Haddini Bilmek Üzerine...
HADDİNİ BİLMEK ÜZERE
Milliyet Gazetesi, 16 Temmuz 2017, s. 14.
Sözlüklerde ‘haddini bilmek’ bilgi seviyesinin ve gücünün ne ölçüde olduğunu bilip ona göre davranmak, kendisine uygun olanın veya yapabileceğinin ötesine geçmemek, ‘haddini bilmez’ ise bilgi seviyesinin gerektirdiği şekilde davranmayan, küstah olarak açıklanıyor.
Malik Aksel bir yazısında haddini bilmezi; “Aklı ersin ermesin her şeye karışır, büyükler yanında türlü pot kırar, haddini bilmez, budala, şaşkın bir adam” olarak tarif ediyor. Son zamanlarda neredeyse hemen her yerde karşımıza haddini bilmez insanlar çıkmakta. Bu haddini bilmezlerden kaçınmak, mümkün değil gibi. Çünkü toplum içinde o kadar çoğaldılar ki, hemen her gece televizyonlarda bir veya birkaç haddini bilmezle karşı karşıya kalmamız an meselesi. Daha önce de birkaç yazımda belirtmeye çalıştığım gibi bu sonuç eğitim sistemimizin yarattığı bir zaaf, çok uzun süredir eğitim adı altında öğretim yapmaya çalışıyoruz, bu nedenle neyi bilip neyi bilmediğinin farkında olmayan bir topluma dönüşüverdik.
Eskilerin tabiri ile çoğunluğumuz had hudut tanımıyor. Bazı zamanlar yüz yüze geldiğiniz veya televizyonlarda karşı karşıya kaldığınız birilerine bakıp da, “Bu adam, bu sığlıkla nasıl olmuş da buralara kadar gelmiş” diye düşündüğünüz hiç olmadı mı? Ya da iş yerinizde sizinle aynı ya da daha üst aşamada bir görevde olan bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırmadı mı? Onlara bakıp, “Bu kadar cahillik nasıl olabilir, bu haddini bilmezlik nasıl olup da fark edilmez?” diye iç geçirmediniz mi?
19 Mayıs 2014 tarihli ‘Nitelikli insanlar ve Kifayetsiz Muhterisler’ başlıklı yazımda Dunning-Kruger sendromundan bahsetmiştim. İşinde çok iyi olduğuna yürekten inanan yetersiz kişiler, kendilerini ve yaptıklarını övmekten ve her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymamaktadırlar. Aksine her şeyin hakları olduğunu düşünmekte ve bu cahillik, haddini bilmezlik karışımı duygu karışımı, müthiş bir itici güç olarak, her işe talip olmalarının yolunu açmaktadır.
Toplum dışına itilme
‘Eksiler’ kariyer ve mesleğinde yükselme açısından hızla ‘artıya’ dönüşmekte ve sonuçta haddini bilmezler, bilsin bilmesin her işe talip olanlar her zaman her yerde hızla yükselmektedirler. Bu arada gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar fazla alçak gönüllü davranarak arka planda kalmakta, kıymetlerinin bilinmesini beklemektedirler. Bu bekleyiş onların topluma karşı kırılmalarına ve kendilerini toplum dışına itilmiş hissetmelerine yol açmaktadır. Son zamanlarda kendini toplum dışına itilmiş hissini yaşayan çok sayıda gençle tanışıyorum. Hayata küsmüş ve gelecek için beklentisi olmayan genç insanlar. Uzun süren bir öğretim sonrası hayata atılmış, bir veya birkaç yabancı dil bilen bu gençler öğretim içinde geçen vakitlerini boşa harcadıklarına inanıyorlar. Çok daha erken dönemlerinde bir yerlere mensubiyetlerinin olması gerektiğini, bilgi ve yeteneklerinin hiçbir işe yaramadığını ve beklentilerinin kalmadığını ifade ediyorlar. Hemen büyük bir çoğunluğu, yeni bilgiye kendini kapamış, çalışmanın faziletini unutmuş bu insanların sayısı giderek çoğalıyor. Sosyal medyanın abuk sabukluğuna kendilerini kaptırmış, amiyane bir tabirle, zaman öldürme peşindeler.
Yaklaşık bin yıl önce Büyük Selçuklu veziri Nizâmü’l -Mülk Siyâset-nâme isimli eserinde yazdığı yazıların çoğunluğu haddini bilmek üzerinedir. Özellikle Lokman Hekim’e ait olduğunu belirttiği bir cümle dikkat çekicidir: “Dünyada ilimden daha iyi yardımcı yoktur. İlim servetten daha iyidir. Çünkü sen hazineyi korumak zorundasın; ilim ise seni korur.” ve ilave eder: “Gerçek yöneticiler ilimsiz hiçbir işi yapamaz ve cahilliğe razı olmaz.” Geçmişten günümüze bu konuda pek çok örnek verilmektedir. Örneğin, Beydeba ‘Kelile ve Dimne’ isimli kitabında bir maymun hikayesi anlatır.
Marangozun biri, büyük bir kütüğü ortadan ikiye biçmektedir. Kütük hem uzun hem de kalındır. Bir ucundan testereyle kesmekte, sonra kestiği yere bir odun parçası sıkıştırmaktadır. Böylece kesilen yerin ayrılması kolay olmaktadır. Bir ara marangoz çalışmasına ara verir. Tam bu sırada uzun süredir marangozun ne yaptığını izleyen bir maymun ortaya çıkar. Testereyi alır ve kütüğü kesmeye başlar. Marangozun sıkışmaması için araya koyduğu odun parçasını çıkarır. Çıkarır çıkarmaz da üzerinde oturan maymunun kuyruğu araya sıkışır. Zavallı maymun can havliyle bağırmaya başlar. Maymunun bağırmasına yetişen marangoz bir bakar ki maymunun kuyruğu kütüğün arasına sıkışmış, güç bela maymunun kuyruğunu kurtarır ve onu azarlar: “Bir daha olur olmaz şeye kuyruğunu sokma.”
Problemli çözümler
Çoğu kuyruğu usulüne uygun şekilde kurtaracak insan sayısının azalmasına karşı, ne yazık ki günümüzde kuyruğu sıkıştıran insanların sayısı da giderek artmaktadır. Son zamanlarda çoğu karar verici insanın, bilgisizliğinin farkına varmadan önerdiği çözümlerin oluşturduğu problemleri hep birlikte yaşamaktayız. Günümüzde gerek kamu gerekse özel sektörde bürokrasi o boyutlara ulaştı ki, çözüm yerine problemlerin büyümesine neden olacak öneriler birbiri ardına sıralanıyor. Pek çok haddini bilmez, bilgi birikimine bakmadan çözüm öneriyor. Basitçe halledilecek işler, içinden çıkılması imkansız problemlere dönüşüyor.
Peki, ne yapmalıyız? Bence çözüm son günlerde sıkça dile getirildiği gibi liyâkatın tekrar hatırlanması olmalıdır. Mart ayında yapılan Kültür Şurası toplantıları sırasında, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesindeki müfettiş teröründen bahsettim. Tam arkamda oturan bir kişi bakanlıkta müfettiş olarak görev yaptığını ve bu görüşüme katılmadığını dile getirdi. O sırada toplantıya ara verildi ve kahve molası için dışarı çıktık. Hemen etrafımı bir grup insan sardı ve bakanlık içindeki müfettiş teröründen yakındı. Bu nedenle karar vermekte ve yeni atılımlar yapmakta ne kadar zorlandıklarını anlattılar. Yaptıkları veya karar verdikleri hemen her iş için soruşturma geçirdiklerini, buna karşın hiçbir iş yapmayan, karar vermeyen insanların ise bu soruşturmalarla karşılaşmadıklarını anlattılar. Soruşturduğu konular hakkında yeterli bilgisi olmayan, buna karşın hüküm verme yetkisi bulunan sorgucular nedeniyle giderek hiçbir yeni iş yapmamaya doğru gidildiği, pek çok konunun sürüncemede kaldığı bir gerçek. Bu olay yalnızca Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı mı kapsıyor? Büyük bir hayır, daha önce de belirttiğim gibi bırakın kamuyu, özel sektörde de aynı anlayış hızla yayılmış durumda. Medyada da aynı nitelikteki haberler büyük ilgi görüyor. Biraz farklı bir şey yapanlar hemen suçlanmakta, suçlayanın o konudaki bilgisi böylesi bir suçlama yapmak için yeterli mi? Yeterlilik önemli değil, önemli olan sansasyonel haber yapmak, hele hele sosyal medya denilen kurum, hemen herkes bilsin bilmesin her konuda fikir sahibi, haddini bilmezlik had safhaya ulaşmış durumda...
Her ne kadar Kutadgu Bilig’te Yusuf Has Hacip;
“Kara gece, aydınlık güne yaklaşmaz.
Mavi su kızıl ateşe konuk olmaz”
dese de.