Kul Hakkı...
KUL HAKKI
Milliyet Gazetesi, 16 Temmuz 2023, s. 4.
2020 yılı başlarında korona virüsü nedeniyle vefat eden rahmetli dostum Hüseyin Öztürk’ün çocukları hatırasına hürmeten onun adı ile bir “Dua kitabı” bastırmışlar. Kitabı okumaya başladığımda dikkat çekmesi için kırmızı renkle basılmış olan “Tevbe İstiğfar Duası” ile karşılaştım. Hz. Peygamber’e atfedilen bir hadisten alınan “Günahlarından tövbe eden hiç günah işlememiş sayılır” sözü beni bu konuda bir kez daha düşünmeye sevk etti.
Kul hakkına dikkat et!
Daha küçük bir çocukken bana “Kul hakkı”nın önemi anlatıldı ve bu konuda dikkatli olmam nasihat edildi. Hayatım boyunca bu konuda dikkatli olmaya çalıştım, bilerek kimsenin hakkını yediğimi söyleyemem ama bazı sözlerim ile kişileri gücendirdiğim olmuştur. “Acaba bu hakkı nasıl ödeyeceğim?” diye zaman zaman kendi kendime sorarım. İnancımıza göre kul hakkının vebali yüce Allah katında oldukça fazladır. Cenab-ı Hakk’ın kul hakkı için, “Benim yanıma her şey ile gelin affederim. Fakat kul hakkı ile gelmeyin, onu ben değil ancak kulum affeder” dediği anlatılır. Allah’ın bu tür günahı bağışlamasının tek şartı hakkı yenen kulun affetmesidir. Hakkı yenen kişi eğer kendisine yapılan davranışı affetmezse Allah’ın da bu günahı affetmeyeceği bilinmektedir. İnsanların birbirleri üzerinde hakları bulunmaktadır. Bir kimse bir başka kişinin hakkını yer, malını çalar, hırsızlık yapar, iftira atar, canına kasteder, karşısındaki insanın incinmesine neden olursa büyük vebali olan kul hakkını görmezden gelmiş olur. Namaz kılarak, oruç tutarak, dua ederek bu hakkın ödeneceğini düşünmek dinimiz gereği mümkün değildir.
Buhârî’den naklen bir hadiste, “Üzerinde kul hakkı olan, ölmeden önce ödeyip helalleşsin. Çünkü ahirette altının, malın değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevaplarından alınır, sevapları olmazsa, hak sahibinin günahları buna yüklenir” denilmekte. Sanırım özellikle mütedeyyin geçinen büyük bir çoğunluğun bu hadisten haberi yok veya habersiz kalmayı tercih ediyor.
Hakkı mı helal etmiyorum
Gerçekte “Kul hakkı” günümüzde yaşadığımız toplu yaşamın özellikle dikkat edilmesi gereken bir noktasıdır. Kul hakkı pek çok sebebe bağlı olarak ortaya çıkar. Kişinin istemediği bir şeyin yapılması, başkalarının yanında onun aşağılanması, küçük düşürülmesi ve rencide edilmesi de kul hakkıdır. Söylenen sözlerin, yapılan tecavüzkâr eylemlerin yanı sıra yolda yürürken, evde yaşarken, işyerinde çalışırken de dikkat edilmesi gereken bir husustur. Kul hakkının helalliği ise hakkı yenen ve hak yiyen kişi arasında olacaktır. Başka biri bu günahı bağışlayamaz, ancak hakkı yenen kişinin “Hakkımı helal ettim” demesi gerekir. Bu görüşe karşı çıkan kişiler hiç düşünmezler mi, musalla taşında yatan meyyit için imam niçin helallik ister ve bunu üç kez tekrar eder? Son zamanlarda bazı kişilerin cenaze namazı sırasında helallik istendiğinde, “Ben hakkımı helal etmiyorum” dediklerini duymaktayım. Bir kasaba da şahit olduğum böylesi bir cenaze namazı sırasında cenaze musallada kaldı ve ölenin yakınları hakkını helal etmeyen kişiyi ikna etmeye çalıştılar ancak hakkı yenen kişi cami avlusunu terk etti, büyük bir karmaşa oldu. Sonrası ne oldu, bilmiyorum.
Böylesi dikkat edilmesi gereken bir konuda cenaze namazı sırasında ortaya çıkan duruma ilk kez şahit oldum, zaman zaman duyardım ama bu kadar yakından şahit olmamıştım. Giderek mütedeyyin ve muhafazakâr olduğu söylenen bir toplumda daha önceleri görmediğim büyüklükte bir kul hakkı sorunu ortaya çıkmış olup günden güne sonucu oluştuğunu düşünüyorum.
Çocuklarımızı üç-beş yaşından itibaren anaokuluna gönderiyoruz, örgün eğitim, üniversite öncesi nerede ise on dört yıl sürüyor, bunca eğitim sonrası giderek artan bir hızla büyüyen kul hakkı sorununu acaba nasıl halletmeyi düşünmekteyiz? Ya da gerçekten halletmeyi düşünüyor muyuz?
Aile içi eğitim
İnsanlık uzun bir dönem sürdürdüğü avcılık ve toplayıcılık döneminden sonra, neolitik devrim ile tarım dönemine geçer. Tarım dönemi birlikte yaşamayı gerektirdiğinden, şehirler kurulmaya, toplu yaşama geçiş başlar. Şehirlerde yaşamın başlaması giderek birçok mesleğin ortaya çıkmasına, bazı kişilerin mesleklerinde uzmanlaşmasına yol açar. Artık küçük gruplar hâlinde yaşam giderek azalır ve özellikle Anadolu’da örneklerini gördüğümüz giderek büyüyen yerleşim alanları ortaya çıkar. Şehirde yaşamak güçtür, şehir insanı hayata devam etmek için başkalarının varlığına ihtiyaç duyar. Bir arada yaşamanın kuralları gelişmeye başlar. Gerek ahlaki gerek hukuki gerekse dini inançlar bir arada yaşamanın getirdiği mecburiyetlerin toplumun her kademesi tarafından anlaşılması için kural ve öğütler geliştirilir.
Bunların içinde ön önemlisi insanların hak ve hukuklarına kişisel olarak müdahale edilemeyeceğine dair olan hükümlerdir. Bunun için yüce Allah’ın vahiylerinin her inançtan insan için uyulması gereken hüküm olduğu söylenir. Hakkını korumaktan aciz veya bu hakkı almayı Allah’a havale edenlerin, hakkını korumak için “Kul hakkı”nın önemi ve şiddetle cezalandırılacağı hemen her inançta özellikle belirtilmektedir.
Hadislerdeki öğütler
Buna rağmen insanların büyük bir çoğunluğu bu hakkı öyle veya böyle görmezden gelip, edeceği dualar ile af olacağına inanmayı tercih etmektedir. Gerçek inanç sahiplerinin böylesi bir aldatmacaya başvurması, Allah’ı kandırdığını düşünmesi beni her zaman ürkütmektedir. Yanlış yaptığı işlere karşı böylesi bir savunma anlayışı geliştiren kişilerin her tür ahlaksızlığa açık olduğunu düşünmekte ve onlardan mümkün mertebe uzak kalmayı tercih etmekteyim.
Hz. Peygamber’e atfedilen ancak hiçbir sahih hadis kitabında (kütüb-i sitte) yer almayan “Günahlarından tövbe eden hiç günah işlememiş sayılır” sözleri beni bu yazıyı yazmaya mecbur bıraktı.
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Yoksa kendisinin salih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır. (hak sahibine verilir)”
(Buhârî, Mezâlim, 10; Rikâk, 48)