Türkiye’nin Maarif Dâvası...
AnasayfaMedyaKöşe Yazıları

Türkiye’nin Maarif Dâvası...

KAYDIRIN

< Geri dönün

TÜRKİYE’NİN MAARİF DÂVASI 

Milliyet Gazetesi, 19 Mart 2023, s. 5. 

7 Kasım 1909 günü İstanbul Süleymaniye’de doğan Nurettin Ahmet Topçu, Büyük Reşid Paşa Numune Mektebi’ni (1922) bitirdikten sonra öğrenimine Vefa İdadisi’nde devam eder. Daha sonra İstanbul Erkek Lisesi’ne geçerek bu okuldan 1928 yılında mezun olur. Sonrasında eğitimine Avrupa’da devam etme arzusuyla girdiği sınavları kazanarak Fransa’ya gider. Önce Bordeaux Lisesi’ne devam eder ve Fransızca öğrenir. Devamında Strasbourg Üniversitesi’ne geçerek felsefe öğrenimi görmeye başlar, bu dönem içinde ahlak felsefesi konusunda verilen seminerleri tamamlar ve sanat tarihi lisansı yapar.

Eğitimi

Strasbourg Üniversitesi’nde ahlak felsefesiyle ilgili olarak hazırladığı “Conformisme et révolte / İsyan Ahlâkı” isimli bitirme tezini 2 Temmuz 1934 günü Sorbonne Üniversitesi’nde savunur ve üstün başarı kazanır. Bu arada, Nurettin Topçu’nun Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe doktorası yapan ilk Türk olduğunu belirtmek isterim. Ülkemize döndükten sonra ilk görevi Galatasaray Lisesi’nde felsefe öğretmenliğidir. Daha sonra İzmir Lisesi, İstanbul Vefa Lisesi, Denizli İsmet İnönü Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi, Haydarpaşa Lisesi ve Robert Kolej’de öğretmenlik yapar. 1974 yılında yaş haddi (65 yaşında) nedeniyle emekli olur ve 10 Temmuz 1975 günü vefat eder. Çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmış çok sayıdaki makalesinin yanı sıra İsyan Ahlâkı; Felsefe, Kültür ve Medeniyet; Türkiye’nin Maarif Dâvası; Var Olmak; Yarınki Türkiye gibi kitapların da yazarıdır.

Maarif Dâvası

Nurettin Topçu’nun 1960 yılında yayınladığı, “Türkiye’nin Maarif Dâvası” adlı kitabı, üç ana bölüm ve bu bölümleri teşkil eden alt bölümlerden oluşmaktadır. Nurettin Topçu bu kitabının önsözüne; “... Milletimizin üç asırdan beri geçirmekte olduğu buhranların sebebi ve kaynağı, kültür ve maarif sahasında aranmalıdır. Âlimin atının ayağından sıçrayan çamurdan bile kendisine şeref payı çıkaran hükümdarların mesud asrı nihayet bulduktan sonra, devletimizin yapısında sarsıntılar başladı. Bununla birlikte göze çarpan hadise, cahillerin ulema sınıfına nüfuz etmeleriyle halkta kanaat uğrunda mücadele kudretinin kırılması, milli karakterin zedelenmesi oldu...” sözleriyle başlar ve “... Mektepler açıldı; bunlarda yeni ilimler okutuldu. Lâkin ilim sevgisi aşılanmadı; âlimin üstünlüğü ve toplum içindeki önderliği telkin edilmedi. Çünkü ilme gerçekten inanılmadı. İlim, bizim hayatî menfaatlerimiz için vasıta olarak, şekil halinde istismar edilmek istendi; teknik putlaştırıldı...” sözleriyle devam eder. (s. 13)

Millî Öğretim

1960 yılında yazdığı bu teşhisin ne kadar geçerli olduğunu günümüzde yaşananları gördükçe daha iyi anlamaktayız. XIX. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren toplumun ve devletin gündeminde baş köşeyi işgal eden eğitim davamız, ne yazık ki son yıllarda büyük bir hızla öğretime dönmüş durumda. Her ne kadar ismi “Millî Eğitim” olsa da bu konuda görevli bakanlık eğitim ile öğretim arasındaki ince çizginin farkında değil. Bir insana belki bir şeyler öğretebilirsiniz ama, esas olan onun eğitimidir. Uzun yıllar eğitim faaliyeti içinde yer almış biri olarak çoğu kez, bazı kişileri, “Öyle böyle bir üniversiteden mezun olmuş ama, ne yazık ki eğitimden nasibini almamış!” diye değerlendiririm. Nasıl olur da nerede ise anaokulundan başlayan ve üniversiteden mezuniyete kadar devam eden uzun bir okul sürecinde bir insan eğitilemez? Anlamak gerçekten mümkün değil!

“... Her büyük millet, kendi hayatının evrim sırrını ve ebediliğe yönelen hayat yolculuğunun büyük kudretini felsefî sistemden çıkarır… Felsefî kültür, mektebin temel taşıdır. Eflatun akademisinin kapısında ‘geometri bilmeyen buraya giremez’ levhası vardı. XX. asır mektebinin kapısına ‘felsefesi olmayan milletin mektebi olmaz’ cümlesini yazmak gerekir...” (s. 15)

Felsefe eğitiminin önemi

Sanırım her şeyden önce rahmetli Nurettin Topçu’nun bu sözlerini dikkate almak gerekiyor. Felsefî düşünce sahibi olmak, yalnızca öğretim sonucu elde edilecek bir nitelik değildir. Çoğu kez bahsettiğim gibi okul öncesi aile içinde başlayan eğitimin önemini bir kez daha vurgulamak isterim. Çocuk yaşta bu eğitimi alan insanlar, artık şuuraltına yerleşen bu niteliklerini yaşam boyu sürdürür ve geliştirirler. Günümüzden dört yüz yılı aşkın bir süre önce Francis Bacon, “Alışkanlık ve Eğitim Üstüne” isimli denemesinde; “… Alışkanlıklar yaşayışımızı en çok etkileyen şeyler olduğu için, elden geldiği kadar iyi alışkanlıklar edinmeye bakmalıyız. Bilindiği gibi alışkanlık en iyi küçük yaşta başlarsa kök salar, buna eğitim diyoruz. Gerçekte eğitim erken alışkanlıktan başka bir şey değildir…” demektedir. Bacon’un çok önemli bir değerlendirme yaptığını görmekteyiz, öğretimin değil, eğitimin önceliğini üzerine basa basa belirtiyor.

Maarif ve Millî Eğitim Bakanları

23 Nisan 1920 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi açılır. Hemen sonrasında kurulan ilk hükûmette Maarif Bakanlığı’na Dr. Rıza Nur seçilir. 4 Mayıs 1920 ile 13 Aralık 1920 tarihleri arasında altı ayı aşkın bir süre bakanlık yapar. 1920 yılından günümüze değin yüz üç yıl geçer. Bu süre içinde inanılması zor ama 66 (altmış altı) Millî Eğitim Bakanı görev yapar. Bu kişilerin dokuzunun iki hatta üç kez bakanlık yaptığı göz önüne alınırsa bir kişinin bakanlık süresi nerede ise bir buçuk yılı aşmaz. Büyük bir çoğunluğu eğitim ve öğretim hizmetinde bulunan bu kişilerin her ne kadar eğitim konusunda gelişmiş fikirleri olsa da bu kadar kısa bir süre içinde bakanlık işleyişini algılamaları, kendi düşüncelerini hayata geçirmek için çalışmaya başlamaları ve netice almaları mümkün değildir. Bu nedenle Millî Eğitim konusu siyasilerden çok atanmış bürokratların düşünceleri çerçevesinde yönlendirilmeye çalışılmış ve hemen her zaman şikâyet konusu olmuştur.

Eğitim sorunu

Benim kuşağım Cumhuriyetimizin ilk dönemindeki coşkuyla hareket eden, çocuk yaşlarında aile içi eğitim almış öğretmenlerin verdiği eğitimle yetişti. Öğretimden çok, bize kaliteli ve hayatımızı düzene sokan bir eğitim verildiğini düşünüyorum. Hocalarımızın bize vermeye çalıştıkları eğitimin yalnızca anlattıkları ile kalmadığını gerek bize gerekse çevreye karşı olan hareket ve davranışlarıyla da eğitimimize katkı sağladıklarını şimdilerde çok daha iyi anlıyorum.

Yüz yılı aşkın süredir, çok şeyi başarmamıza karşın eğitim konusunda yeteri kadar çaba göstermediğimizi, giderek artan şehir nüfusu içinde eğitim eksikliğinin getirdiği olumsuz davranışların daha sık ortaya çıktığını yaşayarak görmekteyiz. Elbette okul içi eğitim önemlidir, ama ilk öğretmenlerimiz birlikte yaşadığımız büyüklerimiz ve ebeveynlerimizdir. Onların gerek söz gerekse davranışlarıyla verdiği eğitim çok daha kalıcı olup kolay kolay değiştirilmesi mümkün olamayan alışkanlıklar haline gelir...

Nurettin Topçu, (Haz. Ezel Erverdi-İsmail Kara), Türkiye’nin Maarif Dâvası, İstanbul, 2020.

Yenilem Proje Danışmanlık Ticaret A.Ş. © 2024. Her Hakkı Saklıdır. Site: İkipixel

TAKİP EDİN