
Ahmed Cevdet Paşa...

AHMED CEVDET PAŞA
Milliyet Gazetesi, 26 Temmuz 2025, s. 2.
Bir fikir adamı, bir reformcu, bir devlet aklı…
Gelenekten kopmadan modernleşen bir anlayış…
Lise yıllarımdan beri Ahmed Cevdet Paşa adını duyarım. Tarihe olan merakım arttıkça, “Kimdir bu kişi?” diye araştırmaya başladım. Böylece, XIX. yüzyılda yetişmiş en önemli devlet adamlarından biriyle tanışmış oldum. Günümüzde Bulgaristan sınırları içinde kalan Lofça’da, 1823 yılında dünyaya gelen Ahmed Efendi, ilk eğitimini bu şehirde alır. 15-16 yaşlarındayken eğitimine devam etmek için İstanbul’a gelir ve Fatih Camii medreselerinde dönemin tanınmış hocalarından dersler alır. Bu dönemde, hocası Süleyman Fehîm Efendi ona “Cevdet” mahlasını verir. Bundan böyle “Ahmed Cevdet Efendi” adıyla anılacaktır.
Eğitimi
İlmiye sınıfı mensubu olan Ahmed Cevdet Efendi, 1844 yılında medrese tahsilini tamamlar ve imtihanla Premedi / Permedi (Ergidi / Arnavutluk) kazasına kadı olarak atanır. Ancak görev yerine gitmez, muhtemelen yerine bir naip gönderir. 29 Haziran 1845 tarihinde İstanbul müderrisliğine hak kazanır. Bu sıralarda, reformcu kimliğiyle tanınan Mustafa Reşid Paşa sadrazamdır. Arif Hikmet Bey’in şeyhülislamlığa atanmasında önemli bir rol oynar. Öte yandan, Mustafa Reşid Paşa’nın gerçekleştirmeye çalıştığı reformlara karşı, Koca Hüsrev Mehmed Paşa’nın öncülük ettiği güçlü bir muhalefet vardır. Bu yüzden, Mustafa Reşid Paşa, yapmak istediği reformlarını geleneksel ve dinî temellere dayanan kanıtlarla destekleyecek, bu konulara vakıf bir kişi arayışına girer. Arif Hikmet Bey’in çevresinde bulunan Ahmed Cevdet Efendi, ilmî birikimi, fikir yapısı ve maddi ihtiyaçları nedeniyle tam da bu göreve layıktır. Şeyhülislam, hiç tereddüt etmeden Ahmed Cevdet Efendi’yi Mustafa Reşid Paşa’ya gönderir.
Mustafa Reşid Paşa
Mustafa Reşid Paşa, yetenekli gençlerle ilgilenmeyi seven ve onların yeteneklerine göre kamu hizmetinde yükselmelerini sağlayan bir devlet adamıdır. Daha sonraları sadrazam olarak Tanzimat dönemi politikalarında derin izler bırakacak olan Âli Paşa ve Fuad Paşa gibi isimler de Mustafa Reşid Paşa tarafından yetiştirilmiştir. Ahmed Cevdet Efendi, bu yeni ve karizmatik sadrazamın yanında çalışmaya başlayınca hem itibarı hem de geliri artar. Bu arada, sadrazamın çocuklarına özel ders vermeye başlar. O sıralar bekar olan ve Fatih Medresesi’ndeki odasında ikamet eden Ahmed Cevdet Efendi, zaman zaman sadrazamın yalısına, bazen de yeni tanıştığı Fuad Efendi’nin yalısına misafir olmaktadır. Her iki yalıda keyifli zamanlar geçirdiğini, “Bu da bence güzel bir âlem idi. Daima zevk u sefa bana hem dem idi.” ifadeleriyle dile getirecektir. Bu yaşam tarzı, Ahmed Cevdet Efendi’yi giderek ilmiye sınıfına mensup insanlardan ve onların hayat tarzından uzaklaştırmaktadır. Mustafa Reşid Paşa ile çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra, Arapça ve Farsçasının görevi için yetersiz kaldığını fark ederek Fransızca öğrenmeye başlar.
İlmiye sınıfı
Pratik zekâsı ve çalışkanlığıyla, geleceği iyi okuyan ve buna göre hayatına yön vermeye çalışan Ahmed Cevdet Efendi, Türkçe konusunda da ilmiye sınıfından farklı düşünmeye başlar. İlmiye mensuplarının, büyük ölçüde Arapça ve Farsçanın etkisinde kaldığını ve kullandıkları yazı dilinin halk tarafından anlaşılamayacak kadar farklı olduğunu görür. Bu nedenle, yeni görevinde hazırladığı metinlerde tumturaklı ifadeler kullanmak yerine, sade, kolay anlaşılır ve gereksiz ayrıntılardan uzak bir dil kullanmaya özen gösterir.
Reformcu kanat
Reformcu çevrenin içinde bulunan Ahmed Cevdet Efendi, bu çalışma ortamının sağladığı entelektüel bilgi birikimiyle ciddi bir zihniyet dönüşümü yaşar. Giderek medrese çevresinin ilmî ve teorik müzakerelerinden uzaklaşır ve pratik hayatın etkisinde kalmaya başlar. Bu düşünce dönüşümü, zaman içinde “Devlet nasıl kurtulur?” sorusuna cevap aramaya başlamasına yol açar. Artık Osmanlı Devleti’nin eski yöntemlerle yönetilmesinin mümkün olmadığını anlamıştır. Devletin içinde bulunduğu şartlar, eski tarz yönetim anlayışının getirdiği olumsuzlukları kaldıramaz. Nitekim 1848 yılında, henüz yirmi beş yaşındayken, imparatorluğun geleceği için reformcu kanadın fikirlerinin daha sağlıklı ve uygulanabilir olduğu kanaatine varmıştır.
İstanbul dışına seyahat
Nisan 1848 tarihinde Mustafa Reşid Paşa, sadrazamlık görevinden alınır. Bu görevden alınış, Ahmed Cevdet Efendi üzerinde büyük bir hayal kırıklığı yaratır. Ancak kısa bir süre sonra, Ağustos 1848 tarihinde Paşa yeniden göreve getirilir. Bu süre içinde, hocası Süleyman Fehîm Efendi tarafından başlatılan onun vefatıyla yarım kalan Tebrizli Şair Sâib Divanı’nın şerhini tamamlar. Bu çalışması nedeniyle ilmî rütbesi bir derece yükseltilir. Bu arada, daha sonra sadrazamlık görevinde bulunacak olan Fuad Efendi’nin Bükreş ve Bursa seyahatlerine eşlik eder. Bu sırada doğduğu şehir olan Lofça’yı da ziyaret eder. Lofça’dan ayrılmasının üzerinden on yılı aşkın zaman geçmiştir. Lofça, ona oldukça sıradan bir şehir olarak görünür. Bu ziyaretle ilgili olarak “İstanbul bana vatan-ı hakîkî olmuş” dediği aktarılır. Daha sonra, Fuad Efendi’yle birlikte bir de Mısır seyahatine katılır.
Encümen-i Dâniş ve mülkiye sınıfına geçiş
Bu seyahatler sırasında gördükleri ve Mustafa Reşid Paşa’nın modern eğitime verdiği önem, Ahmed Cevdet Efendi’nin Encümen-i Dâniş’in kuruluşunda etkin rol oynamasına neden olur. Türkçenin, Arapça ve Farsçanın etkisinden arındırılarak herkesin anlayabileceği bir dile dönüştürülmesi ve devletin yeni kanun ve nizamlarla modern bir yapıya kavuşturulması yönündeki çabaları, Ahmed Cevdet Efendi’yi derinden etkiler. Bu nedenle “1858 Tarihli Osmanlı Ceza Kanunnamesi”nin hazırlanmasında görev alır. Bu arada, Arapça ve Farsçadan çeşitli tercümeler yapar. Bu tercüme çalışmaları içinde en önemlisi, İbn Haldun’un “Mukaddime” adlı eseridir. Pîrîzâde Mehmed Sâhib Efendi tarafından ilk iki cildi tercüme edilmiş olan “Mukaddime” çevirisini Ahmed Cevdet Efendi tamamlar. Bu çalışmaları, onun “İlmiye” sınıfından “Kalemiye” sınıfına aktarılması isteğine yol açarsa da dönemin şeyhülislamı Mehmed Sâdeddin Efendi bu geçişe karşı çıkar. Bu süreçte, Rumeli ve Anadolu eyaletlerinde müfettişlik görevlerinde bulunur. 5 Ocak 1866 tarihinde, Halep Vilayeti’ne vezaret rütbesiyle vali olarak atanır. Bu tarihten itibaren “Ahmed Cevdet Paşa” olarak anılacaktır.
Valilik ve Bakanlıklar
Bu arada ülkede reform çalışmaları devam etmektedir. Bu çalışmalar içinde, özellikle yargı sistemiyle ilgili çalışmalar öncelik taşımaktadır. 5 Mart 1868 tarihinde, yargı sistemiyle ilgili çok önemli bir karar alınarak, Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye (Yargıtay) ve Şûrâ-yı Devlet (Danıştay) adıyla iki kurum tesis edilir. Halep Valisi Ahmed Cevdet Paşa, Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye; Tuna Valisi Midhat Paşa ise Şûrâ-yı Devlet başkanlığına atanır. Bu atamanın ardından Ahmed Cevdet Paşa, “Mecelle” çalışmalarına başlar. Aynı zamanda vakanüvis olarak da görev yapmakta olup, 1774-1825 yılları arasındaki olayları içeren “Târîh-i Cevdet” adlı eserini tamamlamaya çalışmaktadır. Ancak “Mecelle”nin dördüncü kitabında yer alan bir madde nedeniyle çıkan itirazlar sonucu görevden alınan Ahmed Cevdet Paşa, Bursa Valiliği’ne atanır. Bu görev üç gün sonra iptal edilerek, hanesinde oturmak üzere İstanbul’da kalışına izin verilir.
Yaklaşık üç yıl süren bu mâzûliyet döneminin ardından, 20 Haziran 1872 tarihinde Maraş Valiliği’ne atanır. Kısa süren bu görevi, 31 Temmuz 1872 günü son bulur; yerine Mithat Paşa atanır. Bir süre sonra Evkâf Nazırı, ardından da Maarif Nazırı olur. Kasım 1874 tarihinde bu kez Yanya Valiliği’ne atanır. Altı aydan biraz uzun süren bu görevden sonra tekrar Maarif Nazırı olur. Taşradaki son görevi ise, 1878 yılı Şubat-Kasım ayları arasında yürüttüğü Suriye Valiliği’dir.
Sonraki yıllarda Ticaret ve Ziraat Nazırlığı ile Adliyye Nazırlığı görevlerinde bulunur. En önemli hizmetlerinden biri de Hukuk Mektebi’nin (Haziran 1880) kuruluşuna yaptığı katkıdır. Sorumluluk aldığı en tartışmalı olay ise Yıldız Mahkemesi’dir. 30 Kasım 1882 tarihinde Adliyye Nazırlığı görevinden alınır ve Paşa için yine mâzûliyet yılları başlar. Ancak Ahmed Cevdet Paşa, boş oturacak biri değildir. “Târîh-i Cevdet” adlı eseri üzerine çalışmaya devam eder. Dört yıl süren bu mâzûliyet dönemi, Haziran 1886 tarihinde Adliyye Nazırı atanmasıyla sona erer. Dört yıl sürecek bu son görevinin ardından, eski sadrazam ve nazırlardan gerektiğinde istifade etmek için oluşturulan Meclis-i Adliyye Memuriyetine atanır.
Bu arada “Tezâkir” adlı eserinin çalışmalarına devam etmekte olup, bir taraftan da padişah tarafından yasaklanan “Kısas-ı Enbiyâ” adlı eserinin yayımlanması için uğraşmaktadır. İtaate kusur etmemeye çalıştığı padişahın kararıyla, ilk kez eseri yasaklanan âlim ve devlet adamı durumuna düşen Ahmed Cevdet Paşa, 26 Mayıs 1895 günü Bebek’teki yalısında vefat eder.
Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, Cumhuriyetimizin 100. yılına armağan olmak üzere bir dizi biyografi yayımlamaya karar verir. Bu biyografilerden biri de “Ahmed Cevdet Paşa”dır. Uzun yıllar boyunca Ahmed Cevdet Paşa hakkında araştırmalar yapan Prof. Dr. Ş. Tufan Buzpınar, bu kitabı yazma görevini üstlenir ve kültürümüze yeni bir bakış açısı kazandıran bir eser oluşturur. Böyle kıymetli bir çalışmayı bizlere kazandırdığı için kendisine teşekkürü bir borç bilirim.
Ş. Tufan Buzpınar, Ahmet Cevdet Paşa, İstanbul, 2024.





