Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

İSTANBUL BİR ŞEHİRDİR, HERHANGİ BİR ŞEHİR DEĞİL

 

Sezer C. Tansuğ (1930-1998) zaman zaman rastladığım ve sohbet ettiğim bir büyüğümdü. Ayasofya Müzesi’nde çalıştığı dönemde (1960-1975) ben de Aya İrini restorasyonu ile ilgilendiğim için sık sık görüşme imkânı buluyorduk. Bir de müşterek tarafımız vardı, kendisi bir dönem İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Estetik ve Sanat Tarihi Kürsüsünde asistanlık yapmıştı ve kendisiyle tanıştığımız sırada aynı kürsüde asistanlık yapıyordum.

Sezer Tansuğ

 

Sezer Tansuğ doğru bildiklerinden veya doğru olduğuna inandığı düşüncelerinden taviz vermeyen, hemen küsen, diyalog kurmakta zorlanan, çoğunlukla içine kapanık, fazlaca arayanı soranı olmayan biriydi. Bilgisi ve ilgisi geniş ama diyalog kurmaktan özellikle kaçınan bir kişilikti olarak hatırlarım. Üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra, benim tanıdığım Sezer Tansuğ’un, bir nedenle insanlara kırıldığını ve sonrasında da üzülmemek için çevresindekilerle arasına mesafe koyduğunu ve böylelikle kendiniz korumaya alıp yanlızlığı tercih ettiğini düşünürüm.

 

Vefatından yirmi yıl sonra yayımlanan kitabının giriş bölümünde Ömer Faruk Şerifoğlu; Sezer Tansuğ için “Cumhuriyet döneminde sanat dünyamıza damgasını vurmuş en sıra dışı karakterlerden biridir. Türkiye’de ‘sanat eleştirisi’ kavramıyla adeta özdeşleşmiş bir isimdir.” demekte. 1955 yılında başladığı sanat tarihi araştırmaları ve sanat eleştirisini vefatına kadar sürdürür. Asker çocuğu olarak, Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde geçen ilk ve orta öğretim sonrası İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümünden 1953 yılında mezun olur ve aynı bölümde asistan olarak çalışmaya başlar. Doktora tezi olarak çalıştığı “Şenliknâme Düzeni” isimli araştırmasını tamamladığı sırada hocasıyla yaşadığı gerilim nedeniyle üniversitedeki görevinden istifa eder.

 

Şenliknâme Düzeni

Şenliknâme düzeni, gerçekten üzerinde durulması gereken önemli bir tespit içermektedir. Şehir kültürünün yüz yıllar boyunca yönetimlerdeki radikal değişimlere rağmen devam ettiğini göstermektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun hemen hemen en geniş sınırlara eriştiği Sultan III. Murad (1574-1595) döneminde, oğlu Şehzade Mehmed’in sünnet düğünü nedeniyle o güne kadar görülmemiş büyüklükte ve imparatorluğun görkemine yakışır bir şenlik yapılmasını ister. Bir yılı aşkın süren hazırlık çalışmalarından sonra 14 Cemazeyilevvel 990 / 6 Haziran 1582 günü başlayan şenlik, kesintisiz bir şekilde elli iki gün, elli iki gece devam eder. Şenliklerin yapıldığı alan günümüz Sultanahmet Meydanı’dır. Roma İmparatoru Septimus Severus (193-211) döneminde 203 yılında yapımına başlanan Hipodrom’un orta kısmındaki boşluk olan bu alan o dönem “Atmeydanı” adıyla bilinmektedir. Bu alanın orta bölümünde bulunan spina duvarı zaman içinde yapılan dolgular nedeniyle yer altında kalsa da bu duvarın üzerindeki yer alan Dikilitaş, Örme Sütun, Yılanlı Sütun gibi anıtlar surnâmenin hemen her sayfasında yer almaktadır.

 

İbrahim Paşa Sarayı

Padişah ve saraya mensup kişilerin şenlikleri seyretmeleri için, muhtemelen Sultan II. Bayezid (1481-1512) döneminde inşa edilen, Kanûnî Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde genişletilerek Sadrazam İbrahim Paşa’nın (1523-1536) ikametine tahsis edilen yapının kullanımına karar verilmiştir. Surnâme’deki çizime göre günümüze üyük bir bölümü yıkılmış olarak ulaşan İbrahim Paşa Sarayı’nın divanhane bölümü ve onun önünde meydanı seyretmek için yapılmış olan balkonu günümüze erişmiştir. Minyatürlerin çoğunda Sultan III. Murad, onun solunda Şehzade Mehmed ve sağ tarafında ise iki adet haseki görülmektedir. Hemen her çizimde sultanın giydiği elbise, oturduğu taht, balkonun oluşumu değişse de sultanın yer aldığı bu görüntü hemen hemen hiç değişmemektedir. İbrahim Paşa Sarayı’nın günümüze ulaşmayan bölümlerinin önüne yapılan üç katlı ahşap yapıda ise dönemin önde gelen kişileri şenlikleri seyretmek üzere oluşturdukları gruplar halinde resmedilmişlerdir.

 

Bir kültürün devamı

Şenliknâme düzeni bu şehirde devam eden bir kültürün devamıdır. Sultan I. Murad’ın (1362-1389) oğulları Bayezid, Yakup Çelebi ve Savcı Bey’in sünnetleri için Bursa’da yaptırdığı tören bu şenliklerin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Buna karşın 1582 Şenliği imparatorluk tarihinde bir ilktir. Gerek düzenlendiği alan gerekse günümüze kadar ulaşan “Surnâme-i Hümayun Albümü” bu şenliğin çok farklı olduğunu vurgulamaktadır. Sezer Tansuğ bu şenliklerin pek sözü edilmeyen bir noktasına dikkat çekmektedir. Albümün hemen her sayfasında, üzerindeki hiyeroglifler özellikle belirtilerek resmedilen Obelisk’in kaidesinin dört yüzünde çok daha eskilere ait benzer bir sahne bulunmaktadır. İmparator I. Theodosius (379-395) dönemine ait olan kabartmaların üst orta bölümünde loca benzeri bir balkonda oturmakta ve etrafında üst düzey saray mensupları sıralanmakta, daha alttaki dizelerde ise gösteriyi izleyen halk görülmektedir. Bu kabartmaların üçünde imparator otururken, birinde ise ayakta görülmektedir.

 

Bu şehrin geçmişini bilmek gerekir

Gerek Sezer Tansuğ’un “Şenliknâme Düzeni” gerekse Prof. Dr. Nurhan Atasoy’un “1582 Surnâme-i Hümayun Düğün Kitabı” bu kısa yazıda anlatılması mümkün olmayan çalışmalardır. Söz konusu etmek istediğim husus, pek çoğumuzun gezi güzergâhında yer alan Obelisk’in ve Sultanahmet Meydanı’nın çok sayıda öyküsünün olduğudur. Kültürümüzün oluşmasında etkileri olan ne Arap ne İran ne de Hint minyatürlerinde bir örneği bulunmayan, düğün şenlikleri, sünnet düğünlerindeki eğlence ve geçit resimlerini ele alan yazmalara Osmanlı İmparatorluğu’ndan başka bir ülkede rastlanmaz. “Surnâme-i Hümayun” yalnızca seyredilecek bir kitap değildir. Özellikle geçit törenleri sırasında kullanılan meslek ve alet isimlerinin çoğu unutulmuş olup, sözlüklerde yer almamaktadır. İstanbul kültürü ile ilgili söz söyleyen herkesin bu kitapları gözden geçirmesi, okuması, değerlendirmesi gerektiğini düşünmekteyim.

 

Gelecek için

Acaba bu şehirde daha farkına varmadığımız veya varamadığımız geçmişe ait buna benzer kaç eser var? Ne zaman bunların farkına varıp, binlerce yıllık bu kültürel birikimleri ipucu olarak değerlendirip gelecek oluşturmak üzere kullanmayı öğreneceğiz?

 

Karoly Kos’un dediği gibi “İstanbul bir şehirdir, herhangi bir şehir değil”. Hep merak ederim acaba gerek bu şehirde yaşayan gerekse şehrin yönetimine talip olan kaç kişi bu sözlerin altındaki derin ironinin farkındadır?

 

Sezer Tansuğ, Şenlikname Düzeni, Haz. Ömer Faruk Şerifoğlu, İstanbul, 2018.

 

Nurhan Atasoy, 1582 Surname-i Hümayun Düğün Kitabı, İstanbul, 1997.