Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

AYNI MANTIKLA İNŞAA YİNE YIKIM GETİRİR

 

Milliyet’te köşe yazıları yazmaya başladıktan kısa süre sonra, bir dost kazandım. Amerika’da yaşayan Dr. Tamer Ceylan, hemen her yazımı okuyup inceleyen, gerektiği zaman uyarılarda bulunan bir dost olarak hayatıma girdi. Saat farkı dolayısıyla her cumartesi ve pazar günü öğleden sonra onun emailini bekler oldum. Daha yüz yüze gelemedik ama eğer bir aksaklık olur da haberleşemezsek birbirimizi merak eder olduk.

 

11-12 ve 18-19 Şubat tarihli deprem üzerine olan yazılarıma Dr. Ceylan, altı sayfalık bir yazı ile düşüncelerini açıkladı. Çok ders alınması gereken tespit ve önerileri var. Bunların bir kısmını müsaadesiyle sizlerle paylaşmak istedim.

 

‘Kritik Kütle’ eşiği

“Bu afet gerçekten çok büyük, sanırım modern çağlarda hiçbir ülke bunun gibi büyük bir felaket yaşamadı” diye başladığı yazısında, yapılan tüm uyarılara rağmen bu olayın gerçekleşmesi karşısındaki tutumumuzu irdeliyor. “Bir toplumda önemli bir konuda aynı kanıya herkes aynı zamanda varamaz. Önce bir veya çok az sayıda kişi gereken değişiklik için bir çekirdek oluşturur. Onların dediğine pek aldırış edilmez, hatta direnç gösterilir. Zamanla bu topluluk genişler ve nükleer enerjideki deyişle ‘Kritik Kütle’ eşiği aşıldıktan sonra işin gerisi çorap söküğü gibi gelir. Sonunda o küçük azınlık, büyük çoğunluğa dönüşür ve onların görüşleri norm haline gelir.”

 

Yazımlarımda dile getirdiğim görüşleri uzun süredir çeşitli platformalarda da anlatmaya çalışmıştım. Hatta birkaç kez “Yahu ben elli yıl, Mısır Çarşısı önünde limon satsaydım. Hiç olmazsa limon satışı yapan birkaç kişi ‘Sen bunca yıldır burada limon satıyorsun, bu işi nasıl başardın, bu iş nasıl yapılıyor?’ diye sorardı” diye hayıflanmış, ardındanda; “Bırakın sormayı herkes yaptığım işi eleştirmek için sıraya giriyor” diyerek üzüntümü belirtmiştim. Yazımlarımdaki yılgınlık ve karşılıklı yazışmalarımızdaki ümitsizlik Dr. Ceylan’ı oldukça üzmüş olmalı ki, “Sakın diyor, sakın yılgınlığa kapılmayın, ‘Kritik Kütle’ açıklamasını hiç unutmayın, aklınızın bir köşesinde olsun, sizin için önemli bir destek ve güç olur” diyerek bana yol göstermiş.

 

465 milyar dolar gerekli

Dünya Bankası’nın Aralık 2021’de yazdığı bir rapora göre ülkemizde 6.7 milyon yapının daha dayanıklı hâle getirilmesi veya yıkılıp yeniden yapılması gerekmekte. Bu inşaat faaliyetinin maliyeti, 465 milyar dolar, yani Türkiye’nin gayrisafi millî hasılasının yarısı olduğu belirtilmiş. Bu hesaba göre bir yapının veya bağımsız bölümün yapımının 1.300,000.- TL olacağı anlaşılıyor ki, tek yapı veya bağımsız bölüm için bu rakam kabul edilebilir bir maliyet. Ama 6.7 milyon yapıyı yenilemek için gereken 465 milyar doları nasıl bulacağız? Ülkemizin güvenlik, eğitim, sağlık, ulaşım için ayrılmış kaynaklarının bir bölümünü bu inşaat faaliyetlerine aktarmamız gerekiyor. Zaten sermayesi kıt bir ülkeyiz, fakat bu sorunu çözmek için acil olarak seferber olmalıyız. Anlaşılan sıkıntılı günler bizi bekliyor, ülkemizin güvenliği ve özgürlüğünün devamı için her birimize çok iş düşmekte. Geçmiş dönemlerde yaşadığımız sıkıntıları göz önüne alarak bu işi yüz akı ile başaracağımızı düşünüyor ve umud ediyorum.

 

Yeterince ders almadık

Ancak bu büyük yıkımdan yeterince ders aldığımız kanısında değilim. Bunca gündür televizyonlarda konuşanların çok azı olayı teşhis edebilmiş durumda. Teşhisler devam ediyor ama gelecek için ne yapmamız gerektiği konusunda yeteri katar fikir üreten yok denecek kadar az. Ülkemizde yapı yapımı hakkında yeteri kadar, hatta yeterinden çok kanun ve kural var. Ama bu kuralları uygulamak durumunda olan insanlar ne yazık ki işin vahametinin farkında değiller. Ovalarda, deprem olduğunda sıvılaşan araziler dışındaki alanlarda yapılan yapıların bir çözüm olduğu söylenmekte, elbette bu görüşün doğruluğu var. Ama bugünkü yöntemler ile yapı yapmaya devam edersek, sonucun yine hüsran olacağını düşünüyorum.

 

Yapım sırasında sulandırılarak akışkanlığı artırılan beton, yeteri kadar demir donatısı olmayan veya bağlantı noktalarına ve etriye bağlantılarına dikkat etmeyen, dökülen betonun yanmasına ve bir kum yığını haline dönmesine neden olan sulama eksikliği, tesisat döşenmesi sırasında tahrip edilen kolonlar ve kirişler... Bütün bu dikkat çekmeye çalıştığım sorunlar imalat hatalarıdır ve ne yazık ki eğitim seviyesi düşük veya hiçbir eğitimi olmayan insanlar tarafından yapılan, yapım esnasında denetlenmeyen uygulamalardır.

 

Çıkmaz sokakta ısrar

Büyük yıkımlara neden olan alanların fay hattı veya fay hattına yakın alanlar olduğunu görmekteyiz. Bu alaların riskli alan olduğu çok uzun senelerdir bilinmektedir. Bu alanları yaptıkları imar planları ile iskâna açan şehirciler, bu imar planlarını onaylayan ve uygulamaya sokan yerel yönetimler aynı mantık ile gelecek oluşturmaya çalıştıkları takdirde sıkıntı ve yıkım devam edecektir. Rahmetli Turgut Cansever öğrencilik dönemine ait bir anısında, okuldaki ilk şehircilik dersini anlatır. 1943 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’nde şehircilik dersine başlarken Ord. Prof. Dr. Gustav Oelsner öğrencilerine bir soru yöneltir;

 

- Bana söyler misiniz, Türk halkı ne yapmalıdır?

Sınıftan hiç ses gelmez.

-Dua etmelidir!

Bu kez yeni bir soru sorar;

- Türk halkı ne için dua etmelidir?

Yine ses çıkmaz.

Dr. Oelsner dikkatle sınıftaki öğrencileri gözden geçirir ve hayatları boyunca unutmamaları gereken şu sözleri söyler.

- Türk insanı belediyelerin kasalarındaki imar planlarını yürürlüğe sokacak yöneticiler çıkmasın diye dua etmelidir! Eğer bu imar planları tatbik edilirse, bu ülke birkaç asır belini doğrultamayacaktır!

 

30 Aralık 2020 tarihli, “Şehirlerimiz ve Yapı Kültürü Üzerine” adlı yazımda Dr. Oelsner’in bu sözlerinden bahsetmiş ve “Anlaşılan Dr. Oelsner haklıydı ama dua etmek bizi kurtaramadı, sanırım yeteri kadar dua edemedik, çünkü büyük bir kısmımız inşaat yapmaktan dua etmeye vakit bulamadı.” diyerek bir ilave yapmıştım. 1943 yılında Dr. Oelsner tarafından tespit edilen bu acı gerçek, bırakın azalmayı büyük bir hızla devam etti ve hâlen de devam etmekte. Yakın bir geçmişte bu konuya, “Yeni şehirler oluşturmaya mecburuz, artık arsa spekülasyonuna son vermemiz gerekiyor. Çıkmaz bir sokakta ısrarla yürümek zaman kaybı, ülkemizin kıt sermayesinin büyük bir bölümünü kum, çakıl, çimento ve demire yatırmanın hiçbir faydası yok” sözleriyle dikkat çekmeye çalışmıştım. Sonuç ortada!

 

‘Denetim yeterli değil’

Bazı deprem uzmanları, her inşaatın zemin güvenliğinin tesbiti için bir jeologun görevlendirilmesi gerektiğini ifade ediyor. Anlaşılan bazı akademisyenlerimizin büyük bir çoğunluğu uygulamanın farkında değil. 2001 yılından günümüze kadar verilen her bir yapı izin belgesinin altında zemin güvenliğinin onaylaylandığına dair bir jeolog imzası bulunmaktadır. Üstelik daha sonra yapılan değişikliklerle bu jeologun yanı sıra jeoteknik mühendisinin de imzası yer almaktadır. Günümüzde düzenlenen her yapı izin belgesinin altında üç tane zemin uzmanı olarak kabul edilen meslek mensubunun (Jeolog-Jeoteknik ve Geoteknik) imzası bulunuyor. Anlaşılan bu meslek mensupları çoğunlukla mesleklerini etik kurallar dahilinde icra etmek yerine, önüne gelen her yapı izin belgesine imza atmakla yetinmektedirler.

 

Hepimizin gördüğü gibi uygulamakta olduğumuz denetim mekanizmaları yeterli değildir ve uzun bir süre de yeterli seviyeye ulaşması mümkün değildir. Özel sektör yapılarını bir yana bırakın, anlaşılan o ki devlet kendi yaptırdığı yapıları bile kontrolden aciz. Bu nedenle denetim işinin bürokrasi dışı bir kurum tarafından yapılması gerekiyor. Bunun için güvenilir ve uluslararası sigorta firmalarının şimdilik gerek uygulama için hazırlanan projeleri gerekse taşıyıcı sistem uygulamalarını denetlemesini ve periyodik sürelerle yapının taşıyıcı sistemine yapılan müdahaleleri kontrol etmesini sağlamanın faydalı olacağını önermekteyim.

 

Düşman kendimiziz

Dr. Ceylan, XIX. yüzyılın ilk çeyreğindeki savaş sonrası Amerikan Deniz Kuvvetleri’nden bir subayın eski bir zarfın arkasına kurşun kalem ile yazıp yolladığı bir cümleyi de aktarmış;

 

“Düşmanın ne olduğunu anladık. Düşman kendimiziz.”

 

Yaşadığımız bu büyük ihmal (afet veya felaket değil), düşmanın kendimiz olduğunu gösterdi. Başka suçlu aramamıza gerek yok, hepimiz suçluyuz. Yeteri kadar sesimizi yükseltemediğimiz, eğitimimize ve meslek haysiyetimize ihanet ettiğimiz için suçluyuz. Bu suçun ağırlığı bizleri gelecek için daha dikkatli ve haysiyetli olmaya, ahlak anlayışımızı düzeltmeye yardımcı olacak mı? Yoksa alıştığımız gibi devam edip, gelecekte de üzülmeye, can ve mal kayıplarına neden olmaya devam mı edeceğiz?

 

Karar aziz Türk Milletinindir!