Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

TÜRKLERE GÜVENDİLER

 

Değerli dostum, emekli büyükelçi Ender Arat uzun bir araştırma ve çalışma sonrası “Türklere Güvendiler” adlı ile bir kitap yayınladı. Uzun bir süre önce bana armağan ettiği bu kitap ve kitabında yer alan ülkemize güvenenleri tanıtmak için müze yapılması için harcadığı çabalara dikkat çekmek istedim. Bazılarına birlikte katıldığımız pek çok toplantı sırasında hemen her konuştuğumuz ilgili böylesi bir müze için her türlü desteği vereceğini söyledi, ama ne yazık ki sonuç hüsran oldu. Her karşılaştığımızda bitmez tükenmez bir şevk ile müze için yaptığı görüşmeleri anlatıyor. Ben de “İnşallah” diyorum, ama bugüne kadar bir adım ileri gitmek ne yazık ki mümkün olmadı. Halbuki böylesi bir müzeye uluslararası ilişkiler ve yüce gönüllüğümüzü göstermek açısından aciliyetle ihtiyacımız var.

 

Macarlar

Gelelim, hepimizin okuması gereken kitabın içeriğine. Ender Arat zaman içinde toplam otuz üç millet mensubunun, Türk topraklarına sığındıklarını tespit etmiş. Bu milletlerin başında Macarlar geliyor. Bir dönem şiddetli savaşlara konu olan Türk-Macar ilişkileri daha sonra topraklarımızı bu ülkenin insanlarına açmamız da sakınca oluşturmamıştır. Imre Thököly, II. Ferenc Rákóczi, Kossuth Lajos gibi önderlerin yanı sıra çok sayıda Macar milliyetçisi kurtuluşlarını topraklarımıza sığınarak sağlamışlardır. Bir dönem, ülkemize sığınan Macar mültecilerin geri iade edilmesi talebine karşılık; Sultan Abdülmecid’in; “Tacımı veririm, tahtımı veririm, fakat devletime sığınanları asla geri vermem” sözünün ülkemiz için ne anlam ifade ettiğinin bir kez daha düşünülmesi gerekiyor.

 

İkinci Dünya Savaşı sırasında çok sayıda Macar bilim insanı ülkemizde misafir edilmiş ve üniversitelerimizde ders vermeleri sağlanmıştır. Aynı savaş sırasında Macaristan başbakanı Miklós Kállay Budapeşte’deki Türk Büyükelçiliğine sığınır ve altı ay süresinde orada misafir edilir. 1956 yılında meydana gelen ayaklanmanın başarısız olması sonrası bir grup Macar mülteci Kızılay’ın kiraladığı bir uçak ile İstanbul’a getirilir. Bu grup içinde yer alan yaşlı bir kimya mühendisinin; “Gösterilen alakadan dolayı çok memnunuz. Esasen biz fazla bir şey istemiyorduk. Yalnız hürriyet bize kafiydi. Fakat umduğumuzdan çok fazlasını bulduk” sözlerini iki ülke arasındaki dostluk ilişkileri açısından her zaman hatırlamamız gerekiyor.

 

Polonyalılar

Ülkemize güvenen bir diğer büyük grup ise Polonyalılardır. Polonya parçalanarak dünya haritasından dört kez silinir. XIX. ve XX. yüzyılda önce Osmanlı İmparatorluğu daha sonra ise genç Türkiye Cumhuriyeti’nden uzanan dostluk eli bazı Polonyalılar tarafından daima şükranla anımsanır. Bazı Polonyalılar dedim, çünkü 12 Mart 2023 tarihli “Türkiye ve Polonya” adlı yazımda da belirttiğim gibi 22-24 Ocak 2001 tarihleri arasında “Bertelsmann Forumu”nda Polonya Dışişleri Bakanı Bartoszewski’nin yaptığı konuşma yüz yıllardır süren ilişkilerimiz üzerindeki bir gölgedir.

 

Türklere güvenen Polonyalılar arasında Józef Zachariasz Bem bizdeki adı ile Murat Paşa (1794-1850) 23 Ağustos 1849 günü Avusturya’ya karşı yaptığı savaşta mağlup olması üzerine Osmanlı topraklarına sığınır. 17 Eylül 1849 günü Müslümanlığı kabul ederek Murat adını alır. Önce Tuna vilayetinin bir bölümünü teşkil eden Vidin, Ruscuk ve Silistre ordularının komutanlığına atanır, daha sonra ise Halep’te görevlendirilir.

 

Ülkemizin mültecilere gösterdiği ilgi ve alakanın doğurduğu sempati Ryszard Wincenty Berwiński’nin de (1819-1879) Osmanlı İmparatorluğu’na sığınmasına ve Sadık Paşa adıyla Osmanlı Ordusu’nda görev almasına yol açar. Bir diğer önemli asker ise Konstanty Borzęcki (1826-1876) adıyla bilinen Mustafa Celâleddin Paşa’dır. 4 Şubat 2023 tarihli “Liyakat, fazilet, cesaret ve fedakârlık” adlı yazımda da belirttiğim gibi 1849 yılında 23 yaşında Osmanlı İmparatorluğu’na sığınır, bilgisi nedeniyle Mektebi Harbiye’de Fransız subaylar tarafından imtihan edilerek “Erkan-ı Harp” sınıfına dahil edilir ve yüzbaşı rütbesiyle orduda görevlendirilir. Kısa süre sonra terfi ederek “Paşa” rütbesine ulaşır ve Karadağ’daki bir çatışma sırasında şehit olur. Mustafa Celâleddin Paşa bir asker olarak hizmet verdiği Türk Ordusu’nun yanı sıra yazdığı makale ve yazılarla da tanınmaktadır. 1869 yılında İstanbul’da basılan Fransızca “Les Turcs Anciens et Modernes” isimli kitabı Türklerin kökeni hakkında yazılmış ilk kitaplardan biridir. Adam Bilinsky-Ahmed Rüstem Paşa (1862-1934), Feliks Klemens Breanski-Şahin Paşa (1794-1884), Michał Czaykowski-Mehmed Sadık Paşa (1804-1886) ve elbette İstanbul Beyoğlu’nda yaşadığı ev bir müze hâline getirilen, Polonya’nın millî şairi olarak kabul edilen Adam Mickiewicz (1798-1855) ülkemize güvenen Polonyalılardır.

 

11 Mart 2023 tarihli “İstanbul’da Kurulan Polonya Köyü” isimli yazımda da bahsettiğim Adampol-Polonezköy iki ülke arasındaki ilişkilerin nerede ise iki yüz yıllık bir hatırasıdır.

 

“Biz garip bir durumdayız. Eski atalarımızın vatanı Vistül kıyılarında, ama yakın zamanlardaki büyüklerimizin vatanı Boğaz’daki Adampol’dür.”

Zofia Rızı (1984)

 

Museviler

Osmanlı İmparatorluğu’na çeşitli tarihlerde ve çeşitli ülkelerden çok sayıda Musevi can ve mal emniyetleri sağlamak için göç eder. 1376 yılında Macaristan’dan, 1394 yılında Fransa’dan, 1420 yılında Venedik’ten, 1470 yılında Bavyera’dan ve 1492 yılında İspanya’dan, gelen Museviler için Sultan II. Bayezid; “İspanya Musevilerini geri çevirmek şöyle dursun tam bir içtenlikle karşılanmalarını, aksine hareket ederek göçmenlere kötü muamele yapacakların veya en ufak bir zarara sebebiyet vereceklerin ölümle cezalandırılacaklarını” belirten bir ferman yayınlar. Toplumlar farklı ulus ve inançların zenginliği açısından değerlendirilir, farklı düşünceler ancak böyle bir ortamda gelişir ve ülke zenginleşir. İspanya’dan gelen göçmenler konusunda Sultan II. Bayezid’ın; “Bu Kral’a (II. Ferdinand) nasıl ‘akıllı ve uslu Fernando’ diyebiliyorsunuz? Kendi ülkesini yoksullaştırıyor ve benimkini zenginleştiriyor” dediğini de bilmekteyiz. Özellikle Almanya’da Nazi iktidarının güçlenmesi üzerine ülkemize gelen çok sayıdaki Musevi bilim insanının ülkemiz eğitim kalitesinin yükselmesinde çok büyük katkıları bulunmaktadır.

 

Demirbaş Şarl

Ender Arat’ın kitabında çeşitli dönemlerde can ve mal emniyetlerini sağlamak için ülkemize güvenen çok sayıdaki millet mensubundan söz edilmektedir. Şimdilerde aramızda soğuk rüzgârlar esen İsveç’in, 1697-1718 tarihleri arasında kralı olan ve uzun süren misafirliğinden dolayı kendisine “Demirbaş” lakabı takılan XII. Karl, 1709 yılında Rus kuvvetlerine yenilince Bender, Dimetoka ve Demirtaş’ta yanında bulunan dört bin kişi ile birlikte 5 yıl, 3 ay, 9 gün misafir edilir.

 

Bu kitap vasıtasıyla ne kadar alicenap bir millet olduğumuzu bir kez daha öğrenme fırsatı bulduğum için sevgili Ender Arat’a teşekkür borçluyum, dilerim uzun yıllardır gerçekleştirmek istediği böylesi bir müzenin hayata geçtiğini görme imkânımız olur. Böylesi bir müze özellikle zaman içinde zenginleşecek ve bu göçlerin yapıldığı ülkelerde açacağı sergiler ile herkesin geçmişi doğru bir şekilde öğrenmesi için faydalı olacaktır.

 

Ender Arat, Türklere Güvendiler, İstanbul, 2016.