Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

YÂR BANA BİR NEFES MEDET, KARAGÖZ

 

Karagöz özelliği açısından Türk halk edebiyatının ayrılmaz bir bütünüdür. Halk edebiyatı üzerine incemeler yapan araştırmacılar Türk seyirlik oyunlarına ayrı bir bölüm ayırmışlar ve bu tür eğlenceleri üç dalda incelemişlerdir. Meddah, Karagöz ve Orta oyunu… Bazı araştırmacıların dördüncü bir dal olarak kuklayı da ekledikleri görülmektedir. Günümüzde daha çok bir çocuk oyunu olarak nitelense de gerek Türklerde gerekse başka İslam ülkelerinde zengin bir kukla geleneği vardır.

 

Günümüzde Karagöz üzerine pek çok yayın yapılmasına rağmen bu konuda tartışmalar devam etmektedir. Bu tartışmaların başında Karagöz’ün ülkemize nereden, nasıl ve ne zaman geldiği sorusu bulunur. Prof. Dr. Metin And’ın yaptığı detaylı araştırmalar sonucu ne Orta Asya ne de İran’da gölge oyunu bulunmamaktadır. Bazı araştırmacıların gölge oyunu sanarak yanılgıya düştükleri metinler aslında kukla oyununa aittir. Gerek gece gerekse gündüz oynatılan kukla oyunlarının İran üzerinden Türkiye’ye geldiği kabul edilmektedir. XVI. yüzyıl öncesinden günümüze ulaşan metinlerde geçen “Hayal” sözcüğünün kukla yerine, hatta taklit, güldürü anlamına kullanıldığı anlaşılmaktadır. Günümüze ulaşan bilgiler ışığında İran’da kukla oyununun bilindiği ama kanıtların yokluğu göz önüne alındığında gölge oyununun bilinmediği sonucuna varılmıştır. O halde “Karagöz” nerede ortaya çıkar? Metin And, Anadolu’da kuklanın bilindiğini ancak XVI. yüzyıl öncesi gölge oyununun bilinmediğini söylemektedir. Gölge oyununun Türkiye’ye Mısır’dan geldiğine dair kesin bir kanıt vardır. 1517’de Mısır’ı fetheden Yavuz Sultan Selim Roda Adası’nda bir gölge oyununu seyreder. Bu gösteriyi çok beğenen Sultan, oyuncuya, altın ve altın işlemeli bir kaftan hediye etmiş ve İstanbul’a dönerken “Sen de bizimle gel, bu oyunu oğlum da görsün eğlensin” demiş. Bu anlatı gölge oyununun XVI. yüzyılın başında Mısır’dan bize geldiğini göstermektedir.

 

Hacivat’ın sahneye çıkmasıyla başlayan oyun, Karagöz’ün de dahil olmasıyla şenlikli bir havaya bürünür. Metin And’ın anlatısına göre Mısır görüntüleri tek renk olup hareket olanakları kısıtlıdır. Türkler her ne kadar perde gerisinden gölge yansıtma tekniğini Mısır’dan alsalar da bu oyuna Türk yaratıcılığını katıp çok renkli, hareketli, özgün bir biçim vermişlerdir. İstanbul’da gelişimini tamamlayan gölge oyunu, kısa süre içinde Balkanlar, Libya, Tunus, Cezayir, Fas gibi Arap ülkelerinde de revaç bulur.

 

Evliya Çelebi ise, Bursa’nın başkent olmasından sonra, Orhan Gazi Dönemi’nde (1326-1362) ve Sultan Yıldırım Bayezid Dönemi’nde (1389-1402) yaşadığı söylenen Şeyh Küşteri’nin (d. ?-ö. 1399/1400) ilk kez hayal perdesi kurarak bu oyunu başlattığından söz eder. 1890’lı yıllarda sahne sanatlarının yoğunlaştığı Direklerarası’nda Karagöz; tuluat, orta oyunu, tiyatro ve sinema ile rekabete girişir. Bu dönemde Ahmet Midhat Efendi (1844-1912) bazı girişimlerde bulunarak Karagöz oyununda yenileşmeler yapar. Perde yerine buzlu cam, mum yerine ampul kullanılması, görüntülerin boylarının büyütülmesi gibi yenilikler, Karagöz’ün gösteri dünyasında tutunma çabaları olarak değerlendirilmektedir. Ahmet Midhat Efendi bu yeniliklerin yapılmasındaki çabalarının yanı sıra yeni birkaç Karagöz faslı yazarak bunları dönemin ünlü Karagöz oynatıcısı Kâtip Salih’e oynatır.

 

Bir dönem Türkiye’de bulunan yabancı tanıklar Karagöz’ün siyasal yönünden bahsederler. Karagöz söyleşmelerinin yer yer mizahlı, nükteli, yer yer fitneci, ortalığı karıştırıcı olduğu, sultana ve vezirlere bile sataştığını anlatırlar. Karagöz var olan sansürü hiçe saymakta olup sınırsız bir özgürlüğe sahiptir. Dönemin Avrupa ülkelerindeki gazeteler bile bu denli saldırgan değildir. Amerika, İngiltere, Fransa gibi ülkelerdeki yayınlar siyasal sataşmalar bakımından daha sınırlıdırlar. Buna karşın mutlakiyetle yönetilen Türkiye’de Karagöz oyunu, denetimsiz, başı boş bir günlük gazeteye benzediği, üstelik yazılı olmayıp sözlü olduğu için daha da ürkütücüdür. Kutsal kabul edilen Sultan Abdülmecid (1839-1861) dışında hemen herkes Karagöz’ün saldırısına açıktır.

 

Bir tanığa göre sadrazam da perdeye çıkarılmakta ve bu yüksek devlet adamı sanki bir “Gavurmuşcasına” yargılanmaktadır. Kendini Karagöz karşısında gerektiği gibi savunamayan sadrazam Yedikule Zindanları’na yollanmaktadır. Başka bir ülkede olsa Karagöz’ün söylediklerinin bir tek satırını yazanın ya tutuklanacağını ya da sürgüne gönderileceğini belirten tanık, Karagöz’e hiçbir şey olmadığını hemen her akşam gösterisine devam ettiğini anlatır.

 

Bir başka tanık ise Karagöz’ün eleştirilerini ister paşa olsun ister ulema, derviş, bankacı veya tüccar herkese yöneltme ayrıcalığına sahip olduğundan söz eder. Nerede ise eleştirileri yöneltmediği hiç kimse yoktur. Her sınıftan, her uğraştan kişileri perdeden geçirdiğini, her birini kendine özgü sözlerle vurguladığını belirtmektedir. Bazı gösterilere kimliğini gizleyerek gelen üst düzey yöneticilerin bile kimi kez çok sert gerçekleri işitmek zorunda kaldıklarını anlatmaktadır.

 

1909 yılında Sultan II. Abdülhamid’in (1876-1909) tahttan indirilmesi, bu olay sırasında meydana gelen halk ayaklanması ile birlikte ele alınmakta ve oyun büyük bir şenlikle son bulmaktadır. Kısa süre sonra 1911’de Karagöz’e siyasi taşlama yapılması yasaklanır. Tam burada yine aklıma Tacitus geliyor; “Bizi koruyuculardan kim koruyacak?” 1908 Devrimi sırasında ağızlardan eksik olmayan “Özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve adalet” sloganı, yönetim gücünü ele geçirenlerce kısa süre içinde unutulmuş, hemen her devrimde görülen kısa süreli bahar havası yerini koyu bir mevkii koruma kaygısına dönüşmüştür.

 

Karagöz oyunu halka eleştiri yapma imkânı veren, böylelikle sarayın ve üst yönetiminin oluşan reaksiyonlardan haberdar olmasını sağlayan bir yöntemdir. Bu oyun sayesinde geniş halk kitleleri hem eğlenmekte hem de eğlence adı altında eleştiri yapma imkânına sahip olmakta ve böylelikle toplum içindeki gerilim azalmaktadır. Sanırım gittikçe gerilen dünya ve ülke gündeminde en çok ihtiyaç duyulan şey benzeri oyunların artık olmamasıdır. Mizah, güldürü adı altında yapılan eleştiriler ülke yönetiminde söz sahibi olanların uyarılmasında faydalı bir yöntemdir. Bu güldürücü uyarı hem oynatan hem de seyredenlerde oluşan gerginliklerin azalmasına yardımcı olmaktadır. Sanırım günümüz toplumu böylesi bir eleştiri mekanizmasını kaybetmenin sıkıntılarını yaşıyor. Çoğumuzun çocuklar için olduğunu sandığımız Karagöz oyunu gerçekte büyük bir eleştiri mekanizması olup, büyük oranda dönemin yöneticilerinin hoşgörüsü ile varlığını yüz yıllarca devam ettirmiştir.

 

“Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola!”

 

Metin And, “Karagöz Üzerindeki Bilgilere Yeni Katkılar”, Hayal ya da Gerçek, İstanbul, 2018.

 

Anonim, Karagöz ile Hacivat, Yay. Haz. Ali Olcar, Ankara, 2021.