Ütopya...
ÜTOPYA
Milliyet Gazetesi, 1 Ağustos 2021, s. 7.
Geçen günlerde, Mehmet Tez’in; “Herkes Mars’a giderken ben bugün tersine gideyim” başlıklı bir yazısını okudum ve bir an kendi kendime “nereden çıktı şimdi bu Mars hülyası” diye düşündüm.
Mars, her zaman bir şeyler icat etmeye çalışan insanlığın, gelecek beklentisine bir yanıttır, bir ütopyadır. Büyük çözümsüzlükler döneminde insanlık ütopyalara başvurur. Dönemin ağır sorunları, insanlığın ütopya özlemini, ütopya ihtiyacını kışkırtır. Bazı kişiler ütopya yerine distopya türü yazılar yazsa da bu karamsar bakış açısı yerine gelecek için ümit içeren ütopyaları tercih ederim. Yaşamın devamı için onun beklentilerine cevap verecek yeni atılımlara, gelecek kurgularına ihtiyaç duyulur. İnsanlık için, her zaman heyecan duyacağı, ulaşmak için yılmadan çalışacağı yeni atılımlar gerekiyor.
Ütopya
Bir yazarın dediği gibi; “Çöl ortasında bir vahadır, ütopya ve oraya erişmek için yılmadan ömürler tüketilir.” Hem Antik dönem hem de sonraki yüz yılların bunalım dönemlerinde birbirine benzer ütopyalar üretilir. Ütopya, Grekçe de “yer / mekân” anlamına gelen “topos”un önüne bir olumsuzluk takısı eklenerek oluşturulan kelimedir. U-topos; “olmayan yer, yok ülke” anlamına gelir.
Her ne kadar insanlığın erken dönemlerinden itibaren benzer hikâyeler oluşturulsa da bu ismin babası ünlü düşünür Thomas More’dur. Thomas More, 1515 yılı Mayıs ayında resmi bir görev için gittiği Fransa’da bir kitap tasarlamaya başlar. Daha sonra Antwerp’e geçer, kentin genel sekreterliğini yürüten ve Erasmus’un dostu olan Peter Giles ile tanışır. More’un gönlünü kazanan Peter Giles, Ütopya’nın ana karakterlerinden biri olur.
Ütopya’nın konusu
Ütopya’nın kurgusu, Thomas More, Peter Giles ve Giles’in More ile tanıştırdığı Portekizli eski bir denizci olan Raphael Hythloday arasında geçen konuşmalardan ve Hythloday’ın bir dönem yaşadığını söylediği Ütopya isimli ülkeden oluşmaktadır.
Raphale Hythloday’le tanışmalarından kısa bir süre sonra Peter Giles ile birlikte ona hayran olurlar. Daha gençliğinde varını yoğunu akrabalarına bağışlayan ve yolculuğa çıkan Hythloday’ın neredeyse gezmediği, görmediği ülke kalmamış gibidir. Derin bir kültüre ve gözlem gücüne sahip olan gezgin, gezdiği tüm ülkelerde “Kolay kolay bulamadığı tek şeyin, doğruluk ve akıllıca düzenlenen bir toplum” olduğunu söyler. Yaptığı açıklamalar o kadar beğenilir ki; Peter Giles dayanamaz ve “Doğrusu, sevgili Raphael niçin bir kralın yanına girmediğinize şaşıyorum. Hangisine baş vursanız sizden hoşlanır ve yararlanır.”
“Ailemden yana pek kaygım yok… daha fazla para kazanmak için benim bir krala kölelik yapmamı istemezler.”
Yanlış anlamayın der Peter; “ben sizin kralın yanına uşak olarak değil, danışman olarak girmenizi söylemek istedim.”
Çarpıcı bir cevap alır: “Krallar, dostum, ikisini pek ayırmaz birbirinden, danışmanı da kendilerine hizmet eden bir adam diye görürler.” (s. 90)
İngiltere’den uzakta
İngiltere’den uzak olduğu bu dönemde Thomas More, kendinden önceki pek çok yazar ve düşünürün kullandığı bir yöntemi seçerek, dönemin yöneticilerini kendi sözleriyle değil, bir başkasının ağzından çıkan sözlerle eleştirmektedir.
“Kralların danıştığı insanlara gelince: Bunların bir kısmı ağızlarını açmaz, çünkü söyleyecek sözleri yoktur, kendileri akıl danışmak durumundadırlar. Bir kısmının akılları erer, işe yarayacaklarını bilirler; ama her zaman gözde olan yetkilinin düşüncesini paylaşırlar, ortaya attığı budalalıkları alkışlarlar. Bütün bu aşağılık asalakların tek kaygısı, yüz karası bir dalkavuklukla, kralın tuttuğu adamın desteğini kazanmaktır. Bir diğer kısmı da kendilerini beğenmiş kişilerdir, yalnız kendi düşüncelerine değer verir, kimseyi dinlemezler. Bunda da şaşılacak bir şey yok, çünkü doğa herkese kendi yarattığını sevip okşama içgüdüsünü verir: Karga da maymun da kendi yavrularına gülümser yalnız.” (s.91)
Montaigne
Erken dönem Hint, Çin, Grek ve Roma kültüründe başlayan daha sonra İslam kültüründe devam eden hükümdarlar ve yöneticilere yol göstermek veya prensleri eğitmek için kullanılan benzer yazılar, siyasetnameler, öğütnamelerde çokça işlenen bu konular, aydınlanma döneminin başlarından itibaren Batı kültüründe de kendine yer bulur.
Hemen her yazarın, ortaya çıkabilecek sıkıntılardan korunmak amacıyla ya fabl türü ya da bir başkasının ağzından aktardığı bu gibi açıklamaları Montaigne farklı bir deyişle okuyucuya sunar.
“Okuyucu bu kitapta yalan dolan yok. Sana baştan söyleyeyim ki, ben burada yakınlarım ve kendim dışında hiçbir amaç gütmedim. Sana hizmet etmek yahut kendime ün sağlamak hiç aklımdan geçmedi: Böyle bir amaç peşinde koşmaya gücüm yetmez. Bu kitabı, yakınlarım için kolaylık olsun diye yazdım...
Kısacası okuyucu, kitabımın özü benim: Boş vakitlerini bu kadar sudan ve anlamsız bir konuya harcaman akıl kârı olmaz.
Haydi uğurlar olsun.”
Thomas More, Ütopya, Çev. Çiğdem Dürüşken, İstanbul, 2014.