Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

YİNE BİR GÜNAH KEÇİSİ BULDUK

 

Hemen her işimizde olduğu gibi bu kez de bir günah keçisi bulduk ve bunca yıkıma sebep oldukları için onları suçluyoruz. Bu suçlama beni gerçekten korkutuyor. Geleceğimiz için hiçbir ders almamış olmamız umudumu azaltıyor.

 

Mahalle arasında bir veya iki katlı, bilemediniz üç katlı bir yapıyı hiçbir resmi merciden izin almadan ve hiçbir onaylı projesi olmadan inşa eden müteahhit elbette suçludur. Ama bugünkü yaşadığımız gerçek bunun tam aksi. Şehirlerin göbeğinde yer alan on-on beş katlı yapıların onaylı projeleri olmadan, yapı izin belgeleri alınmadan inşası, iskân izni almadan bağımsız bölüm tapularının verilmesi mümkün değildir. Kimi kandırıyoruz? Bu kandırmacalar ile hâlen geleceğimizi riske atmaya devam ediyoruz.

 

Bu yıkımın ilk suçlanacak meslek grubu şehircilerdir. Bu alanların riskli alan olduğunu bilmelerine rağmen bu kadar kat yüksekliğinde imar planı düzenleyenler ve altına imzasını atanlardır. Sakın hiçbir şehirci ben bu alanların riskli alan olduğu bilmiyordum demesin. Her şehirci imar planlarını yaptığı alanların jeolojik yapısını, zemin problemlerini bilmek zorundadır. Eğer bir şehirci ben “Bilmek mecburiyetinde değilim diyorsa” bu mesleği hemen bıraksın, yapmasın.

 

Hazırlanan “İmar Planları” ilgili belediyelerin gerek imar komisyonları gerekse meclisleri tarafından incelenir. Bir dönem belediye meclis üyesi olarak görev yaptığım belediye de en önemli tartışmaların imar planları için yapıldığını bilirim. İmar Planları’nın yapılışı ve onayı oldukça uzun sürer, çünkü o belediye sınırı içinde oturan hemen herkesin beklentisini tatmin etmek gerekir. Bu nedenle bu imar planlarını onaylayan imar komisyonları, belediye meclisleri ve son imzayı atan belediye başkanları da suçludur. Yalnız ilçe yönetimleri mi? Büyükşehir statüsünde olan illerde bu imar planları büyükşehir belediyesi imar komisyonu tarafından incelenir, büyükşehir belediyesi meclisinin onayına sunulur, büyükşehir belediye başkanının imzası sonrası, itirazlar için askıya çıkar ve bir ay süren askı sonrası yürürlüğe girer. “Un elerken deve geçti elekten” diye bir atasözü vardır. Bunca bürokrasiye rağmen anlaşılıyor ki bu ne biçim elekse bırakın deveyi, kervanlar geçiyor.

 

Gelelim proje müelliflerine, bir yapının projesini hazırlamaya başlamadan önce ilgili belediye, tapu kadastro müdürlüklerinden onaylı tapu veya tapu yerine geçecek mülkiyet belgesi, çap, aplikasyon krokisi, halihazır harita, kadastral pafta, imar durumu, imar plan örneği, inşaat istikamet rölövesi, kot-kesit belgelerini almak mecburiyetindedir. Hazırladığı projelerin onayı için ilgili belediyeye gittiği zaman yukarıda belirttiğim belgelerin yanı sıra trafo belgesi, kanalizasyon bağlantı onayı ile proje müelliflerinin mesleklerini icra etmesinde bir mahzur olmadığına dair kayıtlı olduğu meslek odasından içinde bulunduğu yıl için alınan “Büro Tescil Belgesi” ve noter onaylı imza sirküleri istenir. Bitti mi sanıyorsunuz, bütün bunlar bürokratik evraklardır. İşin asıl kısmı ise beş takım halinde düzenlenen ve üzerinde “Düzenlediğim bu proje uygulama imar planı ve notları ile zemin aplikasyonuna uygundur” notu bulunan Mimari proje, beş takım Statik proje, beş takım Elektrik projesi, beş takım Mekanik proje, statik hesaplar ve zemin etüt raporu istenir. Son yirmi iki yıldır, bütün bunlara ek olarak “Yapı denetimi hizmet sözleşmesi”nin de onaya sunulan dosyaya eklenmesi gerekmektedir. Bütün bunlar daha yapının inşaatına başlamadan yapılan bürokratik, kâğıt üzerindeki işlerdir. Sonrasında, söz konusu belediyelerin teknik elemanları, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından isimleri belirlenen denetim firmaları tarafından imalat aşamasında yapı denetlenir. Denetlenir mi, yoksa denetlenmiş gibi mi yapılır? Sonuca baktıkça “Mış” gibi yapıldığı ortaya çıkıyor. Bitti mi? Hayır, yapı bittikten sonra “İskân Belgesi” alma aşamasına geçilir. Yukarıda saydığım yapının yapımında görev alan meslek mensuplarının yanı sıra ilgili belediye elemanları da yapının kurallara uygun yapıldığını belirterek yapılan işlem ve imalatları onaylar. Meydana gelen bu inanılması güç yıkımı gördükten sonra bunca bürokratik onaydan sonra bu işler nasıl oluyor diye kendi kendime soruyorum...

 

Bir yapının gerek projelerinin onayı gerekse yapım sonrası safhalarından aklıma gelenleri yazdım, bazı belediyelerin daha çok sayıda evrak istediğini de bilmekteyim. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek için mimari proje (statik, elektrik ve mekanik) düzenlenmesi aşamasında gerekli evrakları ve yine proje onayı için gerekli evrakları internette araştırabilirsiniz.

 

Gelecek için bütün bu yanlışları görmeden, ülkemizdeki yapı inşa faaliyetinin içinde olduğu vahim durumu görmezden gelerek gelecek için umutlu olmamız mümkün değildir. Teşhis elbette önemlidir ama daha da önemlisi yapılan teşhisin doğru olması ve tedavisi için doğru kararların verilmesidir.

 

17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi’nde 17.480, 12 Kasım 1999 Düzce Depremi’nde 763, 1 Mayıs 2003 Bingöl Depremi’nde 176, 23 Ekim 2011 Van Depremi’nde 604, 24 Ocak 2020 Elâzığ Depremi’nde 44, 30 Ekim 2020 İzmir Depremi’nde 119 vatandaşımız yıkılan yapıların altında kalarak hayatlarını kaybettiler. Bugün yaşamakta olduğumuz günler içinde vefat eden insan sayımız ise gittikçe artmakta.

 

Anadolu coğrafyasında binlerce yıldır bu ve benzer depremler olmakta, depremlerin yarattığı hasar nedeniyle terk edilmiş yüzlerce eski yerleşim alanı “Ören yeri” bulunuyor. İnsan hiç mi bu coğrafyanın geçmişinden ders almaz, nerede yaşadığının, hangi riskleri üstlendiğinin farkına varmaz?

 

Bütün bu yazdıklarım birer tespit, önemli olan gelecekte ne yapacağımız yani bu durumu nasıl aşacağımızdır. Bunca bürokrasiye rağmen yapılan işin başarısızlığı gözler önünde, bu bürokraside ısrar etmemek gerekiyor. Yıllar önce Marmara Belediyeler Birliği’nde yönetim kurulu üyesi olarak bulunduğum sırada, bu bozuklukların tedavisi için “İmar iskân faaliyetleri belediyelerden alınmalı, pek çok batı ülkesinde olduğu gibi şehir mimarı olarak atanacak bir kişinin kuracağı büroya devir edilmelidir” önerisinde bulunmuştum. O dönem başkan olan Sefa Sirmen gülerek “Hoca sen ne diyorsun? Eğer senin önerin gerçekleşirse ne belediye başkanı ne de belediye meclis üyesi bulabilirsin!” demişti. İşin vahametini anlattım sanıyorum.

 

Bu konunun kesin çözümü için bence tek bir yol var. İlgili belediyeler tarafından düzenlenecek belgeler çerçevesinde her tür proje denetim ve onayı bağımsız sigorta şirketleri tarafından yapılmalıdır. Hiçbir sigorta şirketi yeterli kalitede olmayan bir projeyi onaylamaz, çünkü büyük bir maddi risk altına girer. Aynı şekilde uygulama aşamasında her yapı her riske karşı sigorta edilmeli ve yapının inşası sırasında ilgili sigortanın elemanları tarafından denetlenmelidir. Hiçbir sigorta firması ve elemanı hangi şartlar altında olursa olsun yaptığı denetimi savsaklayamaz ve yanlış bir iş yapılmasına göz yumamaz. Çünkü maliyeti çok ağır olur, böylesi bir yıkım vuku bulduğunda dünyanın en güçlü sigorta firması bile iflas eder.

 

Bunu başarabilir miyiz? Böylesi bir soru benim gerçekler ile yüzleşmeme yol açıyor. İvedilikle siyasetin imar iskân faaliyetleri ile finanse edilmesinden vazgeçilmesi gerekiyor. Siyasetin rant beklentisi bu çarpık ve sonrasında tüm ülkemize acı veren imar iskân bürokrasisinden vazgeçilmesinin önündeki en büyük engel.

 

Ekte görüşünüze sunduğum iki adet fotoğraf yapım işinin kimlerin eline kaldığını göstermektedir. Yapı ile ilgili yeteri kadar bilgisi olmayan müteahhitler ne yapsın, mesleğinin böylesine vurdum duymaz sözde imalatçıları varken? İşi ehline yaptırmayan müteahhitler elbette suçludur, ama yalnız onlar mı suçlu? Bunca belgeye imza atanların, bunca belge ve projeyi onaylayanların, bunca yapının yapılabilmesi için gerekli imar planlarını düzenleyenlerin ve bunları onaylayanların hiç mi günahı ve sorumluğu yok?

 

Birimizin değil hepimizin ‘kral çıplak’ demesi gerekiyor!