Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

TOPLUM SÖZLEŞMESİ

 

Düşünceleri ve eserleriyle 1789 Fransız Devrimi’ni büyük oranda etkileyen Fransız asıllı filozof Jean-Jacques Rousseau, 28 Haziran 1712 günü Cenevre’de doğar. Doğumdan hemen sonra annesini kaybeder. Bir süre babası ile birlikte yaşar, daha sonra amcasının yanında kalır. On altı yaşında Cenevre’yi terk eder. 1728-1738 yılları arasında, sekreterlik, müzik hocalığı ve tercümanlık yaparak, Fransa ve İtalya’da yaşamıştır.

 

Fransa’da yazıları yasaklanınca daha sonra aralarının açılacağı dostu David Hume’un daveti üzerine İngiltere’ye gider. Kalvinist olan Rousseau, Torino’da iken Katolikliğe geçer, daha sonra tekrar Kalvenist olur. Eğitimi konusunda yeterli bilgi yoktur, anlaşılan kendi kendini yetiştirmiştir.

 

En önemli kitaplarından biri olan “Toplum Sözleşmesi” daha geniş olarak tasarladığı ancak taslak halinde kalan “Politik Kurumlar” isimli çalışmasının bir bölümü olarak 1762 yılında yayınlanır. Rousseau “Toplum Sözleşmesi” isimli çalışmasıyla ideal bir toplumun oluşmasının temellerini atmaya çalışır.

 

İlk çağ filozofları, Platon, Aristo, daha sonraları Farabi (El Medinetü-l Fazıla / Fazilet Şehri) eserleriyle ideal devletin nasıl olması gerektiği konusunda düşünceler üretirler. 1215 yılında Papa III. Innocentius, Kral John ve Baronlar arasında imzalanan Magna Carta Libertatum / Büyük Özgürlük Fermanı, toplum sözleşmesinin ilk örneği olarak bilinmektedir. Bu anlaşmayla, kralın bazı yetkilerinden feragat etmesi, kanunlara uygun davranması ve hukukun kralın arzu ve isteklerinden daha üstün olduğunu kabul etmesi sağlanmaktadır.

 

Thomas Moore, “Utopia”, Campanella, “Güneş Ülkesi”, Francis Bacon, “Yeni Atlantis” isimli eserleriyle ideal devlet yaşamının nasıl olması gerektiği konusunda düşünceler üretirler. Bireyin eğitimi ve topluma karşı görevleri, toplumun seçilmiş yöneticilerinin kural ve kanunlara uygun davranması gibi çok sayıda öneri bu eserlerde hayat bulur. Sayıca az sayıda insanın oluşturduğu bu birlikteliklerin hayat bulması ve belirtilen kurallar içinde hayatlarını sürdürmeleri mümkünken çok daha fazla sayıda, birbirlerini hiç görmemiş ve görmeyecek olan, çeşitli dil, din, renkte insanın büyük bir birliktelik oluşturması nasıl mümkün olabilir?

 

Bu öyle bir birlik olmalıdır ki, mensuplarının her birinin can ve mal emniyetini ortak oluşturulan güçle koruyup kollamalı, ancak bu birlik içindeki herkes de özgürlüğünü muhafaza edebilmelidir. Rousseau’nu düşüncesine göre bir birliğin oluşmasını sağlayan yasalar, o birliği ulaştıran insanlar tarafından hazırlanıp yürürlüğe konulması ile mümkün olabilir. Birliği oluşturan insanlar onun yönetimi ve uygulanacak yasalar hakkında da söz sahibi olmalıdır.

 

Rousseau’nun doğduğu ve ilk yıllarını geçirdiği Cenevre o dönemde bağımsız bir kanton olup yöneticilerini seçim yoluyla belirleyen ufak bir şehir devletidir. Anlaşılan bu yönetim şekli onun düşüncelerini geliştirmesinde önemli bir yol oynamıştır. Kitabının girişinde; “... Sen kral mısın, yoksa kanun koyucu musun ki, politika üstüne yazı yazıyorsun? diye soracaklara vereceğim karşılık şudur: Ben ne kralım ne de kanun koyucu; onun için politika üzerine yazıyorum ya! Hükümdar ya da kanun koyucu olsaydım, ne demek gerektiğini söyleyip vaktimi boşa harcamaz ya yapacağımı yapar ya da susardım...” demektedir.

 

... Bütün toplumların en eskisi ve tek doğal olanı aile topluluğudur. Burada çocuklar bakılmak, korunmak ihtiyacında oldukları sürece babaya bağlı kalırlar. Bu ihtiyaç ortadan kalkınca doğal bağ da çözülür. Babanın sözünden çıkmamak zorunda olan çocuklar, çocuklara bakma yükünü sırtından atan baba, hep birlikte bağımsızlıklarına kavuşurlar. Yine de bir arada kalırlarsa, artık doğanın zoruyla değil, kendi istekleriyle kalıyorlar demektir. Ailenin birlikteliği ancak bir sözleşme ile varlığını sürdürür...” (s. 4).

 

Az sayıda insanın oluşturduğu, hele de kan bağı olan birlikteliklerde, yazılı olmayan ancak yüz yıllar içinde birlikte yaşam için vazgeçilmez hale gelen kurallar yeterli olabilir. Ancak çok sayıdaki insanın oluşturduğu birliktelikler için başta anayasa olmak üzere, çok sayıda kural ve kanuna ihtiyaç duyulur. Diğer taraftan çok sayıda kanunda, zaman zaman kaçınılmaz olarak birbirleriyle çelişeceği için Descartes’in belirttiği gibi bozukluklara neden olabilir.

 

Bunun için gerektiği kadar ve uygulanması mümkün olan kanunlara ihtiyaç vardır. Kanun yapıcılar bu nedenle uygulamaya koydukları kanun ve kurallar konusunda çok hassas olmalı, oluşturdukları kanunların birlikteliği sağlayan insanların yazılı olmayan, ama yüz yıllardır var olan gelenek ve göreneklerini dikkate alarak oluşturmaları gerekir. Toplumsal sözleşme birliği oluşturan insanların tümümün katılımı ile hazırlanmalı, toplum içinde büyük bir mutabakat sonucu oluşturmalıdır.

 

... Aileye politik toplumların ilk örneği diyebiliriz: Bu topluluklarda baş bir baba, halk da çocuklar gibidir; hepsi de eşit ve özgür doğdukları için, özgürlüklerinden ancak çıkarları uğruna vazgeçerler. Aradaki bütün ayrılık şudur: Ailede babanın çocuklarına olan sevgisi onlara gösterdiği özeni karşılar; devletteyse, devlet başkanının kendi halkına beslemediği bu sevginin yerine hükmetmek zevki alır...” (s. 5).

 

İlk birlikteliklerden günümüze hükmetme duygusu insan için taşıması zor bir yüktür. Uzun süren yöneticilik insana ağır gelen bu yükün yozlaşmasına neden olabilir. Yönetici ile toplum arasında çeşitli katmanlar oluşur. Karışlıklı mutabakat sağlanması zorlaşır. Bu nedenle modern toplumlar yöneticilerini toplumsal bir mutabakata bağlı olarak seçimlerle belirlerler. Bu arada gelişen yaşam nedeniyle sık sık yeni kurallara ihtiyaç duyar, kurallara bağlı olarak yeni kanunlar yürürlüğe konur. Yöneticiyle toplum arasındaki mesafe açılıp, toplum içinde çeşitli farklı görüşler ortaya çıkarsa birlikte yaşamada zafiyetler ortaya çıkmaya, toplumsal mutabakat bozulmaya başlar.

 

“... Özgürlüğünden vaz geçmek, insan olma niteliğinden, insanlık haklarından, hatta ödevlerinden vaz geçmek demektir. Her şeyden vazgeçen insanın hiçbir zararını karşılamağa olanağı yoktur. Böyle bir vazgeçme insanın yaradılışıyla uzlaşmaz… Son olarak, bir yandan mutlak bir yetki, öte yandan sınırsız bir boyun eğeme koşulu koşmak, tutarsız ve boş bir sözleşme olur...” (s. 9).

 

Rousseau ve pek çok düşünür yüz yıllar boyu toplumsal mutabakat ve birlikte yaşama üzerine çok sayıda düşünce üretmişler, kitaplar yazmışlar, sanırım bizim toplumumuz da bu gibi yazılar yeteri kadar okunup tartışılmıyor. Günlük yaşamdan fırsat bulup, gelecek oluşturmak için geçmişten ders almak gibi bir kaygımız da ne yazık ki yok.

 

Jean-Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi, Çev. Vedat Günyol, İstanbul, 2014.