Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

CAHİL ÜZERİNE

 

Voltaire’in yazdığı “Cahil Filozof” isimli kitabı tekrar okurken birden aklıma Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu’nun “Mütareke Yıllarında İstanbul” adlı kitabında geçen bir anısı geldi. Saraçoğlu çocukluk anılarından bahsederken; “Daha Rüştiye (ortaokul) mektebinde iken ‘İlm-i Ahlâk’ hocamız cahili tarif ederken;


-Efendiler derdi, cahil iki türlüdür: Basit cahil ve mürekkep (birleşik) cahil. Basit cahil bir şey bilmez, fakat bilmediğini bilir. Mürekkep cahil ise hem bir şey bilmez, dünyasının farkında değildir, hem de bilmediğini bilmez, cahilliğinin de farkında değildir. İşte tedavisi zor, hatta imkânsız olan bu cahil, mürekkep cahildir. Çünkü basit cahil, cahilliğini bildiği, hiçbir şey bilmediğinin farkında olduğu için, bir gün gelir çalışır, cahillikten kurtulur. Amma mürekkep cahil zavallılığının farkında olmadığı için kendini alim sanır, cahilliğini gidermeye rağbet etmez. İşte bu çeşit cahillerden korkmalı!”

 

Yarı cahil veya mürekkep cahil

Daha sonra, 20’li yaşlarımın ortalarında benzer sözleri rahmetli Hayrullah Örs’ten de duyduğumu hatırladım. Bir konuşma sırasında; “Oğlum hayatta en fazla sıkıntı çekeceğin insan, yarı cahildir. Cahil bilmediğini bilir, söze ve işe karışmaz, ama yarı cahil ne bilir ne de bilmediğini bilir, hemen her şeyi bildiğini sanır ve her şey hakkında fikri vardır. Allah hepimizi yarı cahillerden korusun” demişti. Hayrullah Örs, Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu’nun “Mürekkep cahil” dediği kişiyi “Yarı cahil” olarak niteliyordu. Benzer bir nitelemeyi rahmetli Uğur Mumcu, “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar” diyerek çok özlü bir şekilde özetlemişti.

 

Mevlânâ

Ne yazık ki, gitgide sayılarının azalacağını umduğumuz bu yarı cahillerin sayısı giderek arttı. Mevlânâ’nın yüz yıllar önce söylediği bir sözü nerede ise hayatımın her günü yaşamaya başladım; “Ne kadar bilirsen bil; bildiğin karşındakinin anladığı kadardır.”

 

Son yirmi yıldır giderek yaygınlaşan bir şekilde bürokrasi, yaptığınız işin veya önerdiğiniz çözümün kanun, yönetmelik veya herhangi bir belgede yazılı olmasına bakıyor. Kendilerine kanunlarda yapılacak işin veya önerdiğiniz çözümün değil, yapılmaması gereken işlerin veya çözümlerin yazıldığını, yapılacak işlerin yazılmasının insan aklı ve gelişimi ile alay etmek olacağını söylediğinizde büyük bir hayretle yüzünüze bakıyorlar. Üstelik bunların bir kısmı da hukuk eğitimi almış kişiler. Eğer söz konusu muhatabınız bir hakimse, hemen dosyayı bilirkişiye havale ediyor. Yazılı raporları okuduğunuz, çoğu bilirkişinin neyi bildiğini anlamanız ise giderek zorlaşıyor.

 

Birleşik kaplar

Konuşmacı olarak katıldığım bir televizyon programında Prof. Dr. Korel Göymen siyaset ile ilgilenen kişilerin kalitesinden bahsederek, bunun yükseltilmesi gerektiğinden söz etti. Müdahale ettim, genç yaşlarımda öğrendiğim bir sosyal antropoloji tespiti vardır. Toplum birleşik kaplar gibidir, mühendisler iyi olup, mimarlar kötü olmaz. Ne kadar iyi mühendis varsa o kadar iyi ve işini düzgün yapan mimar vardır. Korel Göymen Hoca’nın ithamına müdahale edip, birleşik kaplar teorisini söyledim. “Doğrudur” dedi ve sözünü, “Toplumda genel bir cehalet var” diye düzeltti. Son yaşadığımız deprem felaketi cehaletin ne boyutlara ulaştığını, toplumun her katını sardığını gösteriyor.

 

Nereden başladık nereye geldik? Toplumda giderek yaygınlaşan, üstelik yalnızca bizim toplumumuzda değil, nerede ise tüm dünyada ortaya çıkan bu cehaletin temel nedeninin yarı cahil insan sayısının artmasına bağlı olduğunu düşünüyorum. Daha önceki yazılarımda da sık sık belirttiğim gibi cehalet insanları cesur yapar. Yaptığı işin oluşturacağı sonuçları değerlendirmekten acizdir. Bu nedenle yarım yamalak bilgisiyle hareket eder ve sonuca katlanmak mecburiyetinde kalır. Yine de yılmaz ve bu sonucun kendi kararları sonrası oluştuğuna değil, şansızlık olduğuna inanır.

 

Bürokrasi

Son zamanlarda bürokraside sık sık böylesi insanlarla karşılaşıyorum, bir meseleyi akıl yolu ile çözmek yerine, yazılı bir belgede çözüm önerilip önerilmediğini araştırıyorlar. Kendi kısıtlı bilgileri ile çözüm üretmekten aciz durumdalar. Bu nedenle de kısa süre içinde çözüme kavuşma imkânı olan çoğu iş yıllar boyu sürüncemede kalıyor, büyük ekonomik zararlara neden oluyor. Bazı bürokratlar ise bu gibi meseleleri çözmek için şahsi inisiyatiflerini kullandıklarında bu kez de müfettişler devreye giriyor. Çoğu müfettiş bilmediği konuda hüküm üretiyor ve çözüm üretmek için çalışan insanları suçlu buluyor.

 

Bu konudaki yorumlarıma bazı kişiler karşı çıkabilir ama, benzer bir olay da benim başımdan geçti. Bir dönem Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu başkanlığı yapmıştım. Daha sonra iki müfettiş benim başkanlık yaptığım dönem için açılan soruşturmada görevlendirildi. İkisi birden bana, “Siz bir günde kırka yakın karar almışsınız” gibi bir suçlama yöneltti. Hayretle “Ne yapacaktık ki?” dedim. Koruma Kurulları karar alma müesseseleridir. Haftada bir yapılan toplantılarda, bakanlık bürokrasisinin oluşturduğu dosyaları inceleyerek karara dönüştürürüz. İmzaladığımız metnin üstünde “Karar” yazar. Birden asabım bozuldu ve “Siz neyi incelediğiniz farkında mısınız?” dedim ve “Bizim işimiz karar almak, karar almayıp ta ne yapacaktık? Her hafta önümüze konulan kırkı aşkın dosyanın her birine bilgi birikimimiz doğrultusunda çözüm öneriyoruz. Bu gibi kurumlarda görev alan kişiler karar üretir, önüne gelen hemen her şeyi erteleyip, karara bağlamamak kurumun varlığını tehdit eden bir davranış olur. Anlaşılan sizin bilgi birikiminiz bu tür bir çalışmayı değerlendirmeye müsait değil, o halde neyi inceliyorsunuz?” diye sordum.

 

Sonrası ne mi oldu, bakanlık bazı konularda suçlamada bulunmaktan vazgeçti. Bazı konulardaki suçlamaları ise Bölge İdare Mahkemesi reddetti. Çünkü oluşturulan rapor büyük bir cehalet içeriyordu, görevli müfettişlerin her ikisi de bu konularda bilgi sahibi değildi. Bilmedikleri konularda fikir sahibi olmuş, çözüm yerine çözümsüzlük öneriyorlardı. Ancak ne yazık ki daha sonraki dönemlerde iş daha da kötüye gitti ve hemen her konu problem haline getirildi. Bir dönem bu gibi konuların çözüme kavuşabileceğine inanırdım, ne yazık ki giderek büyüyen bu anlayış karşısında artık ümidim de kalmadı.

 

Çözümsüzlüğü çözüm sanan, hemen her konu hakkında bilgisizliği nedeniyle problem yaratan, çözüm önermesi gereken kişilerden oluşan çoğu kurum ne yazık ki ne yaptığının ve yaptıklarının toplum yaşamında yarattığı hasarlardan habersiz. Ne diyeyim? Allah sonumuzu hayretsin demekten başka…