Türkiye ve Polonya...
TÜRKİYE VE POLONYA
Milliyet Gazetesi, 12 Mart 2023, s. 6.
Dünkü yazımda sizlere “Polonezköy”ü tanıtmak isterken “Lehistan Elçisi” hikâyesini anlatmıştım. İki yüz yılı aşkın bir süre sonra Polonya’nın hâlâ bu diplomatik jesti hatırladığından ve Avrupa Birliği’ne katılış töreninde dile getirdiğinden de bahsetmiştim. Bu arada aklıma bir başka olay daha geldi, bunu da sizlerle paylaşmak istedim.
Büyükelçi’den anılar
Sevgili dostum emekli Büyükelçi Ender Arat, “Türkiye-Macaristan Büyükelçi’den Anılar” isimli kitabında bir olaydan bahseder. Dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı rahmetli İsmail Cem biri resmi, diğeri NATO Dışişleri Bakanları toplantısı nedeniyle iki kez Macaristan’ı ziyaret eder. Dönemin Dışişleri Bakanı János Martonyi ile dayanışma içinde olurlar. Gerek bu dayanışmanın geliştirilmesi gerekse iadeiziyaret için János Martonyi, 22-24 Ocak 2001 tarihleri arasında Türkiye’yi ziyaret etmek ister. Bu ziyarette, protokol kuralları gereğince her iki ülkenin Büyükelçilerinin de bulunması gerekmektedir.
Ziyaret programına göre János Martonyi’nin Budapeşte’den Macar Havayolları ile İstanbul’a, oradan da Ankara’ya gelmesi planlanmıştır. Son dakikada bir değişiklik olur. Berlin’de “Sınırları Kalkmış Avrupa” konulu uluslararası “Bertelsmann Forumu”na katılmak zorunda kalır ve Berlin’den Türk Havayolları uçağı ile Ankara’ya gelir.
Ankara’daki yemek
János Martonyi, 22 Ocak 2001 akşam üzeri Esenboğa Havaalanı’nda karşılanır, otele yerleştikten sonra Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in konutunda onuruna verdiği yemeğe katılır. Yemekte János Martonyi, Bertelsmann Forumu hakkında bilgi verir ve Türkiye’nin gerçek dostlarının kimler olduğunun bu toplantı sırasında ortaya çıktığından bahseder ama ayrıntılara girmez. Ertesi gün İsmail Cem’in talimatı üzerine Berlin Büyükelçiliğimizden söz konusu toplantının ayrıntıları hakkında bilgi toplanması istenir. Bu talep üzerine Berlin Büyükelçiliği, Macaristan Büyükelçiliği Müsteşarı ile temasa geçerek şu bilgileri edinir.
Bertelsmann Forumu
“Toplantı sırasında Polonya’nın Dışişleri Bakanı Bartoszewski Türkiye’nin Avrupa’ya aidiyeti konusunu gündeme getirir. Avrupalı kimliğinde kültürel faktörlerin belirleyici rol oynadığını, Avrupa entegrasyon sürecinin potansiyel katılımcıların ‘Avrupa Değerleri Sistemi’ne ait olmayı belirleyen kriterleri yerine getirmeleri gerektiğini ileri sürer. Türkiye’nin özel durumunu tartışmaya açar. Dengeli bir tavır ortaya koymaya çalışırken, Avrupa’nın Yunan, Latin, Katolik, Ortodoks ve Protestan kültürüne dayalı değerler sistemi olduğunu söyler. Entegrasyona katılacakların bu değerlere uymaları icap ettiğini, oysa Türkiye’nin istisnai bir durum teşkil ettiğini, adaylığının ciddi değerlendirilmediğini, Yunanistan’ın Kıbrıs sorununda elini güçlendirme amacıyla baskısı sonucu Helsinki’de aday kabul edildiğini, Türkiye ile müzakerelerin en az 15 yıl süreceğini, Fas ve İsrail’in de Avrupa değerleri sisteminin değiştiği iddiası ile AB’ne katılım hakkı talep edebileceğini ileri sürer. Bunun Bosna Hersek ve Arnavutluk’u da cesaretlendireceğini bildirir. Ayrıca eski SSCB içinde yer alan ülkelerin konumlarını da gündeme getireceğini söyler.”
“Şansölye Schröder’in dış politika danışmanı Steiner, Polonya Dışişleri Bakanı’na cevap verir; Türkiye dahil tüm aday ülkeler bakımından birliğe katılmanın yegâne koşulunun Kopenhag Kriterleri olduğunu, bunun dışında ilave kriterler geliştirilemeyeceğini, Türkiye’nin Kopenhag Kriterlerini yerine getirmesi halinde AB’ne üye olabileceğini vurgular.” (s. 305-306)
Avrupa Birliği’ne üye olma telaşı!
Bu konuşmaların gerçekleştiği tarihte Polonya Avrupa Birliği’ne üye değildir. Türkiye’nin desteği ile 1999 yılında NATO’ya üye olmuş, Avrupa Birliği’ne katılmak için gereken entegrasyon çalışmalarına da devam edilmektedir. Polonya Dışişleri Bakanı Bartoszewski’nin yeteri kadar tarih bilgisi yoktur. Her ne kadar Yunan ve Latin kültürüne gönderme yaparsa da asıl vurguladığı AB’nin bir “Hristiyan Birliği” olduğudur. Roma İmparatorluğu’nun Avrupa’daki ağırlığının ortadan kalkması sonrası başlayan birlik aramaları Frank ve Lombard Kralı Şarlman’ın Karolenj devletini imparatorluk statüsüne yükseltmeye çalışmasıyla başarıya kavuşur. 25 Aralık 800’de Roma’daki Aziz Petrus Bazilikası’nda Papa III. Leo’nun Şarlman’a taç giydirmesiyle birlikte “Kutsal Roma İmparatorluğu” ilan edilir. Kutsal Roma tabiri Hristiyanlıktan çok “Katolik” mezhebinin hakimiyetini ifade etmektedir. Bu olaydan bir süre sonra başlayacak olan Haçlı Seferleri sırasında Katolik mezhebine mensup insanların, Müslüman ve Musevilerin yanı sıra farklı mezheplere mensup Ortodoks, Süryani, Gregoryen vs. Hristiyanlara yaptıkları soykırımlar inanılması güç birer vahşet gösterisidir.
Kutsal Roma Germen İmparatorluğu
Şarlman’dan sonra Kutsal Roma İmparatorluğu yöresel bazı krallar, prensler tarafından idare edilen devletçikler halinde devam eder. 1530 yılında bu kez Şarlken, Aachen’deki katedralde yapılan resmi bir törenle “Kutsal Roma Germen İmparatoru” ilan edilir. Voltaire’in bu olaya alaycı bir şekilde; “Ne Kutsal ne Roma bir avuç Alman” dediği bilinmektedir. 1789 Fransız Devrimi sonrası ortaya çıkan ve giderek genişleyen ulusçuluk akımı ve laiklik anlayışı artık din ve ırka dayalı bir imparatorluğun varlığını sürdürmesine imkân tanımaz.İkinci Franz 1806 yılında bu sözde unvanı terk ederek Avusturya İmparatoru unvanını alır. 1000 yıl süren Kutsal Roma Germen İmparatorluğu Avrupa’daki karmaşa ve savaşlara son vermez, bir birlik sağmak için gereken anlayışı yaygınlaştıramaz. Örneğin Polonya bu karmaşadan nasibini almış ülkelerden biridir, dört kez paylaşılmış ve ulusal bir devlet kurulamamıştır.
Uzun yıllar işgal altında kalmış, kendi kültürünü ve bağımsızlığını muhafaza etmek için önde gelen insanların hayatlarını feda ettiği bir ülkeyi temsil eden üst düzey kişinin, bırakın dost meclislerini uluslararası bir toplantıda böylesi bir söylemde bulunması insanlık açısından kabul edilebilir bir konuşma değildir. Korkularımızı bastırmanın en iyi yolu tüm insanları din, dil, ırk ve renklerine bakmaksızın sadece insan oldukları için değerlendirmektedir. Eğer Avrupa Birliği’nin gerçekten sözü geçen bir güç olmaya niyeti varsa, her şeyden önce insanları inanç ve ırklarından dolayı ayrıştırmaktan vazgeçmesi gerekir.
Kopenhag Kriterleri
Öncelikle, Steiner’in belirttiği “Kopenhag Kriterleri”nin üye olan veya üye olmak için adaylığa başvuran ülkelerce herhangi bir “Ama” sözü kullanmaksızın uygulanması gerekir. 23 Haziran 1993 günü kabul edilen Kopenhag Kriterleri’nin aradan geçen otuz yıl içinde ne ölçüde hayata geçirildiği hâlen tartışma konusudur. 1993 Kopenhag Kriterleri on iki üye ülke tarafından belirlenmiştir, bugün ise Avrupa Birliği yirmi yedi ülkeden oluşmakta olup, söz konusu kriterlerin üye ülkelerin tümünde uygulanmasında önemli aksaklıkların ortaya çıktığı görülmektedir. Söylenmeyen ama aklımızın bir köşesinde olan korkular ve hasetler yeteri kadar güvenli ve iş birliği içinde olan bir birlik kurulmasına mâni olmaktadır. Ülkemizin son zamanlarda bu birliğe dahil olmak için gösterdiği çabanın azalmasında bu gibi söylenmeyen ama uygulanan düşüncelerin ortaya çıkması neden olmuştur.
Ortaklık güven ister!
“Ticarette insan babasını kazıklar ama ortağını değil, aksi halde ortaklık olmaz” diye hatırladığım amiyane bir söz vardır. Bir ortaklığın sağlıklı yürümesi için öncelikle ortakların ahlak anlayışının gelişmiş olması gerekir. Eğer aklımızın bir köşesinde söylemediğimiz veya söyleyemediğimiz bir düşünce varsa, ortaklık yapmak mümkün değildir.
Nereden başladık nereye geldik? Geçmişte, bize sığınan insanları geri vermemek için devletin geleceğini tehdit eden taleplere karşı çıkan bir ulusun karşı karşıya kaldığı bu gibi davranışlar bizi gerçekten üzmekte. “Türk’ün, Türk’ten başka dostu yoktur” inancının artmasına neden olmakta, Avrupa Birliği’ne karşı güven azalmaktadır...
Ender Arat, Türkiye-Macaristan Büyükelçi’den Anılar, İstanbul, 2022.