
Çinili Köşk...

ÇİNİLİ KÖŞK
Turing, 419, İstanbul, Aralık 2024, s. 26-37.
M. Sinan Genim
Topkapı Sarayı’nın dış bahçelerinde zaman içinde çok sayıda köşk ve kasır yapılmıştır. Birkaçı günümüze ulaşan bu köşk ve kasırlardan en önemlisi hiç şüphesiz Çinili Köşk’tür. XV. yüzyıl Osmanlı tarihçisi Tursun Bey “Sırça saray” dediği bu köşkü; “Bu bahçe içinde kayserlerin yaptırdıklarına benzer, cana can katan bir sırça saray; meydanı gönül açıcı, havası ferahlık verici ve sıkıntı giderici; öyle bir yapı yaptı ki, ‘sırça mamul, düzeltilmiş ve (şeffaf) bir açıklık’ sanki onu andırır ve ‘altlarından ırmaklar akan cennetler’ onun şahnişinlerini dillendirir; şöyle ki kavrayışı yüksek akıl mühendisi onun yapısındaki çizgileri, acayiplikleri ve sanatlarının garipliklerini kavramaya güç yetiremez. Ayrıca onun karşısında Osmanlı usulü, hendese fennini tam anlamıyla yansıtan bir kasır yapılmasını buyurdu ki, bu da asrın acayibi oldu.” sözleriyle anlatır.
XVI. yüzyıl başlarında İstanbul’da bulunan Giovan Antonio Menavino, Padişah için “Şu anda ikâmet ettiği saray kentin S. Demitrio Burnu (Sarayburnu) denilen tarafındadır. Saray iki yandan da denizle çevrilmiş olup büyük denize (Marmara Denizi) yönelmiştir. Bu saraya ‘Sercessarai / Serçesarayı’ denilmektedir.” demektedir. Ancak bu ismin tüm sarayı mı, yoksa Çinili Köşk’ü mü belirttiğini anlamak zordur.
Tursun Bey, bu satırları Eynoz (Enez) ve Taşoz’un fethinden (1456) hemen önce yazdığı için Çinili Köşk muhtemelen 1456 yılı öncesinde tamamlanmış olmalıdır. Buna karşılık Çinili Köşk’ün üzerindeki kitabede; “H. 877 / 1472-1473 bina olunduğu” yazılıdır. Ekrem Hakkı Ayverdi dört beyitlik kitabenin tarihini Rabiulahir 877 / Eylül-Ekim 1472 olarak belirtir. Zarif Orgun da söz konusu kitabede belirtildiği gibi H. 877 / 1472-1473 tarihini esas alır. Kitabede belirtilen tarih ile Tursun Bey’in naklettiği bilgi arasında on altı yıla yakın bir zaman aralığı bulunmaktadır. Acaba bu farkı bir tarih hatası olarak mı değerlendirmek gerekir?
Franz Babinger, yapının mimarının Sultanın buyruğu ile İstanbul’a yerleştirilen Karamanlı ya da İranlı “Kemaleddin” adında biri olduğundan söz eder. Bu hükme varmasını sağlayan bilgiyi, Barnette Miller’in 1913 yılında yayınlanan “Beyond the Sublime Porte: The Grand Seraglio of Stambul” adlı kitabından almıştır. Barnette Miller’in ise temel atma tarihini ve mimarının adını H. 870 / 1465-1466 tarihli kitabeden edindiği düşünülmektedir. Barnette Miller’in bahsettiği bu kitabeden Cornelius Gurlitt de söz eder. İlk olarak 1905 yılında geldiği İstanbul’da gördüğü yapıların rölövelerini hazırlayan, fotoğraflarını çeken Cornelius Gurlitt, bu çalışmalarını 1907-1912 yılları arasında Berlin’de formalar hâlinde yayınlar. Biri metin, diğeri planj olarak iki cilt hâlinde yayınladığı bu çalışmalar, “Die Baukunst Konstantinopels / İstanbul’un Mimari Sanatı” adını taşımaktadır. Cornelius Gurlitt, “1880 yılından itibaren Müze-i Hümayûn’un bir bölümü olarak hizmet veren bu yapı, ön avluda bulunan bir kitabeye göre, 1466’da II. Mehmed tarafından inşa ettirilmiş ve 1590’da III. Murad zamanında onarım görmüştür.” demektedir. Gerek Cornelius Gurlitt’in 1905 yılından sonra yaptığı tespitler sırasında sözünü ettiği gerekse Barnette Miller’in kitabında bahsettiği ile günümüzde kaybolmuş olan ikinci bir kitabenin var olduğu açıktır. Cornelius Gurlitt de yapının mimarının “Kemaleddin adlı bir şahıs olduğunun” söylendiğini belirtir. Ancak bu ismin bahsettiği kayıp kitabede olup olmadığını açık olarak belirtmez.
Çinili Köşk, Osmanlı mimari geleneğine yabancı bir üslup olan İran ve Orta Asya Timurî tarzında yapılmış yapıdır. Anadolu’da, ne de İran’da ve Orta Asya’da XV. yüzyıl veya öncesine tarihlenen bu türde bir yapı varsa da günümüze ulaşmamıştır. Çinili Köşk İstanbul’da başka benzeri olmayan bir yapıdır. Öncesi ve sonrası olmayan bu yapının tümüyle istisnaî bir teşebbüs olduğu ve Osmanlı saray yaşantısı ile uyum sağlamadığını düşünmek gerekir.
Zarif Orgun, “Fatih devrini anlatan tarihler bu bina hakkında çok az malûmat verirler. Arşivlerimizde buna ait kayıtlara rastlanmamaktadır. Mimarı meçhuldür, yapıda kullanılan malzemenin nereden getirildiği bilinmemektedir. Mamafih, o devrin Baş mimarı olan Atik Sinan’ın bu binalarda bir emeği olduğunu kabul etmek lâzımdır. Herhâlde, ileride bu noksanları giderecek malûmatı elde edeceğimizi ümit etmekteyiz.” demektedir. En geç tarihli yapı olarak Fatih Camii çevresindeki Çukur Hamam’ın (1484-1488) görüldüğü, Cristoforo Buondelmonti’nin 1420 ile 1422 tarihleri arasında hazırladığı, “Liber Insularum Archipelagi” adlı kitabında bulunan ve daha sonraki tarihlerde farklı kişilerce benzerleri yapılan İstanbul görünümünün Düsseldorf Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan nüshasında Çinili Köşk görülmez. Bölgede belirtilen tek yapı Aziz Petrus ve Paulus Kilisesi’dir. Hemen hemen tüm araştırmalarda 1500’lü yılların başında Giovanni Andrea Vavassore tarafından çizildiği düşünülen buna karşın kanımızca aslı Trabzonlu Amirutzes (Georgios Amiruces Trapezuntios) tarafından 1470’li yıllarda hazırlanan İstanbul görünümünde, Topkapı Sarayı’nın birinci avlusu içinde Aziz Petrus ve Paulus Kilisesi’nin sağına doğru yer alan iki katlı, kırma çatılı yapı ile Çinili Köşk belirtilmeye çalışılmıştır.
Buna karşın Seyyid Lokmân 1579-1585 tarihleri arasında yazdığı “Hünernâme” isimli eserinde; “Turan illerinden Fatih’in Yeni Sarayı’na gelen elçiler sarayı öylesine beğenmişlerdir ki ülkelerine götürmek için nakkaşlara onun resmini çizdirmişlerdir. Hikâyeye göre geri döndüklerinde sarayın resmi incelenmiş ve Sultanın (vezirin divanını izlediği perdeli pencereyle temsil edilen) örnek adaletine övgüler düzülmüş, ancak resimde görülen kubbeye asılı altın topun anlamı açıklanamamış. Mekke’ye giden Turanlı bir bilgin topun anlamını soruşturmak üzere İstanbul’a gönderilmiş ve kendisine yurttaşı Ali Kuşçî (1401-1474) tarafından, topun Sultan’ın yönetimini vezir-i azama emanet ettiği yerküreyi simgelediği söylenmiştir.” sözleriyle anlatır.
Seyyid Lokmân’ın bu açıklamalarını şüphe ile karşılamaktayız. Çünkü Dîvân-ı Hümâyûn’un oluşumu çok daha geç tarihlidir. Eğer bu açıklama doğru ise Çinili Köşk’ün bir dönem imparatorluğun idare merkezi olarak kullanıldığı ve divan toplantılarının bu yapıda yapıldığını kabul etmek gerekecektir. Ancak bu konuda Ali Kuşçî’yi şahit göstermesi bazı şüphelere sebep olmaktadır. Dîvân-ı Hümâyûn binasında üzerinde delikler olan böyle bir top asılıdır. Bu topun dünyayı temsil ettiği, üzerindeki deliklerin ise padişahın oklarının (emirlerinin) onu delip geçtiğini göstermektedir. 1571-1581 tarihli “Şehname-i Selim Han” albümünde Sultan II. Selim’in, Topkapı Sarayı Adalet Kulesi penceresinden attığı okun divanhanenin ortasında asılı olan küreye saplandığı görülmektedir. Bu top aynı zamanda “Kızıl Elma”yı da temsil ediyor olabilir.
Fatih’in şehzadesi Mustafa’nın mahiyetinde Konya’da üç yıl (1471-1474) yaşayan ve yöre mimarisi hakkında bilgisi olan Giovanni Maria Angiolello’nun bu yapıyı; “İran üslubunda yapılmış ve Karaman üslubunda bezenmiş” olarak tanımlaması ilgi çekicidir. Giovanni Maria Giovanni Maria Angiolello, “Söz konusu sarayın etrafında bir bahçe vardır ki bu bahçe yukarıda bahsedilen üç avluyu bir yandan ve diğer yandan, adı bahsedilen surlar kadar çevreler. Bu bahçede bazı kubbeli kiliseler vardır ve Büyük Türk bir tanesini tamir ettirmiştir, bu kilisede mozaik işçiliği bulunur. Bu bahçede birbirinden yaklaşık bir taş atımlık mesafe kadar uzakta üç saray vardır ve bunlar farklı tarzlarda yapılmışlardır. Bir tanesi İran tarzında, Karaman ülkesinin üslubuna göre işlenmiş ve kerpiçle örtülüdür; ikincisi Türk tarzında yapılmıştır, üçüncüsü ise Grek tarzında kurşunla örtülüdür.” demektedir. Timurî dünya ile yakın kültürel bağları olan Türkmen hanedanının yönettiği Karaman Beyliği’nden gelen bir usta grubu tarafından yapılmış olması elbette mümkündür. Gülru Necipoğlu, köşkün adı olarak İran’da çini için kullanılan “Kaşî” yerine, Konya yöresinde çini için kullanılan “Sırça” sözcüğünün kullanılmasının “Konya” bağlantısını akla getirdiğini belirtmektedir.
Çinili Köşk dört eyvanlı bir merkezî alan (sofa) üzerine inşa edilmiş iki katlı bir köşktür. Giriş katının dört köşesinde birer dikdörtgen oda, giriş aksında ise beş köşeli bir oda bulunmaktadır. Günümüzde taş kolonatlı olan revak bölümünün daha önce ahşap olduğu, XVIII. yüzyılda geçirdiği bir yangın sonucu kâgire dönüştürüldüğü bilinmektedir. Köşkün giriş bölümünde yer alan ahşap revakların oturduğu platform zeminden 2,50 metre kadar yüksektedir. Giriş katı seviyesine ulaşmak için kullanılan taş merdiven bu tür görkemli bir yapıyla bağdaşmayacak kadar basit ve dardır. Gerek Sedad Hakkı Eldem gerekse Ekrem Hakkı Ayverdi’nin yaptığı rölöve ve restitüsyon denemelerinde bu durum açıklıkla görülmektedir. Sedad Hakkı Eldem, her ne kadar günümüze ulaşmasa da Timur’un Keş ve Semerkant’ta benzer saraylarının da bulunduğundan söz eder. İki yüz yılı aşkın süre sonra İsfahan’daki Çehel Sütun ve Heşt Behişt Kasırları aynı anlayışın geç örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
Osmanlı coğrafyasında, Çinili Köşk’ün inşaatında kullanılan tekniğin bir benzeri daha yoktur. Orta mekânı örten kubbe, sofa ve odaların düz tavanlarında örgü tuğla olmakla beraber yerli tekniklerle alakaları yoktur. İçinde belirli bir yüksekliğe kadar duvarlar çoğunlukla altıgen ve üçgenlerden oluşan lacivert, turkuaz ve altın sarısı çinilerle bezenmiştir.
Köşkün önünde “Ağa Çayırı, Ağa Yeri, Kalfa Yeri, Kum Meydanı” gibi muhtelif isimlerle anılan büyük çayır vardı. Bu alanda cirit, tomak, binicilik gibi yarışmalar ile güreşlerin yapıldığı söylenmektedir. Abdurrahman Şeref Bey 1908-1911 tarihlerinde yayınladığı “Topkapı Sarayı Hümâyûnu” isimli dört adet makalesinde bulunan Sur-u Sultanî haritasında bu alanı “Ağa Vekili Bahçesi” olarak belirtilmektedir.
“Hünernâme”de bulunan ve Molla Tiflisî’nin çizdiği minyatürde, Çinili Köşk hemen yanında yer alan bir yapı ile birlikte görülmektedir. Günümüz Eski Şark Eserleri Müzesi’nin yerinde hemen hemen Çinili Köşk ebatlarında ikinci bir köşk olduğu anlaşılmaktadır. Her iki köşkün önünde daha alçak kotta ise büyük bir havuz bulunmaktadır. Aynı görüntünün daha az detaylı bir benzeri Velican’ın İstanbul Planı’nda da karşımıza çıkmaktadır. Gerek Çinili Köşk gerekse zaman içinde kaybolan ikinci köşk Melchior Lorichs’in 1559 tarihli İstanbul panoramasında da görülmektedir. Zarif Orgun, günümüze erişmeyen bu yapının “Üçüncü Mehmed Köşkü” ismiyle bilindiğini ve önünden surre alaylarının hareket ettiğini söyler. Ekrem Hakkı Ayverdi ise kaynak belirtmeksizin bu yapının “Saray Eczanesi” olarak kullanıldığını belirtir. Hangi tarihte yapıldığı ve hangi tarihte yıkıldığı bilinmeyen bu yapının mimarisi hakkında da herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bu konuda akıl yürütmek gerektiğinde yapının Çinili Köşk ile birlikte yapıldığı ve her ne kadar hiçbir kaynakta bu konuda bir bilgi bulunmuyorsa da 1737 yılında meydana gelen yangın sırasında yandığı ileri sürülebilir. 1590 tarihli bir diğer İstanbul panoramasında da Çinili Köşk ve onun hemen sağında sözünü ettiğimiz bu yapı görülmektedir.
Çinili Köşk’ün gerek “Hünernâme” gerekse Melchior Lorichs’in İstanbul panoramasındaki görünüşüyle günümüzdeki görünüşü arasında çok önemli bir fark bulunmaktadır. Bu çizimlerde gerek Çinili Köşk gerekse III. Mehmed Köşkü olarak isimlendirilen ikinci köşkün üstünde oldukça dik, çadır benzeri, kurşun kaplı birer çatı bulunmaktadır. Kurşun kaplı kırma çatının ne zaman kaldırıldığı ve yerine günümüzdeki fenerin yapıldığı da belirsizdir. Muhtemelen 19 Kasım 1737, salı gecesi meydana gelen yangın sonrası yapılan onarım sırasında çatı formu değişmiş olmalıdır. Henry Aston Barker’ın 24 Ocak-6 Haziran 1800 tarihleri arasında çizdiğini bildiğimiz 360 derecelik İstanbul panoramasında Çinili Köşk’ün üzeri oldukça dik bir kırma çatı ile örtülüdür. Sedad Hakkı Eldem bu nedenle çizdiği restitüsyon denemesinde muhdes fener ve bacaları göstermez, çatıyı düz olarak kabul eder. Çinili Köşk’ün günümüzdeki görüntüsü, bazı araştırmacıları yanıltmaktadır. Bu görüntü ile değerlendirmelerine ve karşılaştırma yapmalarına neden olabilmektedir. Bir yılı aşkın süredir yapılmakta olan restorasyon çalışmaları sırasında da bu konuda bir araştırma yapılmadığı, son dönem görünümünün tekrarlandığı görülmüştür (29 Haziran 2024 günü yapılan inceleme).
Ekrem Hakkı Ayverdi bu yangın sırasında ahşap giriş revakının yanmasının önemli olduğunu söylemekte. Hâzine-i Hassa Sır Kâtibi Selâhî Efendi’nin “Ruznâmesi”nde detaylı şekilde bahsettiği yangın binada bulunanların kusurları yüzünden şiddetlenmiş ve köhneleşmiş ahşap revakı tutuşturarak üç saat sürmüştür. Küçük bir alanı kaplayan revak yangınının bu kadar uzun sürmesi mümkün değildir. Bu yangının çatıya sirayet ettiği ve bu nedenle uzun sürdüğünü düşünmek gerekir. Ekrem Hakkı Ayverdi, “Çatıya ateş gelse de bizi birinci mertebede alakadar etmez.” demektedir. Çünkü onun ilgilendiği konu ahşap revak konusudur. Ancak ondan çok daha önemli olan ve köşkün siluet içindeki görünüşünü değiştiren çatının ortadan kalkması, bu konunun hiç dile getirilmemesidir.
Bu arada araştırdığım ve incelediğim tüm kaynaklarda değinilmeyen bir noktaya dikkat çekmek isterim. Çinili Köşk’ün bodrum katının orta mekânında bir havuz bulunması gerekir mi? İran ve Orta Asya’daki benzer yapılarda ana mekânın ortasında bir havuz bulunmaktadır. Benzer yapıların genellikle esas katlarının giriş katı olduğu görüldüğünde, havuzun bu katta olması tabidir. Ancak Çinili Köşk yapıldığı yer itibariyle dik bir yamaçtadır, bu nedenle zemin katı arazi kotundan yükseltilmiş ve altına üst kat ile nerede ise aynı plan anlayışıyla, yapının önünde yer alan büyük havuza bakan bir bodrum kat inşa edilmiştir. Eğer bu yapıda bir havuz bulunuyordu ise bunun bodrum katta olması gerekir. Sultan III. Mehmed’in H. 999 / 1590-1591 tarihinde köşkün bodrum katına yaptırdığı çeşmenin kitabesinde, su sisteminin o yıl onarıldığı belirtilmektedir. İlk yapımında köşkün bodrum katında bir havuz bulunuyor olsa bile Sultan III. Mehmed’in yaptırdığı çeşme sırasında bu havuz kaldırılmış olabilir.
Yapı içinde belli belirsiz bir su sesi oluşmasına neden olan üç adet kaskatlı su girişi hâlen varlığını korumaktadır. Zaman zaman yapılan onarımlar sırasında bazı değişikliklere maruz kalsalar da varlıklarını korumaları bir mucizedir. Bu konu üzerinde detaylı olarak çalışmanın gerekli olduğunu düşünmekteyim. Giovan Antonio Menavino kitabının “Büyük Türkün Sarayı” başlıklı bölümünde; “Ama sonra Sultan Bâyezıd babası Sultan Mehmed’e ait bu odaları saraydan ayırdı. Yaz vakti gelince Sultan, kendisi için oldukça yüksek bir yerde inşa edilmiş, serin, suları çok bol olan o ikametgâha taşınır… Sultan yaz vakti gündüzleyin şırıldayan suların tatlı mırıltısıyla serin serin uyumak için ekseriya buraya gelirdi.” demektedir. Bu açıklamayı dikkate aldığımız zaman köşkün zaman içinde geçirdiği değişiklikler üzerinde daha çok araştırma yapmamız gerektiği anlaşılmaktadır.
Çinili Köşk’ün giriş eyvanında bulunan 58 santimetre yüksekliğinde, 11,20 metre uzunluğundaki Farsça kitabe de çok az bilinir. Sedat Çetintaş, “İstanbul ve Mimari Yazıları” adlı kitabında kitabenin günümüz Türkçesini yayınlar.
“Felek gibi yüksek olan bu kasrın kapısı öyle kurulmuştur ki fazla yüceliğinden sanki elini Cevzâ’nın kemerine atmıştır. Onun sahasının en alçak yeri Ferkedan burcunun tepesine ve Zühal’in sakfına şeref verir. Zümrüdin kubbesi parlak gökler gibi yıldızdan kitabeleriyle ziynet bulmuştur. Firuze gibi olan zemini de çeşitli çiçeklerle ve bukalemun nakışlarla mütehalled olan Cennet bağlarını andırır. Hakanlık devlet ve izzetinin kuvvetiyle ve Tanrının yüksek himmet yümn-ü bereketiyle bu bina 877 (1473) yılı rebiyülahırının sonlarında itmam şerefine mazhar oldu ki yapılar daima yapanın himmetini hikâye eder. Senin kapının içi nimetlerle dolu olan Cennetin önüdür. Senin haremin Kâbe gibi muhterem olmuştur. Senin kurulduğun yerin hava güzelliğinden çürümemiş kemiklere adeta can gelir. Bu kasrın önü, kerametinden dolayı mülk erbabının kıblesi, eşiğin kutlu oluşundan dolayı din ehlinin kıblegâhı, yücelik güneşinin doğduğu ve murat sahibinin parladığı, yer ve göğün göz nuru ve yeryüzünün ziynetidir.”
Çinili Köşk, Cevdet Paşa’nın Maarif Nazırlığı sırasında 25 Ramazan 1290 / 16 Kasım 1873 tarihli bir tezkere ile Babıâli’den müze yapılmak üzere istenir. Birkaç kez yapılan bu tür istekler sonucu, 1875 yılında Çinili Köşk müze olarak kullanılmak üzere Maarif Nazırlığı’na devredilir.
19 Ağustos 1880 günü dönemin Maarif Nazırı Münif Paşa’nın da katıldığı bir törenle müzenin açılışı yapılır. Yapının mimarisi ile bağdaşmayan bir şekilde heykel müzesi hâline sokulan köşkün bu ilk düzenlemesi kısa süre sonra ortaya çıkan reaksiyon nedeniyle yenilenmiş ve heykeller dışarıya çıkartılmıştır. Çinili Köşk’ün akıbeti Alexandre Vallaury tarafından yapılan “Müze-i Hümâyûn” binasıyla belirlenir. Artık Topkapı Sarayı ile olan organik bağı ortadan kalkmıştır. Daha önce bir spor meydanı, bir süre Surre Alayı’nın hareket noktası olan meydan artık yoktur. Bu alan aynı zamanda Topkapı Sarayı Baltacılar Koğuşu altındaki Perde Kapısı’ndan başlayan, Sultanların Kılıç Alayı’nın gidiş ve dönüş yoludur. Yeni Müze binasının yapımıyla, Çinili Köşk Türk ve İslam eserlerinin sergilendiği bir seksiyon hâline getirilmiştir. 1854 yılında James Robertson tarafından çekilen bir fotoğrafta Çinili Köşk’ün müze olarak kullanımından önceki hâlini görmekteyiz. Otuz yıl sonra 1880 yılında Sebah & Joaillier tarafından çekilen karede ise ön bölümüne çift taraflı bir merdiven ilave edildiği görülmektedir.
Çinili Köşk üzerine araştırma yapan çoğu bilim insanı onun orijinal çatısının farkına varmamış, her zaman teras çatının üzerinden yükselen ve orta mekânı aydınlatan fenerin orijinal yapıdan kaldığını düşünmüştür. Yalnızca Sedad Hakkı Eldem bu fenerin orijinal olmadığını fark etmiş ve hazırladığı restitüsyon denemesinde onu göstermemiştir. Ancak kitabında “Hünernâme” ve Melcihor Loricsh çizimlerinden söz etmesine rağmen çadır formundaki çatıdan bahsetmemiştir.
Çinili Köşk için bundan böyle yapılacak çalışmalarda bu noktanın da dikkate alınması gerekmektedir. Her ne kadar önündeki alanda denetimsiz büyüyen ağaçlar nedeniyle artık görünmez hâle gelse de çadır formunda bir çatı ile örtülecek olan Çinili Köşk’ün daha ilgi çekici bir mekân hâline geleceğini ve çok sayıda ziyaretçi için merak edilen bir yapı olacağını düşünmekteyim.
Ne yazık ki başta ülkemizin bu konularla ilgili yöneticileri olmak üzere büyük bir çoğunluk zengin kültürel birikime sahip olduğunun farkında değildir. Ülkemiz dünya gündemine getirilecek, ilgi çekecek ve merak duygusu yaratacak çok büyük bir kültürel mirasa sahiptir. Bunun ne zaman farkına varacağız? Acaba bu konuda bize önderlik edecek yöneticilere ne zaman kavuşacağız? Ne zaman günlük kısır çekişmelerden kurtulup, ileriye doğru atılım yapacağız? Acaba bu atılımın yaratacağı güzel günleri görmeye ömrüm yetecek mi?
Çinili Köşk... Turing, 419, İstanbul, Aralık 2024, s. 26-37.















