır. Bu tartışmalar yeni bilgilerin ortaya çıkmasına bağlı olarak devam edecektir anlaşılan. Satranç oyununun nerede ve nasıl başladığına dair bilgiler ortaya çıkan arkeolojik bulgularla sürekli değişmektedir. Milattan sonraki yıllarda Çin veya İran’da oynanmaya başladığı düşünülen satranç oyununun son yıllarda çok daha eski dönemlerden beri oynanmakta olduğunu gösteren yeni bilgilere ulaşılmıştır.

 

Bir hikâye

Satranç oyununu ilk olarak bir Hint din adamının gerçekleştirdiği düşünülmektedir. Bu oyunu sunduğu Raca kendisine; “Benden ne dilersen dile” der. Brahman Raca’ya 64 kareli satranç tahtasının ilk karesine bir, ikinci karesine iki, üçüncü karesine dört, yani her karesine bir önceki karenin iki misli pirinç tanesi koymasını ister. Raca, Brahman’ın bu alçak gönüllülüğüne hayran olarak derhal bu isteğinin yerine getirilmesini emreder. Ancak bir süre sonra bu isteğin karşılanmasının mümkün olmadığı anlaşılır, bırakın ülkenin pirinç üretiminin bu isteği karşılamasını, dünya üretiminin de bu talebi karşılaması mümkün değildir. Bu sonuç karşısında Raca, Brahman’ı kutsar ve bilgi karşısında ne kadar güçsüz olduğunu anlar.

 

Satranç kelimesinin Hintçe’den geldiği ve “Dört cins figürün, dört cins silaha sahip olmasını” ifade ettiği söylenmektedir. Dört figür konusunda çok değişik görüşler bulunmasına karşın genel inanış bu figürlerin “Hava, ateş, toprak ve su”yu temsil ettiğidir. Bu oyundaki en kuvvetli taş olan vezirin, gücü ve bilgiyi; kalenin toprağı; filin, havayı; şahın, evreni yansıttığı düşünülmektedir.

 

İlk buluntular

Günümüze kadar bulunan en eski satranç figürleri MS 760 yılına tarihlenen Afrasiyab taşlarıdır. Bu taşların yanı sıra ilk satranç takımı da Nişabur Kazıları’nda bulunmuştur. Uzun bir süredir genel olarak kabul edilen görüş, bu oyunun MS III. ve IV. yüzyıllar içinde Hindistan’da oynanmaya başladığı ve “Çaturanga” adıyla anıldığıdır. Satranç konusundaki ilk yazılı belgelerin Hindistan’da ortaya çıkması da böylesi bir kanaatin oluşmasına yardımcı olmuştur. Satranç’ın, “Bir oyun değil, savaş stratejileri ve taktik geliştirme yöntemi” olduğu kabul edilmektedir. Daha sonra İran’a oradan Arap ülkelerine yayılan bu oyun, Endülüs vasıtasıyla Avrupa’ya yayılır. Firdevsî “Şehnâme”sinde Hindistan’dan İran’a giden bir kervanda bulunan satranç takımından bahseder. “Yüz Bir Oyunda Aşkların ve Satranç Sanatının Tekrarı” adlı ilk basılı satranç kitanının eski yazmalar örnek alınarak 1497 yılında “Luis Ramírez de Lucena” isimli bir İspanyol tarafından Salamanca’da yayınlandığı bilinmektedir.

 

Lucena’nın kitabındaki açıklamalar son beş yüz yıldır oyunun kurallarının fazlaca değişmeden günümüze kadar geldiğini göstermektedir. XVI. yüzyıldan itibaren Avrupa’da hızla yayılmaya başlanan bu oyun kısa süre içinde İtalya, Fransa, Almanya ve Rusya’da yaygınlaşır ve büyük kitleler tarafından “Kraliyet oyunu” olarak oynanmaya başlanır.

 

Goethe’nin zekâ ölçüsü, Leibnitz’in bir bilim dalı olarak gördüğü satranç; dikkat isteyen, çözüm yeteneği gerektiren, hayal kurma gücü isteyen, acele etmeden sabrı öğreten, ölçülü ve soğukkanlı davranmayı gerektiren, düşünme olanağı sağlayan yüz yıllar boyu insanların gelişimine destek olan bir oyundur.

 

Ülkemizde satranç

Ülkemizde satrancın tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Kütüphanelerimizde 1500’lü yıllara tarihlenen satranç üzerine yazılmış yazmalar bulunmaktadır. Bu yazmaların en bilineni Fatih Sultan Mehmed’in talebi üzerine Seferihisarlı İsmail Şaban tarafından derlenen “Satranç Name-i Kebir” isimli eserdir. Bu yazmada satrancın yararları ve kişiye verdiği hazdan söz edilerek, tarihçesine de yer verilmiştir. Sultan IV. Murad’ın zaman zaman sarayın hekimbaşısı Emir Çelebi ile satranç oynadığı bilinmektedir. 1680 yılında Kahire Mevlevîhânesi Şeyhi Vanlı Dede’nin dönemin Mısır Valisi Abdurrahman Paşa’ya satranç oyunu üzerine gönderdiği mektuplar, Sultan III. Ahmed’in Lehistan Kralı’na gönderdiği satranç takımı, Osmanlı Sarayı’nın satranca duyduğu ilginin birer göstergesidir.

 

Cumhuriyet’in ilanından sonra, askerî okulların tümünde bir strateji ve taktik oyunu olarak satranç oynanması teşvik edilmiştir. Bu konuda başarılı olanlar takdir görüp, dikkat edilecek gençler olarak değerlendirilmiştir. 1936 yılında Ankara’da, 1943 yılında İstanbul’da satranç kulüplerinin kurulmasıyla hızlanan gelişme, 1954 yılında “Türkiye Satranç Federasyonu”nun kurulmasına vesile olur. 1962 yılında kısa adı “FIDE” olan “Uluslararası Satranç Federasyonu”na bağlanan ulusal federasyon bu konudaki çalışmalarına yoğun olarak devam ettiği gibi, ülkemizi dünyanın pek çok kentinde yapılan uluslararası yarışmalarda da temsil etmektedir. Bu arada 20 Temmuz 1966 gününden bu yana, UNESCO tarafından 20 Temmuz’un “Dünya Satranç Günü” olarak ilan edildiğini de belirtmek isterim.

 

Satranç haram mıdır?

“Nereden aklına geldi satranç üzerine bir şeyler yazmak?” diye soracak olursanız, torunum Sinan Cemil satranç meraklısı hem televizyon seyredeceğim hem de satranç oynayacağım derken konsantre olmakta zorlanıyor. Yenilince de sinirleniyor, ona faydalı birkaç oyun bulurum diye internette gezinirken “Satranç haramdır!” diye bir yazı ile karşılaştım. “Bu da nedir?” diye bakınca, “Satranç oynayan lanetlenmiştir, oyunculara bakan da domuz eti yemiş gibidir.” şeklinde bir açıklamaya rastladım. Toplum önderi olma iddiasındaki kişilerin çok dikkatli, ağzından çıkan sözün nereye gittiğinin farkında olması gerekir. Yûnus Suresi’nin 59. Ayeti’nde; “Kendi yalanlarını Allah’a yakıştıranlar, Kıyamet Günü başlarına gelecekler hakkında acaba ne düşünüyorlar?” denilmektedir. Satranç konusunda böylesi bir aşağılama yapan kişinin her şeyden önce bu ayeti hatırlaması ve ağzından çıkan sözlere hâkim olması gerekmez mi?

 

Diyanet’in fetvası

Bu açıklama sonrası yapılan başvuru üzerine “Diyanet İşleri Başkanlığı” da bir fetva yayınlayarak, satrançla ilgili açıklanan hadisin uydurma olduğunu, satranç oynamanın mubah olduğunu açıklar. “Yarabbi uğraşacak başka işimiz yokmuş gibi ne abuk sabuk işlerle uğraşıyoruz!” diye düşünürken, aklıma Che Guevera’nın söylediği bir söz geldi; “Satranç oynayacak zekâya sahip insana cennetten arsa satamazsın.” Hangi inançtan olursanız olun, eğer birilerinin size inanç kisvesi altında satacak bir şeyleri varsa, onlar için önemli olan akıl değil, inançtır. O yüzden aklın gelişmesine ve düşünmeye neden olan her şeye karşıdırlar ve ne yazık ki karşı olmaya da devam edeceklerdir.