Ayvazovski'nin İstanbul'u
AYVAZOVSKİ’NİN İSTANBUL’U | Ed. Bülent Özükan, İstanbul 2016
İvan Konstantinoviç Ayvazovski veya diğer adı ile Hovhannes Kevork Ayvazyan (19 Temmuz 1817-2 Mayıs 1900) daha sonra soyadını Ayvazovski olarak değiştirecek olan ve Moldavya’dan Feodosya’ya (Kefe) göç eden, Kevork Ayvazyan isimli bir tüccarın oğludur. Resime olan yeteneği küçük yaşta fark edilen Ayvazovski, Çar I. Nikolay Pavloviç’e (1826-1855) sunulan çalışmalarının beğenilmesi üzerine 16 yaşında St. Petersburg Akademisi’ne kabul edilir. Burada Maxim Nikiforoviç Vorobyov’un (1787-1855) öğrencisi olur. Döneminin önde gelen yazarları Aleksandr Sergeyeviç Puşkin (1799-1837) ile Nikolay Vasilyeviç Gogol’un (1809-1852) ve besteci Mikhail İvanoviç Glinka’nın (1084-1857) sanat anlayışlarından etkilenerek romantik tarzı benimser. 1836’da St. Petersburg Sanat Akademisi’nde ilk altın madalyasını kazanır. Deniz manzaraları çalışmaları bir sene sonra ona ikinci altın madalyasını kazandıracaktır. Hocalarının isteği üzerine iki yıl boyunca Kırım’da manzara resimleri üzerine çalışır. 1839’da Rus donanmasının Baltık Denizi’nde yaptığı tatbikatlara katılarak resim çalışmalarını sürdürür. 1840’ta devlet tarafından eğitimine devam etmesi için İtalya’ya gönderilir. İtalya’daki çalışmaları sırasında Portekiz, İspanya, Fransa, İngiltere, Hollanda ve Malta’ya seyahatler yapar. Bu arada Roma, Venedik ve Paris gibi döneminin sanat merkezlerinde sergiler açar. 1842’de bir sergisi sırasında İngiliz deniz ressamı Joseph Mallord William Turner (1775-1851) ile tanışır. Ayvazovski’nin “Bay of Naples on a Moonlight Night” (Mehtaplı Bir Gecede Napoli Sahili) tablosundan etkilenen Turner, şu satırlarla izlenimlerini anlatır:
“Tablonuzda gördüğüm ay ışığı, altın ve gümüşten oklarıyla denize düşmüş, denizin üstünde bir meltem, arkasında dalgacıklardan bir pelerin bırakmış, yüce bir kralın, kıvılcım sağanağıyla parıldayan tacı gibi... Eğer yanılıyorsam beni bağışla büyük sanatçı; tablonuzda gerçek ve sanatın iç içeliği beni öylesine büyüledi ki, ancak bir dehanın ilhamıyla böylesi asil, böylesi güçlü yaratılmış bir sanat eseri, görenleri böyle huşu içine sokabilirdi...”
Deniz ressamlığının pek bilinmediği İtalya’da Ayvazosvki adeta bir çığır açar. 1842’de Paris’te açtığı sergi sonrası ünlü Fransız savaş ressamı Horace Vernet (1789-1863) Ayvazovski’nin yeteneğinin ülkesi için şeref ve itibar kaynağı olduğuna dikkat çeker. Bu arada yaşamı olduğu gibi resimlendiren, şiir duygusu ve realizmi birleştiren dönemin ünlü Rus ressamı Sylvester Feodosiyeviç Shchedrin’in (1791-1830).
Ayvazovski’yi etkilediği görülürse de, bu etkilenme uzun soluklu olmaz. 1844’te yaptığı Avrupa seyahati sırasında Amsterdam’da etkileyici bir sergi açar. St. Petersburg’a dönüşü sonrası donanma kadrosuna alınmasına ve üniforma giymesine karar verilir.
Artık resmi olarak donanma kadrosunda bulunan Ayvazovski, Amiral Fyodor Petkoviç Litke’nin (Friedrich Benjamin Lütke, 1797-1882) komuta ettiği gemiyle Yunan Adaları ve Anadolu kıyılarını araştırmak için yola çıkar. Bu yıllarda, özelikle Karadeniz’in hırçın dalgalarıyla iç içe yaşayan Karadeniz kentlerini yansıtan resimleriyle sanatının zirvesine ulaşır. Özellikle Odesa ve İstanbul’dan bazı görüntüler içeren tabloları tüm eserleri içinde “en iyiler” olarak nitelenir. 1840’ların sonuna doğru daimi olarak Feodosya’ya yerleşir; sonraki 60 yıl boyunca zaman zaman seyahatlere çıksa da kısa süre sonra Feodosya’ya geri döndüğü bilinmektedir. Ayvazovski’nin tabloları arasında 1846-1848 yılları arasında yaptığı Çeşme Deniz Savaşı’nı anlatan “The Battle of Çeşme”, “Sakız Önlerinde Deniz Savaşı” (The Battle in the Straits of Chios), “Büyük Merkür” (The Big Mercury) ve 1850 sonrası yaptığı “Dokuzuncu Dalga” (The Ninth Wave), ortaya koyduğu güçlü deniz ve tekne görüntüleri ile insanoğlunun bu gerçekler karşısındaki aciziyetini görselleştirmesi açısından birer şaheserdir.
Ayvazovski hayatı boyunca altı binden fazla yağlıboya tablo ve bir o kadar da eskiz yapması ile ünlüdür. Eleştirmenler tarafından Rus sanat dünyasının en büyük yıldızı olarak nitelenen sanatçı, dünya çapında üne kavuşur. Doğduğu ve uzun yıllar çalıştığı Feodosya’nın gelişmesi için büyük çaba gösterir; kendi adına bir vakıf kurar, sanat okulu açar, arkeolojik kazılar yaptırır, tarih müzesi kurulması için önderlik yapar. 2 Mayıs 1900’de son nefesini veren Ayvazovski, kendi ismini taşıyan sanat galerisinin yakınındaki anıtsal mezarda yatmaktadır.
Ayvazovski’nin İstanbul’a dört kere geldiği bilinmektedir. Bazı kaynaklar onun İstanbul’u daha çok ziyaret ettiğini ileri sürse de bu görüş 1881, 1882, 1886 ve 1888 yıllarında açılan fakat kendisinin katılamadığı sergiler nedeniyle oluşmaktadır. Ressamın İstanbul’a ilk gelişi 1845 yılı Haziran ayı içerisindedir. İmparatorun oğlu Grandük Konstantin Nikolayeviç’e refakat eden ressam, bulunduğu heyetle birlikte Sultan Abdülmecid (1839-1861) tarafından Beylerbeyi Sarayı’nda huzura kabul edilir. İkinci ziyaretini ise ağabeyi rahip ve sonrasında başpiskopos olan Kapriyel Ayvazovski (1812-1880) ile birlikte Paris seyahati dönüşü 13 gün süre ile 1857 yılında yapar. Üçüncü gelişi ise 1874 yılında Sultan Abdülaziz’in (1861-1876) daveti üzerine bir ay kadar sürer. Bu süre içerisinde Sultan’ın Dolmabahçe Sarayı için sipariş ettiği tabloları hazırlar. Ayvazovski’nin son seyahati 1890 yılı Mayıs ayında olur, ziyareti sırasında Sultan II. Abdülhamid’in (1876-1809) huzuruna kabul edilir ve padişaha iki tablosunu sunar. 1888’deki son sergisi Beyoğlu’ndaki Rus Sefareti’nde düzenlenmiş olup elde edilen gelir ressamın isteği üzerine hayır kurumlarına verilmiştir. Bu sergide en dikkat çekici eserler: “Boğaziçi Üzerinde Ayın Doğuşu”, “Güneş Doğarken Vezüv Yanardağı”, “Fırtınalı Deniz” ve “Boğaziçi’nde Osmanlı Zırhlı Gemisi”dir.
Bu hitapta yer alan 3 adet eskiz ile 55 adet tablo içinde dokuzu 1 ve 3 numaralı eskizler esas alınarak Galata sırtlarından çizilen İstanbul görüntülerini içeren (4/7/11/25/31/38/41/42/43 numaralı) tablolardır. Ön planda Nusretiye Camii ve çevresinin, arka planda ise İstanbul görünümünün yer aldığı yedi tabloda (5/6/9/18/44/45/52 numaralı) ise birbirine benzer özellikler görülmekte ve Thomas Allom’un çeşitli çizimlerinden faydalanıldığı anlaşılmaktadır. Tablolar içinde ağırlık taşıyan bir diğer konu ise, 2 numaralı eskiz esas alınarak çizilen Boğaziçi köylerini yansıtan görüntülerdir (8/17/29/35 Göksu ve 40/55 Kanlıca). Liman ağzından İstanbul ve Haliç görüntüsü ise beş (3/37/50/51/53 numaralı) tabloda görülmektedir. Kız Kulesi’nin yer aldığı üç tablo (12/26/39) bulunmaktadır. Marmara Denizi’nden İstanbul ve Galata dört tabloya (15/20/23/27 numaralı), Marmara Surları ise üç tabloya (19/22/24 numaralı) konu teşkil etmektedir.
Ayvazovski’nin 1845 yılında yaptığı eskizde varolan Topkapı Sahil Sarayı’na, 11 Ağustos 1863’te yanmasına rağmen ısrarla hemen her tablosunda yer verdiğini görmekteyiz. Diğer bir nokta ise Yeni Saray’ın (Günümüz Topkapı Sarayı) Sarayburnu’na doğru uç noktasında yer alan Bağdat Köşkü ve Hırka-ı Saadet Dairesi’ni özellikle yükselen bacalarının da yanıltmasıyla iki minareli bir cami gibi çizmesidir. 1 numaralı eskizde doğru bir şekilde tespit edilen Sarayburnu ile Yeni Saray arasındaki eğim çizgisi nedense yağlı boya tablolarında çok daha dik olarak çizilmiştir. İlginç bir diğer nokta ise, İstanbul ile Galata’yı birbirine bağlayan ve 1836 yılında Sultan II. Mahmud (1808-1839) tarafından yaptırılan Hayratiye (Cisr-i Atik) ile oğlu Sultan Abdülmecid (1839-1861) tarafından inşa ettirilen, 1845’de yapımı tamamlanan Unkapanı (Cisr-i Cedid) köprülerine tablolarında yer vermemesidir. Ayvazovski’nin İstanbul’u ilk ziyaret ettiği 1845 yılında var olan her iki köprü de tablolarında hiç yer almaz. Kimi tablosunda bir ağaç, kimi tablosunda bakış açısı köprüleri görmezden gelmesini sağlar. Bazı yağlı boya tablolarındaki özensiz görüntülere karşın üç adet eskizindeki desen hakimiyeti ve görsellik ressamın eline olan güveni göstermektedir...