Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

İDEAL DEVLET

 

Bir Türk-İslam filozofu olan Fârâbî, 870-950 yılları arasında yaşar. Fârâbî klasik Helen felsefesi, özellikle de Helen siyaset felsefesi ile İslam siyaset düşüncesini birbiriyle uzlaştırmaya çalışan ilk filozoftur. Fârâbî’nin bu çabası gerek İslam düşüncesini gerekse kendisinden sonra gelen diğer filozofları derinden etkiler. Platon tarafından da ele alınan “İdeal Devlet” ideal toplum öğretisiyle İslam’ın birçok temel görüşü arasında çarpıcı benzerlikler mevcuttur.

 

Fârâbî’ye göre, Helenler felsefenin yaratıcısı değil, felsefe geleneğinin yalnızca bir halkasıdır. Felsefe öncelikle Kaldeliler arasında ortaya çıkmış, onlardan Mısır’a ve daha sonra da Helenlere intikal etmiştir. Helenlerden de Süryanilere geçmiş ve nihayetinde Arapların eline, yani bir anlamda ana yurduna geri dönmüştür. (s. ix)

 

“İslam’ın çeşitli anlaşılma biçimleri veya anlaşılma seviyeleri mevcut olabilir ve nitekim de mevcuttur. Bu seviyelerden biri, onun üzerinde hiçbir ciddi zihinsel, akılsal işlemde bulunmadan gelenekçilerin savundukları gibi, harfi harfine almak ve anlamaktır. Bu sokaktaki insanın, sıradan insanın, Platon’un sözleriyle ‘gözüyle görmediği, eliyle tutmadığı şeyleri anlamakta güçlük çeken’ insanın, duyularından akla, sezgiye yükselmemiş ve yükselemeyecek olan insanın anlama biçimi ve seviyesidir (Bu kör ve kölece inanç seviyesi, Gazzalî’nin deyişiyle ‘taklit seviyesidir’). Ancak bunun üzerinde özel bir gruba, seçkinlere, akıl ve sezgi sahibi insanlara, duyumcu-maddeci değil, akılcı-ruhçu insanlara tahsis edilmiş özel bir anlaşılma biçimi ve seviyesi vardır ki, bu filozofların, bilginlerin anlama biçimi ve seviyesidir. İşte Fârâbî’ye göre felsefe, o hâlde, İslam’ın en üstün, en doğru, en mükemmel anlama biçimi ve seviyesidir.” (s. vii)

 

Fârâbî, Hz. Peygambere atfedilen “Felsefe (hikmet), müminin kaybolmuş malıdır, nerede bulursa almalıdır.” ünlü sözü tüm hayatı boyunca rehber edinmiş bir bilgindir. En önemli eserlerinden biri olan, “Mabādı’ Arā’ Ahl Al-Madīna Al-Fādıla” veya kısaca “Arâ”yı Bağdat’ta yazmaya başlamış ve 942 yılında Şam’da tamamlamıştır. Bu kitabın kesin olarak son eseri olduğu kabul edilmektedir. Dilimize “En mükemmel Toplumun (veya Erdemli Toplumun veya İdeal Toplumun) Yurttaşlarının Görüşlerinin Ana İlkeleri” olarak çevirmek mümkündür.

 

“İdeal Devlet” ismiyle Ahmet Arslan tarafından dilimize çevrilen bu eser otuz yedi bölümden oluşmaktadır. XXVI. Bölüm, “İnsanın Toplumsallaşması ve Yardımlaşma İhtiyacı Hakkında” başlığını taşımaktadır. Fârâbî’nin, “Her insan kendini devam ettirmek ve en üstün mükemmelliği elde etmek için birçok şeye muhtaç olan bir yaradılışta varlığa gelmiştir.” nitelemesi çoğumuz pek farkında olmasa da gerçeği ifade eder. Doğumumuzdan itibaren yaşama tutunmak için bir başkasının bakımına ihtiyaç duyarız. Eğer bu bakım yapılmazsa hayattan koparız. Nasıl ki küçük yaşlarda yemek, içmek, temizlik ve korunmak için bir başkasının bakımına ihtiyaç duyuyorsak, yaşımız ilerledikçe öncelikle ebeveynlerimizin eğitimine ihtiyaç duyarız. Çoğu kez belirttiğim gibi bu eğitim yalnızca sözle olmaz. Küçük yaşlarda bize anlatılanları anlamayabiliriz ama çevremizi gözler ve onların davranışlarına dikkat ederiz. Erken yaştaki eğitimin sözlerden çok davranışlar ile oluştuğuna dikkat etmek gerekir.

 

“En üstün iyilik ve en büyük mükemmelliğe ancak şehirde ulaşılabilir, şehirden daha eksik bir toplulukta ulaşılamaz.” İslam’ın yayıldığı ve kültürel olarak genişlediği dönemlerde Suriye, Irak, İran ve Orta Asya’da çok sayıda şehir vardır. Suriye’nin Akdeniz kıyılarını işgal eden Haçlı Seferleri hem Akdeniz ticaretinin el değiştirmesine hem de bu bölgedeki şehirlerin tümüyle yok edilmesine yol açar (1096-1272). Cengiz Han yönetimindeki orduların tahrip ettiği Horasan ve İran’da çok sayıda şehir ve şehir hayatı yok olur (1206-1227). Cengiz Han ve ardıllarının yaptığı bu katliamlarda o günkü dünya nüfusunun %10’unun hayatını kaybettiği düşünülmektedir. Yüz yılı aşkın bir süre sonra kendini yeni yeni toparlamaya başlayan bölge bu kez Timur’un (1370-1405) katliamları ile tümüyle çoraklaşır ve bir daha kendini toparlayamaz. Çünkü artık şehir yaşamı yok olmuştur.

 

Doğu’nun batı karşısında günümüzdeki felsefi ve bilimsel açıdan geri kalmışlığının temel nedeni şehir yaşantısının büyük oranda yok oluşudur. Şehir yaşantısının yok oluşu hem felsefi hem de bilimsel araştırmaları, gelişimi yok etmiş neticesinde uzun bir karanlık dönem başlamıştır. İslam toplumunun bu karanlık dönemden çıkışı ancak şehir yaşantısının renklenmesi, ırk, din, dil, renk ayrımının son bulması, her tür düşüncenin bir başkasının özgürlüğüne müdahale etmeyecek şekilde ifade edilebilmesi yoluyla olacaktır. Bir toplumda liyakat ve rekabetin teşvik edilmesi, ileri doğru atılacak her adımın desteklenmesi gerekir. Herkesin aynı şeyi düşünmesinin istendiği toplumlar yok olmaya mahkûmdur.

 

“Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti, cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”

 

800 yıla yakın bir süre önce Mevlânâ’nın söylediği bu sözün her zaman gerçeği ifade ettiğini unutmamamız gerekiyor.

 

Türklerin geçmiş tarihlerine baktığımız da zaman zaman farklı düşüncelere büyük önem verildiğini, ilerlemenin, gelişmenin teşvik edildiğini görürüz. Ne zaman ki farklı düşüncelere tahammül edilmeyen, edilemeyen dönemler ortaya çıkar, devlet güçsüzleşir, yeni atılımlar yapma, gelecek için çalışma arzusu körelir. Bu sıkıntılı günler uzarsa, hemen her konuda fakirleşme artar gerek maddi gerekse manevi fakirleşme yok oluş sürecinin başlangıcıdır. Devletler eğer bir savaş sonucu yok olmazlarsa, çöküş dönemi birkaç kuşak boyunca farkına varılması güç bir şekilde ilerler ve sonrasında artık herkes olayın farkına varır ama, artık ne yazık ki yapılacak bir şey kalmamıştır. Biz 1900’lu yılların başında uzun süren hemen her açıdan fakirleşme yaşamış bir toplumuz, artık bunun farkına varıp, gelecekte bu olayın tekrarlanmaması, toplumun ve devletin yeniden yapılanması için yoğun bir şekilde çalışmalıyız.

 

Farabî, (Çev. Ahmet Arslan), İdeal Devlet, İstanbul, 2017.