Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

ŞAHNÂME

 

Doğu klasiklerinin en önemli eserlerinden biri olan “Şahnâme”nin yazarı Firdevsî’dir. Firdevsî, 935 yılında İran’ın Türkmenistan’a sınır bölgesindeki Tûs şehrinde doğar. Part İmparatorluğu Dönemi’nde (MÖ 247-224) Susia adını taşıyan şehir, daha sonra Tûs adıyla anılmaya başlar. Firdevsî döneminde entelektüel açıdan önemli bir şehirdir. Firdevsî’nin doğumundan yüz yılı aşkın süre önce Horasan Seferi’ne çıkan ünlü Abbasi halifesi Harun Reşid 24 Mayıs 809 günü bu şehirde vefat eder. Bazı kaynaklar doğum yılı olarak 935 tarihini vermesine karşılık “Şahnâme”deki açıklaması dikkate alındığında Firdevsî 940 yılında doğmuş olmalıdır. Çocukluk dönemi ve eğitimi konusunda herhangi bir bilgi yoktur. Onun yetiştiği dönemde, İran’ın İslam öncesi tarihine ait Pehlevî dilinde yazılmış bazı eserler ortaya çıkmış ve bunlar yeni Farsçaya tercüme edilmeye başlanmıştır. Özellikle, Sâsânî hükümdarı III. Yezdicerd’in (632-651) derlenmesini sağladığı “Hüday-Nâme”nin aslına ya da Arapça çevirisine dayanılarak birtakım şahnâmeler yazılmaya başlanmıştır. Bu nedenle Firdevsî eski İran tarihi hakkında bilgi edinmek üzere Pehlevîce öğrenir.

 

Şahnâme’nin yazılışı

Büyük bir ihtimalle 980 ve 990 yılında “Şahnâme”yi yazmaya başlayan Firdevsî’yi kimin desteklediği bilinmez. Firdevsî parça parça yazmaya başladığı destanlar arasındaki bağlantıları sağlayacak ilaveleri ekleyip eserinin ilk redaksiyonunu 1003-1004 yılı içinde tamamlar. Yazdığı eseri büyük bir hükümdara ithaf etmek isteyen Firdevsî, dönemin en büyük hükümdarlarından olan Gazneli Sultan Mahmûd’a sunmak ister. Bir rivayete göre Gazne’ye giderek eserini Sultan Mahmûd’a sunan Firdevsî umduğu ilgiyi görmez. Eserine lâyık bir ödül alamadığını düşünen yazar, Herat’a gider. Burada Sultan Mahmûd’u hicveden bir şiir yazan Firdevsî, geri kalan ömrünü yoksulluk içinde geçirerek 1020 yılında Tûs şehrinde vefat eder.

 

Tûs şehri

Firdevsî’nin ilk eğitim hayatı bilinmez ama, Tûs şehrinin kültür hayatının önemi bilinmektedir. Elbette şehrin sahip olduğu bu kültürel ortam, Firdevsî’nin yetişmesinde önemli katkılar sağlamıştır. Yalnız Firdevsî’mi? Onun ölümü sırasında iki yaşında olan ve Tûs’ta doğan Nizâmülmülk (1018-192) daha sonra Büyük Selçuklu devletinin unutulmaz veziri olacak ve eğitim hayatına önemli katkılar yapacaktır. Tûs şehrinde yetişen bir diğer önemli düşünür ise Gazzâlî’dir (1058-1111). Horasan’ın hemen tüm şehirlerinin başına gelen olayı Tûs da yaşar. 1220 yılında Cengiz Han’ın önderliğinde başlayan Moğol akınları Tûs’u da vurur. Moğollar şehirde taş üstünde taş bırakmazlar. Horasan’ı vuran bu afet sonrası bir daha böylesi bir kültürel ortam yaşanmaz. Horasan ve Orta Asya’nın kültür hayatı o günden bu yana kendini toparlayamaz. Çünkü şehir hayatı artık yok olmuş, şehirler köye dönüşmüş, hemen herkes hayatına devam kaygısıyla sesini çıkartmaz olmuştur.

 

Firdevsî ve akıl

Şahnâme, “Tanrı’yı Övüş” başlıklı bölüm ile başlar, onu takip eden bölüm ise en ilgi çekici ve günümüzde de bize yol göstermesi gereken; “Aklı Övüş” başlıklı bölümdür. Sizlere Mehmet Necati Lugal’ın çevirisiyle bu bölümü sunmak isterim;

 

“Ey akıllı kişi! Üzerinde söz söylenebilecek konuya şimdi geldik. Akıldan yana ne biliyorsan söyle de dinleyenlerin kulakları bundan faydalansın. Akıl, Tanrı’nın sana vermiş olduğu en değerli şeydir. Aklı övmek yürünecek en doğru yoldur. Akıl, padişahların tacı ve ünlü kişilerin süsüdür. Sen aklı hiç ölmeyecek bir canlı olarak tanı. Onu hayatın özü bil. İnsana doğru yolu gösteren, gönlü açan, iki cihanda elimizden tutan hep odur. Sevinç de ondan gelir, insanlık da. Olgunluğumuzun çokluğu da ondan gelir, eksikliği de. Bir insanın canı aydın olsa dahi, aklı karanlık olduktan sonra dünyada bir an sevinç yüzü göremez. Bilginlerin bile sözlerinden yararlandığı, hüner ve akıl sahibi bir kişinin şu sözünü bilir misin? O demiştir ki, aklı kendine rehber edinmeyen bir kişi yaptığı her işin sonunda kendi gönlünü yaralar. Akıllı biri onu deli sayar, yakınlarıysa yabancı yerine koyar. Her iki cihanda ancak aklınla yükselebilirsin. Aklı çürük olanın ayağı da bağlı olur. Dikkat edersen anlarsın ki, akıl canın gözüdür. Gözsüz canla bu dünyada mutlu olamazsın. Şunu bil ki, her şeyden önce yaratılan ve canı koruyan odur. Kulak, göz ve dil sana aklı övmen için verilmiştir. Bütün iyilik ve kötülükler bu üçünden doğar. Akıl ve canı kim hakkıyla övebilir? Ben övsem de onu dinleyip anlayabilecek kim vardır? Mademki bunu yapabilecek kimse yoktur; o halde ey olgun kişi, konuşmak faydasızdır. Bunun için sen bize yaratılıştan söz etmeye başla. Sen yeryüzünü yaratan Tanrı’nın kulusun. Gizli ve açık olan her şeyi bilirsin. Aklı daima rehber edin. Böylelikle kendini kötülüklerden korumuş olursun. Bilgili kimselerin sözünü dinleyip doğru yolu ara. Dünyayı gez, dolaş; bildiğin öğrendiğin her şeyi herkese söyleme. Her bilgili kimseden bir şey öğren, öğrenmekten hiçbir zaman geri kalma. Bilgi ağaç gibidir; onun bir dalını görsen, kolay kolay köküne varılamayacağını anlarsın.” (s. 17-18)

 

Aklı öven ve öğütlerde bulunan bu muhteşem sözlere günümüzde ne ilave edebiliriz ki? Bin yılı aşkın süre önce Firdevsî bugün bile anlamakta güçlük çektiğimiz aklın üstünlüğünü en mükemmel şekilde dile getirmiş. Uzun bir dönemdir, bulunduğumuz coğrafyada aklın geri plana itildiği bunun yerine aslı astarı olmayan doğmaların geçerli kılınmaya çalışıldığı bir dönem yaşamaktayız.

 

Şahnâme tercümeleri

Şahnâme’nin Türkçe’ye çevirisi ilk olarak ismi bilinmeyen bir kişi tarafından 1450-1451 yılları arasında Sultan II. Murad Dönemi’nde (1421-1451) yapılır. İkinci çeviri ise Hüseyin bin Hasan Şerif (ö. 1514) tarafından Memlük Sultanı Kansu Gavri’nin isteği üzerine yapılır. Bir diğer çeviri ise Derviş Hasan tarafından XVII. yüzyılın ilk yarısında Sultan II. Osman Dönemi’nde (1618-1622) yapılır. Evliya Çelebi bir anısında “Şahnâme”nin Bursa’da ki kahvelerde meddahlar tarafından ezberden okunduğunu anlatır. Şahnâme, tarihte yaşandığı bilinen Turan-İran savaşlarına ve ilişkilerine ışık tutması açısından da önemli bir kaynaktır. Firdevsî’nin zaman zaman övdüğü, zaman zaman da kendi milletini yüceltmek amacıyla küçümsediği Efrâsiyâb’ın (Afrasyab) aslında Saka Türk kralı Alp Er Tunga olduğu ileri sürülmektedir.

 

Batı klasiklerinin yanı sıra anlamakta güçlük çeksek de Doğu klasiklerini de okumamız gerekiyor. İçinde yaşamakta olduğumuz ve geliştirmek göreviyle yükümlü olduğumuz kültür birikimimizi arttırmak için buna mecburuz. Gerek eski Türkçe gerekse Arapça ve Farsçadan yapılan çevirilerin, özellikle de günümüz gençlerinin anlayacağı şekilde dilimize aktarılması çok önemlidir. Yalnız küçük bir grup insana hitap eden çeviriler ve onların basımı bir anlamda kâğıt israfı olmaktadır.

 

Sanırım öğrenmek durumda olduğumuz daha çok şey var. Bazı bilgelerin “Öğrenmenin sonu yoktur” sözünü bir kez daha hatırlattığı için Firdevsî’yi ve onu bize tanıtan Mehmet Necati Lugal’ı rahmetle anarım.

 

Firdevsî, Şahnâme, Çev. M. Necati Lugal, İstanbul, 2012.