Galata Kulesi Üzerine I-II...
AnasayfaMedyaKöşe Yazıları

Galata Kulesi Üzerine I-II...

KAYDIRIN

< Geri dönün

GALATA KULESİ ÜZERİNE I-II

Milliyet Gazetesi, 22 Ağustos 2020, s. 4. / 23 Ağustos 2020, s. 6.

İlk çağın sonlarına doğru Haliç’in kuzeyinde Sykai/Sycae, İncirlik adı ile anılan küçük bir iskân alanı bulunmaktadır. Dionysios Byzantios MS. 197 yılından önce yazdığı “Anaplous Bosporou” isimli eserinde günümüz Galata bölgesinde kış aylarında balık tutmaya çok elverişli bir yer bulunduğunu bu yerin ağ atma yeri anlamına gelen “Bolos” olarak anıldığını nakleder. Bolos’un yakınında Artemis Phosphoros (Işık saçan Artemis) ile Aphrodite Praeia (Uysal Aphrodit) temenoslarının bulunduğunu söyler. Temenos antik dönem mimarlığında bir tapınak veya tapınakların yer aldığı çevresi peribolos denilen bir duvarla çevrili kutsal alanlara verilen isimdir. Anlaşılan Galata’nın ilk çekirdeği bu kutsal alandır.

11 Mayıs 330’da şehrin I. Constantin (324-337) tarafından Roma’nın yeni başkenti olarak ilanı sonrası yapılan idari düzenlemeler sırasında Sykai’de, XIII. Regio yani bölge olarak şehrin sınırları içine alınır. Justinianos (527-565) döneminde Sykai veya Regio Sycaena adıyla bilinen bu yerleşme imar edilir, yeni yapılarla zenginleştirilir. Bu nedenle bir dönem Justinianopolis adını alır.

Galata adının etimolojisi konusunda uzun süredir tartışılan ciddi sorunlar vardır. Bir süre burada bulunan süthanelerden dolayı Hellence Gala, Galaktos, Süt anlamına gelen bir terimden geldiği üzerinde durulmuş, bir ara İtalyanca merdiven, iskele anlamına gelen “Calata” kökünden türediği düşünülmüştür. Sonuçta erken dönemlerde bu bölgede Galatialı bir kişinin oturmasından dolayı Galatyalı’nın mahallesi, “tou Galatau” adının verildiği, daha sonra bu ismin tüm bölgeyi kapsadığı kanaatine varılmıştır. Ancak bazı kaynaklar ise erken dönemlerde buraya Galatyalılar’ın yerleşmiş olduğunu ve Galatau isminin bu nedenle oluştuğunu ileri sürmektedir. Tüm görüşlere rağmen, Galata ismi, üzerinde hâlen uzlaşılmış bir konu değildir.

668-669 yılları içinde Emevi döneminde İslâm orduları ilk defa Konstantinopolis önünde görülür ve iki yıl süren bir kuşatma gerçekleştirir. 673 yılında Muaviye’nin saltanatının sonuna doğru, yedi yıl süren ikinci bir kuşatma daha gerçekleştirilir. Bu kuşatmalar diğerlerinden farklı olarak ilk defa denizden gelen ve güçlü bir filoya sahip kuvvetler tarafından yapılmaktadır. Muhtemelen Konstantinopolis’i ciddi olarak tehdit eden bu yeni girişim, şehrin yeni tedbirler alması gereğini ortaya koyar. II. Tiberios (698-705) döneminde düşman gemilerinin girmemesi için Haliç’in ağzının bir zincirle kapatılması çalışmalarına başlanır. Biri Sarayburnu yakınına, diğeri ise Galata yerleşmesinin Tophane’ye doğru olan bir noktasında iki hisar yapımına karar verilir. Galata bölgesinde “Kastellion ton Galatou” adı ile bilinen küçük bir hisar inşa edilir. Geoffroi de Villehardouin, Tor de Galathas adı ile andığı bu hisarı IV. Haçlı Ordusunun 6-7 Temmuz 1203 günleri nasıl ele geçirdiğini teferruatlı olarak anlatmaktadır.

XII. yüzyılda şehrin içinde (İstanbul) Haliç kıyısında bir imtiyaz bölgesine sahip olan Cenevizliler, 1204’de Haçlı Ordusu’nun şehri ele geçirmesi sonrası imtiyaz bölgelerini Venedikliler’e terk etmek mecburiyetinde kalırlar. 1261’de Latin mağlubiyeti sırasında 13 Mart 1261 günü Nif’de yapılan antlaşma ile Cenevizliler’e şehrin içinde tekrar bir imtiyaz bölgesi verilir. Ancak kısa süre sonra Cenevizliler’in şehir içinde karmaşa çıkaracakları duyumu üzerine şehirden çıkarılarak karşı sahile yerleşmelerine karar verilir. İmparator VIII. Mikhail (1259-1282) döneminde Galata’daki mevcut sur duvarları yıkılır ve Kastellion ton Galatou içinde küçük bir Bizans garnizonu bulunması şartı ile Cenevizliler’in Galata’ya yerleşmelerine izin verilir.

Yerleşmeyi koruyan bir sur duvarı olmadığı için 23 Temmuz 1296’da yapılan bir Venedik hücumunda Galata yerleşmesi yakılır ve büyük oranda tahrip edilir. Bu tahribe rağmen Bizans yöneticileri Cenevizliler’in imtiyaz alanlarının etrafını bir sur ile kapatmalarına izin verilmez. Ancak deniz ile Kastellion ton Galatou arası boş kalmak şartı ile bölgelerini korumak için bir hendek kazmalarına izin verilir. 1304 Mart’ında imzalanan bir antlaşmaya göre mahallelerin etrafına sur yapılmayacaktır. Ancak kısa süre sonra 1316 yılında bazı bölgelerin sur ile çevrildiği anlaşılmaktadır. Günümüz Galata Kulesi’nin bulunduğu bölüm ise 1349 yılında daha önce yapılan surlara eklenerek sur kısmen tamamlanmış ve bu arada bir kule yapılmıştır. Bizans devletinin giderek zayıflamasını fırsat bilen Cenevizliler yerleşmelerinin etrafını çevirdikleri surları zaman içinde güçlendirmişler, Azapkapı’dan-Şişhane-Galata Kulesi-Tophane arasındaki bölümlerinin önüne yer yer on beş metre genişliğinde hendek kazmışlardır.

Bizans kaynaklarının Büyük Burç/Megalos Pyrgos, Cenevizliler’in İsa Kulesi /Christea Turris adı ile andıkları bu kule, her yaşta erkek kadın, çoluk çocuk geceli gündüzlü çalışması ile 1348-1349 tarihinde belirli bir yükseklikte inşa edilir. Uzun bir süre bu durumda kalan kuleyi daha da yükseltmek için Sultan II. Murad’dan (1421-1443/1444-1451) borç para isterler. Uygun bir yere Sultan Murad’ın adını yazacakları vaadi, Cenova yönetimini rahatsız ettiğinden bu istek gerçekleşmez. Kule’nin bugünkü uzunluğuna yakın bir noktaya yükseltilmesinin 1445-1446 yıllarında Podesta Baldassare Maruffo döneminde olduğu ileri sürülür. Bu girişimin gerçekleşmesi sonrası Cenevizliler’in Maruffo’ya şükranlarının bir ifadesi olarak, surlar üzerine bir kitabe koydukları bilinmektedir.

Galata Kulesi’nin Osmanlı Dönemi hikâyesine geçmeden önce özellikle vurgulamak isterim ki, bu kule ile sahilde yer alan ve bizim tarihimizde Kurşunlu Mahzen adı ile anılan (Kastellion ton Galatau) arasında hiçbir ilişki yoktur. Zaman içinde

Kastellion ton Galatau’un üst bölümleri yıkıldığından, günümüze yalnızca Yeraltı Camii adıyla anılan bölümü ulaşır. Sıkça belirtildiğinin aksine günümüz Galata Kulesi 1600 yıllık bir yapı değil, yapımına 1349 yılında başlanan ve Cenevizliler’in Ortodoks nüfusa bir gösteri yaparcasına İsa Kulesi adını verdikleri bir Katolik anıtıdır. Elbette, çoğumuzun farkında olmadığı bu niteliği onu değersizleştirmez. Galata Kulesi uzun bir dönemdir bu şehrin simgelerinden biridir, ülkemize yüzyıllar öncesinden miras kalan kültür varlığıdır. Ancak hiç unutmamamız gereken bir şey var, neye malik olduğunun farkında olmayanlar için malik oldukları şeyin değeri olmaz.

Fatih Sultan Memmed’in Konstantinopolis’i kuşatma öncesi Galata bölgesinde bulunan Cenova kolonisi ile bir antlaşma yapılır. Bu antlaşmaya göre Cenevizliler, Osmanlı ordusuna karşı savaşmayacak buna karşın bölgedeki ayrıcalıklarına devam edecektir, bu antlaşma sonrası Galata’nın anahtarları sultana teslim edilir. Ancak, fetih sonrası sur içindeki ölüler arasında Ceneviz üniforması giymiş askerler bulunur. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmed yapılan antlaşmayı yok sayarak Galata surlarının bir bölümünün yıkımına karar verir. Egemenlik hakkının bir göstergesi olarak Galata surların bir kısmı ile Galata Kulesi’nin bir bölümü yıktırılır ve daha sonra Arap Camii adıyla anılacak en büyük kilise San Paolo e San Domenico Kilisesi camiye çevirir.

Fatih Sultan Mehmed’in bir egemenlik sembolü olarak kulenin, iki katını 10 arşın (7.58 metre) kadar yıktırdığı söylenir. Daha sonra Sultan II. Bayezıd (1481-1512) döneminde, 1509 yılında meydana gelen ve tarihimizde Küçük Kıyamet olarak nitelenen büyük deprem sırasında kule büyük oranda zarar görür. Bir rivayete göre 17.17 metre kotuna, bir diğerine göre ise temeline kadar yıktırılarak yeniden yaptırılır. Kulenin beden duvarlarının örgüsü, tuğla hatıllar ve dördüncü ile altıncı kat arasındaki pencere kemerleri bu ihtimali doğrular niteliktedir. Kanûnî Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde kulenin zindan olarak kullanıldığı, Sultan II. Selim (1566-1574) döneminde ise çeşitli yangınlar sonucu harap olan kulenin esaslı bir onarım geçirdiği bilinmektedir.

XVII yüzyılın önemli tanığı Evliya Çelebi, Galata Kulesi’ni şu sözlerle anlatır. “Fatih’in yaptığı Galata Kulesi 118 arşındır (89.44 metre) ki göklere baş kaldırmıştır. En üst tepesi has kurşun ile örtülüdür. İstanbul Kalesi hiçbir yerden tamamen görülmez. Ancak üçgen şekli bu Galata Kulesi’nden görülür. Açık havada Bursa’daki Ruhban Dağı (Uludağ) açık seçik görülür. Dürbün ile Bursa’nın bütün imaretleri görülür. Bu kule üç fersah yerden bellidir, yuvarlak şekildedir. Bu kulenin içi on bir kat zindandır. Hâlâ Osmanlıların gemi âletlerine mahzendir”  

“Sultan IV. Murad Revan Seferi’nde iken Kaymakam Bayram Paşa Galata’yı tamir ettiğinde duvarının yüzünü beyaz kireç ile badana etti”

Geçmiş dönemlerde kale, burç, hisar, sur gibi askerî amaçlı yapıların cepheleri sıva ile kaplanmadığı için, muntazam olarak hemen her yıl kireç badana ile boyanmaktadır. Bu işlemin üç faydası vardı; birincisi kireç badana taşların arasındaki derzleri doldurup, don ve başkaca nedenlerle boşalmalarını önler, böylelikle derzlerin boşalmasının getirdiği yapısal bozulmaların önüne geçilirdi. İkinci olarak kireç badana yapının çeşitli noktalarında çıkan bitki ve ağaçları yakıp, gelişmelerini önlediği için yapının cephesinde meydana gelecek tahribatlara mâni olurdu. Üçüncüsü ise beyaz badana ile boyanan yapılar çok uzaklardan görülür ve olduğundan daha haşmetli ve korkutucu görünürdü. Bizim pek çok şehrimizin Akhisar, Akçakale adını almasının temel nedeni kalelerin bu beyaz görünümüdür. Günümüzde Selanik’te deniz kenarındaki kulenin de Beyaz Kule adıyla anılmasına sebep bir dönem badana yapılmak suretiyle aldığı beyaz görünümdür. 1850’li yıllara ait James Robertson tarafından çekilen Rumeli Hisar fotoğraflarında badana yapılmış kuleler ve beden duvarları görülmektedir.

1717 tarihinden itibaren İstanbul’da sıklaşan ve büyük zarar veren yangınları gözlemek ve haber vermek için kuleye gözcüler yerleştirilir ve gece yarısını bildiren davullar çalınır. Buna karşın 25 Temmuz 1794 günü meydana gelen bir yangında kulenin kurşun kaplı ahşap çatısı tutuşur ve merdivenlerle birlikte yanar. Sultan III. Selim (1789-1807) bu yangının hemen sonrasında üstten yaklaşık 190 santimetrelik zarar gören bölümü yıktırır ve dendan izleri saptanan taş konsollara oturan ahşap konstrüksiyonlu bir cihannüma katı ve onun üzerinde günümüzdekine benzer kurşun bir külah inşa ettirir. Cihannüma katında birbirini dik eksende kesen dört adette cumba bulunmaktadır. Bu görüntü mimari açıdan çok etkileyici bir görünüş elde edilmesini sağlar. Bu onarımdan sonra kulenin aldığı görünümü yansıtan Melling tarafından çizilmiş bir gravür de bulunmaktadır. 1832 yılında bu kez Sultan III. Selim’in yaptırdığı cihannüma bölümü de yanar. Sultan II. Mahmud (1808-1839) rağbet görmeye başlayan ampir üslubun etkisinde kalarak, daha önceki görünüşü tekrarlamak yerine, kuleyi daha da yükselterek, kâgir duvarlı, on dört pencereli yüksek tavanlı bir kat ile onu çepeçevre dolaşan bir açık koridor inşa ettirir. Kulenin külahı eskiye yakın bir tarzda üzeri kurşun kaplı olarak yeniden yapılır. Bu onarım nedeniyle giriş kapısının üzerine günümüzde silinmiş olan Sultan II. Mahmud tuğralı bir kitabe konulur. Kulenin bu görünüşüne ait çok sayıda gravür ve resim olmasının yanı sıra James Robertson tarafından çekilmiş bir de fotoğraf bulunmaktadır. Illustration Dergisi’nin1850 yılına ait bir sayısında kulenin bu dönemine ait bir iç mekân gravürü yayımlanmıştır.

1860 yılında meydana gelen bir fırtına sonucu Sultan II. Mahmud tarafından yaptırılan külah uçar. Bu kez de yerine iki kat halinde sevimsiz bir ilave yapılır. Üzerine ise bir sancak direği dikilir. 1962-1963 yıllarına kadar farklı hizmetlerde özellikle de yangın haber merkezi olarak kullanılan kule gerek çatı konstrüksiyonu gerekse ahşap döşemelerinde ortaya çıkan çürüme ve bozulmalar nedeniyle hayati tehlike arz ettiği için boşaltılır ve turistik hizmetlere tahsis edilmek için restorasyonuna karar verilir.

1964-1967 yılları içinde dönemin Belediye Başkanı Haşim İşcan’ın teşebbüsü sonrası Y. Mimar Köksal Anadol ve Y. İnşaat Mühendisi Ersin Arıoğlu kulenin gerek projelendirme gerekse yapım işini üstlenirler. Kulenin beşinci katına kadar olan döşemelerini bodrum kattan itibaren yükselen dört adet betonarme kolona taşıtırlar. Daha sonraki katları beden duvarlarına oturan, üst iki katı kendi içinde bağımsız olarak oluşturulan eğik kolonlara taşıtan, külahı ise günümüzde bile erişilmesi güç bir hassasiyetle inşa edilen bir betonarme taşıyıcı sistemle çözümlerler. Bu onarım dönemin güç şartlarına rağmen iki yıl içinde gerçekleştirilir. Onarım sırasında kulenin üst katlarına çıkmak için iki de asansör ilave edilir. 1967 yılında hizmete açılan kule bir işletmeci firmaya kiralanır. Zaman içinde bu firma proje haricinde ilaveler ile kuleyi oldukça yoğun ve yorgun hale getirir. Bazı döşemelerde yemek asansörü bağlantısı için delikler açar, gergi çubuklarından bazılarını keser. Otuz yıl sonra 1997 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi, kulenin yoğun kullanımını azaltmak ve kültürel ağırlıklı yeni bir fonksiyon verilmesini sağlamak için ihale açar. Köksal Anadol ve Ersin Arıoğlu’nun kurmuş oldukları Yapı Merkezi bu işe talip olur. Kulenin içine müdahale edemezler ama, otuz yıldır bakım görmeyen dış cephe ve kurşun külah esaslı bir onarımdan geçirilir.

Son günlerde geçmişte bir vakıf mülkü olduğu için, mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilen Galata Kulesi uzun bir süre sonra esaslı bir onarım geçirmekte. Önceki restorasyonlar sırasında oluşturulan lokanta ve kafe bölümleri kapatılıyor. Bundan böyle Galata Kulesi bir seyir mekânı ve İstanbul’un kültürel değerlerini tanıtıcı bir müze olarak varlığını sürdürmeye devam edecek.

Galata Kulesi vesilesi ile uzun bir zamandır çeşitli konuşmalarımda dile getirdiğim ve bence çok önemli bir konuyu sizlerle paylaşmak isterim. Tıpkı Galata Kulesi gibi ne yazık ki çoğu İstanbullu dünyanın hiçbir ülkesinde bulunmayan yalnızca bizim kültürümüze ait bir kuleye sahip olduğunun farkında değil. Galata Kulesi’ne nazire hemen karşısında yer alan bu kule Topkapı Sarayı Adalet Kulesi’dir. Gerek Bursa gerekse Edirne Sarayı’nda benzerleri olduğunu bildiğimiz bu kule, “biz buradan adalet dağıtıyoruz” anlamında inşa edilmiştir. Padişahların otağının kurulduğu açık alanlarda da ahşaptan yapılan benzer kulelerin bulunduğunu dönemin minyatürlerinde görmekteyiz. Dilerim Galata Kulesi için gösterdiğimiz duyarlılığı kendi kültürümüze ait Adalet Kuleleri içinde gösteririz ve hem kulelerin hem de adaletin öneminin farkına varırız.

Dilerim bu yazım dikkatleri çeker ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Kültür Portallerindeki Galata Kulesi tarihini bir kere daha gözden geçirmelerine yardımcı olur…

Yenilem Proje Danışmanlık Ticaret A.Ş. © 2024. Her Hakkı Saklıdır. Site: İkipixel

TAKİP EDİN