Bireyin Mutluluğu Toplumun Uygarlığı...
BİREYİN MUTLULUĞU TOPLUMUN UYGARLIĞI
Milliyet Gazetesi, 20 Temmuz 2014, s. 22.
İnsanlık çok uzun bir dönem göçebe bir yaşam tarzı ile avcılık ve toplayıcılıkla yaşamını sürdürdükten sonra yerleşik düzene geçerek tarım (neolitik) toplumlarına dönüştü. Dünya genelinde altı farklı bölgede gelişerek uzunca bir süre tarım toplumu olarak yaşadı. Tarım toplumuna geçmek için gerekli kültürel birikimi oluşturamayan topluluklar ise zaman içinde yok oldular. İnsanlık var oluşundan bu yana inanılmayacak kadar kısa bir zaman dilimi içinde önce sanayi devrimine paralel olarak yaşanan teknolojik gelişmeler ile köklü ve önemli değişimler geçirdi ve günümüzdeki bilgi toplumuna dönüştü.
Tarih boyunca çeşitli kültürlerin, gerektiği zaman, gerekli atılımı gerçekleştiremeyen toplulukların yok olduklarını görmekteyiz. Dar alanlara sıkışmış, dinamizmden yoksun, günün gelişmelerine kapalı toplulukların ne kadar büyük kültürel birikimleri olursa olsun, zaman içinde yok oldukları bir gerçektir. Günümüzde Laponlar, Eskimolar, Aborjinler, Tuaregler yok olma savaşı verecek güçte bile değiller; unutmamak gerekiyor ki pek çok kültür zamanında yapamadıkları atılımların bedelini, tüm çabalara rağmen yok olarak ödemişlerdir.
Her çağda gelişmiş kültürler toplumları yönetmiş ve geleceğe yön vermiştir. Günümüz de gelişimi farklı boyutlarıyla bilgi toplumları yönlendiriyor ve beraberinde yeni bir öğretiyi yaygınlaştırıyor. “Ne kadar çok birey, bireysel olarak kendini mutlu addederse, devlet ve toplum önünde kendini kabul edilmiş hissederse, mensubu olduğu toplum o oranda uygarlaşmış sayılır.” Bu ilke reklamlarda bile sıkça kullanılan popüler bir slogan oluyor: “... yeni yüzyılda başarı, bireyi mutlu edenlere ait olacaktır”.
Tüm dünyada böyle bir düşünce rağbet görürken niçin bizim toplumumuzda bireylerin mutluluğu, kabul edilmişliği, farklı yaşam haklarını kullanması yadırganıyor? Demokratikleşme, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi zaman zaman devleti gerektiğinde çağdışı kalmakla suçladığımız toplumsal haklar, bireysel haklara dönüşünce niçin karşı çıkıyoruz? Hemen her adalet kurumunda yazılı olan “Adalet mülkün temelidir” sözü ile kastedilen devletin esasının adalet olduğudur. Sınırları giderek genişleyen gelişmişlik anlayışı çerçevesinde kişisel mülke de adalet gerekmez mi?
Ülkemizde bürokrasi kanunlarla tanınan kişisel hakları yönetmelik, yönerge, ilke kararı ve benzeri düzenlemelerle kısıtlamakta ve giderek içinden çıkılmaz sorunlar silsilesine dönüştürmektedir. Son yıllarda sit genel adı ile anılan ve büyük bir bölümü toplumsal uzlaşıya aykırı, sübjektif kararlar ile belirlenen pek çok koruma alanı oluşturulmuştur. Hemen hemen hiç kimsenin bir bütün olarak bilmediği, birbirinden kopuk birimlerin sonu gelmez arşivlerinde yatan bu alanlar inanılması güç rakamlara ulaşmıştır.
Cumhuriyetimizin kuruluşundan günümüze kadar geçen 90 yıllık süre içinde ne yazık ki ülkemiz kadastrosu tamamlanamamıştır; bu alanların ne kadarı özel ne kadarı kamu mülkiyetindedir bilinmemektedir. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nün yanı sıra Orman Kadastrosu’nun da yaptığı çalışmalar vardır. Orman Kadastrosu ile Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nün yaptığı çalışmalar birbiriyle çelişmekte ve pek çok hukuki soruna neden olmaktadır. Bu konuda mahkemelere intikal etmiş ve uzun süredir devam eden binlerce dava vardır. Konu öylesine karmaşık bir hale dönüşmüştür ki, yasal mevzuata uygun, ruhsat alınarak yapılan pek çok yapı bugün kadastro uyumsuzluğu nedeni ile orman alanında görülmekte ve yasal takibe maruz kalabilmekte, tapu dairesinden yasal satış yapılarak mülk edinilen taşınmaz bir süre sonra orman alanı olduğu için devlete intikal edebilmektedir. Bir diğer deyişle bireysel haklar, devletin gücü ile tehdit altındadır.
YA BİLİM YA ZULÜM
Bilimin göz ardı edildiği, bilimsel çözümlerin üretilmediği toplumlarda giderek zulüm egemen olur. Hukuk devletinin ilkesel olarak tesis edilemediği ülkelerdeki durum da budur. Kimi alanlarda bilimin değil, zulümün destekçisi bir anlayış toplumumuza hakim olabilmektedir.
Anayasamızın 35. maddesi “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacı ile kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz”. Bu hükme dayanarak sorgulamamamız gereken şu ki, mülkiyet haklarını kısıtlayan uygulamaları, bireysel özgürlüklerin ve kabul edilmişliğin ön plana çıktığı günümüzde, toplumsal yarar perdesi arkasına saklamak ne kadar doğrudur? Birey mutluluğu ve mensubiyetini sınırlamak için yasaları kullanmak adalete ve adil olmaya aykırı değil mi?
Giderek artan nüfus sayımız için yeni yerleşim alanlarına ihtiyaç duyduğumuzu bilerek, sınırları ve koşulları belirlenmiş, düzenli yapılaşmaya karşı çıkmanın arkasındaki nedenleri anlamakta zorlanıyorum. Ülkemizdeki çarpık yapılaşmanın tümü kamusal alanlarda, sözde koruma alanlarında, hatta büyük oranda orman alanlarında gerçekleşmiştir.
Bu gerçekler artık zulme dönüşen yasaklamalar yerine ülkemizin tüm kadastral altyapısının bir an önce tamamlanmasını, üzerinde tartışılması mümkün olmayacak bilimsel koruma alanlarının belirlenmesini, kesin yapılanma yasağı getirilen alanların özel mülkiyetten arındırılmasını, özel mülkiyetten arındırılamayan alanlar da belli büyüklüklerde yapılaşma hakkı tanınmasını, bu alanlardaki birleştirme (tevhit) işlemlerini desteklemeyi, ayırma (ifraz) işlemlerini zorlaştırmayı niçin düşünmüyoruz.
İnsanların mutluluğu ve refahı için çalışması gereken bir mesleğin mensubu olarak sadece bilimsel çözümlerden yana olduğumu vurgulamak istiyorum. Bu ülkede yaşayan her bir bireyin hakkının devletin gücü ile tehdit edilmemesi gerektiğine inanıyorum. Bu nedenle ülke gündeminde bulunan ve “yaparız, yaptırmayız” tartışmaları arasına sıkışan pek çok konunun, kişisel mutluluğu ve devlet önünde kabul edilmişliği ön plana alan bir platformda çözüme kavuşturulması için gereken her türlü çabaya destek vermemiz gerektiğini, kendini aydın olarak niteleyen herkese hatırlatmak isterim. Bizim insanımızın da iyi düzenlenmiş, yaşanabilir, çağdaş alanlarda ve yapılarda hiçbir tehdit altında kalmaksızın tıpkı geçmişte olduğu gibi evrensel mimariye örnek teşkil edecek binalarda yaşama hakkı var.
Gelişmişlik, bireyle toplum arasında anlaşmazlıkları büyütmeyi değil, bireyin toplum ile uyum içinde ve barışık yaşamasına sağlayan çözümler üretmeyi gerektirir. Unutmamak gerekir ki, toplum önderi olmaya niyet eden kişiler, her dönemde içinde yaşadıkları toplumun gelişmişlik düzeyine katkıda bulunan insanlar olarak anılmışlardır ve gelecekte de öyle anılmak onların en büyük dileği olmalıdır...