Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

CUMHURİYETİMİZİN EN ÖNEMLİ KAZANCI

 

Son günlerde, Cumhuriyetimizin en büyük bir kazanımlardan biri olan alfabe üzerine bazı spekülatif söylemler oluştu. Latin Alfabesine geçişle geçmişe ait pek çok değerimizi kaybettiğimiz konusundaki çokça söylenen görüşleri dile getirildi.

 

Türkler hemen hemen hiçbir ulusun yaşamadığı büyük bir tarihi geçmişe sahiptir. Ortaya çıktıkları coğrafyadan binlerce kilometre batıya göç etmiş, yeni yerleştikleri coğrafyalarda kimlik ve varlıklarını korumuş, uzun süreli devletler, imparatorluklar kurmuş bir ulusun mensuplarıdır. Zaman içinde yeni yerleştikleri bölgelerdeki dilleri de kullanmakla birlikte kendi dillerini unutmamış ve varlıklarını unutmadıkları dillerine borçlu olarak sürdürmüşlerdir. Konunun uzmanı hemen herkesin bildiği gibi dilini unutan toplumlar yok olmaya mahkûmdurlar.

 

Göktürk Alfabesi

Türklerin yazılı kültürünün ortaya çıktığı Orta Asya coğrafyasında kullandıkları ilk alfabe Göktürk Alfabesidir. Orhun Yazıtları’nda karşılaştığımız bu alfabenin eski dönem Türk damgalarından oluştuğu ileri sürülür. Otuz sekiz harften oluşan Göktürk Alfabesinin yirmi altısı ünsüz, dördü ünlü, sekizi ise birleşik harftir. Göktürk yazısı genelde sağdan sola doğru yazılmaktadır. Orhun Yazıtları’nda olduğu gibi bazı durumlarda yukarıdan aşağı doğru yazıldıkları da bilinmektedir.

 

Uygur Alfabesi

Doğu ve güneye doğru göç eden Türk toplulukları Budizm ve Mani inancı ile karşılaştıkları dönemde Uygur adıyla bilinen yeni bir topluluk oluştururlar ve Göktürk Alfabesinin yanı sıra yaygın olarak on sekiz harften oluşan Uygur Alfabesini de kullanmaya başlarlar. Eski Soğd yazısı esas alınarak oluşturulan Uygur Alfabesi de sağdan sola doğru yazılır. Soğdlu misyonerler tarafından bazı Türk topluluklarına empoze edilen bu alfabenin harf sayısının az oluşu nedeniyle yazı kültürünün gelişmesine mâni olduğu görülmüştür.

 

Arap Alfabesi

Batıya göç eden Türkler ise büyük oranda Müslümanlığı kabul ederek, yeni katıldıkları inancın kutsal kitabını esas alarak Arap Alfabesini kullanmaya başlarlar. İlk olarak Karahanlılar tarafından kullanılmaya başlanan Arap Alfabesi yirmi sekiz harften oluştuğu için yetersiz kalır. Türkçe ses niteliklerine uygun hale getirmek için birtakım eklemeler yapılarak bazı dönemlerde otuz bir, bazı dönemlerde ise otuz altı harf haline getirilerek genişletilir. Göktürk ve Uygur alfabelerinde olduğu gibi Arap yazısı da sağdan sola doğru yazılır.

 

Kiril Alfabesi

Türklerin hâlen kullandığı bir diğer alfabe ise Kiril Alfabesidir. Rus hakimiyetine giren topraklarda yaşayan Türklerin zaman zaman yapılan baskılar sonucu Slav Alfabesini kullanmaları mecburi hale getirilmiştir. 1917 Ekim Devrimi sonrası Çarlık Rusyası’nın dağılmasını takiben 1926 yılında Azerbaycan’da düzenlenen Türkoloji Kongresi’nde Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türk toplulukları için Latin Alfabesine geçme kararı alınır. Bu karar sonrası 1927 yılında otuz üç harften oluşan “Birleştirilmiş Yeni Türk Alfabesi” belirlenir ve uygulamaya geçilir. Sovyetler Birliği’nin bu hareketi bir anlamda kendi sınırları içinde bulunan Türk toplulukları ile Türkiye’de yaşayan Türklerin farklı alfabeler kullanarak kültürel bağlarının kesilmesidir. 1940 yılına kadar Latin harfleri kökenli Yeni Türk Alfabesinin kullanımına destek veren Sovyet yönetimi, aldığı bir kararla Türk topluluklarının tekrar Kiril Alfabesine dönmesini mecbur kılar. 1991 sonrası bağımsızlıklarını ilan eden hemen her Türk devleti, kısa süre içinde tekrar Latin Alfabesini kabul eder.

 

Latin Alfabesi

Azerbaycan ve diğer Türk devletlerinin Latin Alfabesine geçmesi Türkiye’yi tedirgin eder. Türk devletlerinin dilini ve kültürünü muhafaza etmesi için bu farklılaşmadan kurtulması gerekmektedir. Diğer taraftan yüz yılı aşkın süredir, Arap Alfabesinin Türk dilinin inceliklerini yansıtmadığı, yüz yıllardır bu konuda sıkıntı çekildiği, saray ile halk arasında kültürel açıdan büyük ayrışmalar olduğu gerçeği dile getirilmeye başlanır. Geçmişte dilimize yerleşmiş, sözlüklerimizde kendine yer bulmuş bir terim vardır; “Okur-yazar”. Ne demek okur-yazar? Okuma bilen herkesin yazma da bildiği günümüzde anlamsız gibi gelen bu terim, geçmişte çoğu kişinin az çok okuma bilmesine karşın çok az kişinin yazmayı bildiğini açıklamaktadır. Kullanılan alfabe öyle bir alfabedir ki çoğu insan okur ama yazamaz. Ayrıca neyi okuduğu da meçhuldür. O kadar çok sayıda yazı usulü vardır ki, birini okuyan diğerini okuyamaz. Özellikle bürokrasinin kullandığı ve günümüz stenosuna benzer “Siyakat yazısını” çok az kişi doğru olarak okuyabilmektedir.

 

Öncelikle, 28 Mayıs 1928 tarihinde yayınlanan bir karar ile bundan böyle uluslararası rakamların kullanılması mecburi hale getirilir. 3 Kasım 1928 tarihinde yayınlanan kanunla da Arap Alfabesinin kullanımına son verilir. Böylelikle Türkler tarihlerinde beşinci kez alfabe değişikliği yapmış olur.

 

Tanzimat öncesi ve sonrası

Gerek Türk topluluklarında gerekse Osmanlı toplumunda Arap Alfabesinin terk edilerek, Latin Alfabesine geçiş isteğinin geçmişi çok daha eskilere dayanır. Sultan III. Selim’in (1761-1808) kız kardeşi Hatice Sultan’ın (1768-1822) dönemin ünlü mimarı Melling’e, Latin harfleri kullanarak yazdığı Türkçe mektuplar ve Melling’in ona yazdığı Türkçe cevaplar hâlen Fransa’da özel bir arşivde bulunmakta olup “Hatice Sultan ile Melling Kalfa Mektuplar” adı ile yayınlanmıştır.

 

Tanzimat sonrası Türk yazarları bu konu ile ilgilenmiş İbrahim Şinasi (1824-1871), Nâmık Kemal (1840-1888) ile başlayan dilde yalınlaştırma eğilimi, Ahmed Mithat Efendi (1844-1912), Ömer Seyfettin (1884-1920), Mehmed Emin Yurdakul (1869-1944) gibi yazarlarla doruğa çıkar. Dilde yalınlaşma, Arapça ve Farsça terkiplerden kurtulma isteği, batı ülkelerinde 1870’de yayınlanan “Çağatayca Sözlüğü”, 1896’da yayınlanan “Orhun Yazıtları”, 1917’de basılan “Divan-ı Lûgat-it Türk” gibi eserlerle pekişmeye başlar. Enver Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı sırasında orduda başlattığı, harflerin tek tek yazılması isteği bir anlamda modern çağda Arap Alfabesinin Türkçe için yetersiz kaldığını göstermektedir.

 

Cumhuriyet Dönemi

Cumhuriyet döneminin başlarında yayınlanan bir istatistiğe göre 1923 yılında ülke genelinde okuma bilenlerin oranı yüzde 2,5’tur. Bu oran kadınlarda ise binde 7,0 oranına düşmektedir. 1934 yılında yapılan bir istatistiğe göre ise okuma oranı %20,4’e yükselmiştir. Yeni kabul edilen alfabe ve hızlı bir eğitim faaliyetiyle altı yılda ülkenin okuma bilen insan sayısı yaklaşık on kat artmıştır.

 

Günümüzdeki esas konu Arap Alfabesi değildir. Niyet eden insan bir ay içinde Arap Alfabesini öğrenir. Önemli olan kelime bilgisidir, üstelik yalnızca Arapça değil, çoğunlukla Farsça da bilmek gerekir ki ne yazıldığını okuyabilelim. Üstelik yalnızca ne yazıldığını okumak yetersizdir, önemli olan okuduğunu anlayabilmektir.

 

Latin Alfabesi Cumhuriyetimizin en önemli kazançlarından biri, hatta en önemlisidir. Bu sayede Türk toplumu uygar toplumlar düzeyine ulaşmış, yalnız okur değil, aynı zamanda yazar oranı da artmıştır. Okur-yazar olup bilgi birikimini artıran insanlara, Che Guevara’nın bir vesileyle söylediği gibi “Cennetten arsa satamazsınız.”

 

“Millî duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî duygunun gelişmesinde etkilidir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil akıllıca işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Mustafa Kemal Atatürk

 

Frederic Hitzel, Jacques Perot, Robert Anhegger, Hatice Sultan ile Melling Kalfa Mektuplar, Çev. Ela Güntekin, İstanbul, 2001.