Moskhoslar ve Magoslar...
MOSKHOSLAR VE MAGOSLAR
Milliyet Gazetesi, 20 Kasım 2022, s. 22.
Pythagoras (MÖ 580-500) hakkında araştırma yaparken, onun Milet’te Thales’in yanında eğitimini tamamladıktan sonra Mısır’a giderken bir dönem Sidon’da (günümüz Sayda), Fenikeli filozoflardan Moskhos’un (Mokhos) soyundan gelen din adamlarıyla ve kutsal gizemleri yorumlamada usta keşişlerle sohbet etme fırsatı bulduğuna dair bilgi edindim. Merak, her zaman iyi bir şeydir, insanı geliştirir, çalışıp bilmediği şeyleri öğrenmesine sebep olur. Akdeniz havzası ilkel bir hayat sürerken gerek Mezopotamya gerekse Mısır’da çok ileri bir uygarlık oluştuğunu hepimiz bilmekteyiz. Ancak Akdeniz’in doğu kıyılarında çok erken dönemlerden itibaren ticaret hayatının geliştiği ve denizin ticaret için yoğun olarak kullanıldığını bilmekle birlikte bölgede erken tarihlerde bir felsefi geleneğin var olduğu konusunda çok az bilgimiz bulunmaktadır. Bu arada belirtmek istediğim bir diğer husus ise Samos doğumlu olması Pythagoras’ı Helen yapmadığıdır, yüz yıl kadar sonra yaşayan ünlü tarihçi Herodotos, Samos’un Helenlere Herakles Direkleri (Cebelitarık Boğazı) kadar uzak olduğundan söz eder.
Fenikelilerin dilde büyük başarısı
Fenikelilerin politeist olduklarını hem erkek hem de kadın tanrılara taptıklarını, baş tanrı ve tanrıçalarının “Baal” ve “Astarte” olduğunu bilmekteyiz. Fenikelilerin bu bölgede MÖ 1500’lü yıllarda devlet kurduklarını göz önünü alırsak Pythagoras’ın onları ziyaret ettiği yıllarda bin yıldır hüküm süren bir dini gelenek ve ruhban sınıfı ile karşılaştığı açıktır. Sami dilinin Kenan grubuna ait olan Fenike dili ve geliştirdikleri alfabe uygarlığın bugünkü düzeye ulaşması için en büyük katkıyı sağlamıştır. Her ses için bir sembol oluşturup ardından bunları birleştirerek kelimeler oluşturmak, ileri bir uygarlık ve bilgi düzeyi gerektirir. Daha sonra Anadolu’da bu alfabeye dört adet sesli harfin eklenmesi modern alfabenin ortaya çıkmasını sağlar. Günümüzde büyük oranda unutulmuş olsalar da Fenikeliler dilde büyük başarı sağlamış ve bu buluşlarını insanlığa armağan etmişlerdir.
Baal, Belus, Zeus
Büyük bir ticaret devleti olarak görülen Fenike’nin anlaşılan arka planında geniş bir kültürel birikim de mevcuttur ve bu birikimin düşünceden ve felsefeden uzak kalması da mümkün değildir. Kenanlılar arasında Bereket Tanrısı olarak büyük önem taşıyan Baal, Sami dillerinde ortak bir isim olarak “Sahip” ya da “Efendi” anlamına gelmekle birlikte daha geniş anlamda tanrı adı olarak kullanılmıştır. Fenikelilerin büyük bir tanrı grubu vardır, elbette bu tanrı grubuna yapılacak ayin ve kurban törenleri için geniş bir ruhban sınıfının ortaya çıkması gerekir. Diğer yandan Fenikelilerin bir deniz ulusu olduğu, Akdeniz havzası için geniş bir ticaret ağı kurdukları bilinmektedir. Anlaşılan bu geniş coğrafyaya inançlarını da taşımışlar ve örneğin Mısır’da MÖ 1400-1085 yılları arasında iki yüz yılı aşkın bir süre Baal’a tapınılmıştır. Baal adının, Babil telaffuzu “Bel”i benimseyen Aramiler’in etkisiyle Yunancaya “Belos” biçiminde geçerek Zeus’la özdeştirildiği ileri sürülmektedir. Bu arada, Homeros’da (MÖ yak. 750) yer bulan Yunan mitolojisinden en az beş yüz yıl önce ortaya çıkan Baal kültürünün neleri ve nasıl etkilediği de cevaplanması gereken bir sorudur.
Bir süre Moskhoslarla birlikte olan Pythagoras’ın daha sonra tıpkı hocası Thales gibi Mısır’da eğitim aldığı bilinmektedir. Mısır’dayken hemen her tapınağa girip çıkarak Mısır diniyle ilgili ayrıntılı bilgi edinir. Pythagoras’ın yaklaşık yirmi iki yıl Mısır’da kaldığı, tüm sıkıntılara göğüs gerip Mısır’ın gizemlerini çözmeye çalıştığı söylenir. Bu süre içinde astronomi ve geometri üzerine çalışır, araştırmalar yapar. MÖ 525 yılında Büyük Kiros’un oğlu Kambises (MÖ 530-522) Mısır’ı işgal eder. Pythagoras, Pers askerlerinin esiri olarak Babil’e götürülür. Bu kez Zoroaster’in takipçileri olan Magoslarla tanışır ve onlardan bilgi devşirmeye başlar. Aritmetik, müzik ve bilimin diğer dallarında o dönemin Anadolu ve Helen toplumunun sahip olmadığı türde bilgiler edinir.
İran’da kazandığı kültürel birikim
Moskhoslar’dan sonra Magoslar karşımıza yeni bir inanç sistemi ve onun ruhban sınıfıyla çıkmaktadır. Köken olarak Aryan olmayan Magoslar, hem Zerdüşt’ün müritleri hem de Zerdüştçülüğün bozulmasından sorumlu tutulan yerli büyücü ve ruh çağırıcılar kabilesine mensup kişilerdir. Persler kendi inançlarının ruhban sınıfı için Magos ismini kullanmaktadırlar. İnançla ilgili eserler bunların koruması altındadır, Magosluk kalıtsaldır. Babadan oğula geçmekte ve Magos olmak için mutlaka bir Magos’un oğlu olmak gerekmektedir.
Zerdüşt inancının, MÖ 2000 yıllarında Rusya steplerinde yaşayan Aryan kabileler tarafından ortaya çıkarıldığı ancak asıl kimliğini İran’da kazandığı bilinmektedir. Bu dine göre ateş, devamlı yanmalı ve asla sönmemelidir. Ateş o kadar kutsaldır ki hiçbir ibadet ateş olmadan yapılamaz. Pythagoras’ın Babil’e geldiği dönemde bin beş yüz yıldır süren, özellikle Pers İmparatorluğu bünyesinde yaygın hale gelmiş ve Magoslar tarafından temsil edilen büyük bir kültürel birikim mevcuttur. Üstelik bu birikim gizli ve yalnızca bir grup insanın tekelindedir. Elbette bu birikimin Pythagoras’ı etkilememesi söz konusu olamaz. O güne kadar farkında olmadığı ve bilmediği çok şeyin olduğunu anlamış olmalı…
Susmayı öğrenmek
Bir süre sonra Samos’a döner, ancak adalıların eğitilmeye meraklı olmadığını fark edince İtalya’ya yerleşmeye karar verir. Kroton’da kurduğu okulda Mısır ve Babil’de öğrendiği bazı bilgileri ve seremonileri uyguladığı bilinmektedir. Öncelikle her öğrenci için susmayı öğrenmek yaşamın ilk dersidir. Her bir öğrenci önce susacağına dair yemin etmektedir. Genel derslerde öğrenilenler; “Nedir?”, “En temel olan nedir?”, “Ne yapmak ya da ne yapmamak gerekir?” gibi üç temel sorunun yanıtlarını aramaktır. “En bilgi olan nedir? Sayı; insan için en fazla beceri gerektiren sanat nedir? Hekimlik; en güzel şey nedir? Uyum; en güçlü şey nedir? Zihin; en mükemmel şey nedir? Mutluluk; en doğru söz nedir? İnsanların hepsinin ahlakı bozuktur?”
Atina yerine Fenike, Mısır, Babil
Üzerinden iki bin beş yüz yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen bu sorular ve verilen cevaplar hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Sanırım insanlığın öncelikle halletmesi gereken sorununu kendisiyle olan problemler oluşturmakta... Bu konuda okuma yaparken aklıma gelen bir diğer soru ise Thales, Pythagoras gibi Anadolu kökenli düşünürler, bilgilerini genişletmek için neden, niçin Atina veya Yunanistan’a gitmezler de Fenike’ye, Mısır’a, Babil’e giderler? Çünkü o sırada Atina ve Helen ana karası bilgi açısından kurak bir alandır, öğrenilecek hemen hiçbir şey yoktur, yeni yeni bir kültür oluşmakta ve bilgi birikimi sağlanmaktadır. Doğu’dan gelen bilgilerle zenginleşen Atina yüz yıl sonra Sokrates (MÖ 469-399), Platon (MÖ 427-347), Aristoteles (MÖ 384-322) gibi düşünürleri ile sahneye çıkacaktır.
Dünya tarihini ve ona yön veren kültürleri yeniden araştırmamız ve Doğu’dan Batı’ya doğru ilerleyen bu gelişim çizgisini ve kültürel zenginliği irdelememiz gerekiyor. Son iki-üç yüz yılda yazılan insanlık tarihini yeniden gözden geçirmenin, geleceği anlamak ve yönlendirmek için faydalı olacağını düşünmekteyim. Bu konuda Atatürk’ün I. Türk Tarih Kongresi’nin açılışı sırasında söylediği sözler hepimize ibret olmalıdır;
“Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.”
Çiğdem Dürüşken, Antikçağ Felsefesi, İstanbul, 2019.