Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

Kimse Geleceği Görmüyor mu?

 

6 Şubat 2023 Pazartesi günü, saat 04.17’de merkez üssü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde 7,7 büyüklüğünde ve yine aynı gün saat 13.24’de merkez üssü Elbistan ilçesinde 7,6 büyüklüğünde deprem ve pek çok artçı deprem meydana geldi. On ilimizin merkezinde ve onların çevresinde yer alan yerleşim alanlarında ne yazık ki büyük yıkımlara ve can kayıplarına neden oldu. Şimdilerde çokça söylenen bir söz var; “Deprem öldürmez, yıkılan yapı öldürür” hepimiz bu sözün tartışmasız bir gerçek olduğunu bildiğimiz halde niçin hâlâ depremlerde büyük can ve mal kayıplarına neden olan hatalar devam ediyor.

 

Hemen herkes bilir bilmez 2000 yılından önce yapılan yapıların büyük risk taşıdığını söylemekte. Peki 2000 yılı sonrası yapılan yapılar hiç mi risk taşımıyor? 2000 yılını milat kabul eden bu kişilere nazirede bulunarak hâlen inşaatı devam eden yapılar bile bu depremde yıkıldı. Bu yıkımların nedeni depremin şiddeti mi yoksa proje ve imalat hataları mı? Bizim güzel ülkemizde hemen hiçbir kişi hatanın kendinde olduğunu kabul etmez. Çünkü biz hiç hata yapmayan bir toplumun mensubuyuzdur.

 

Uygulamayı kim yapar?

Kâğıt üzerinde müthiş bir bürokratik denetim var ama gerçekte bu denetim, “Laf olsun torba dolsun” kabilinden bir eylem. Hazırlanan ve onaya sunulan tüm projeler mevcut kanun, yönetmelik ve plan notlarına uygundur. Ama gerçeğe uygunluğu nedense hiç dikkate alınmaz. Onaylanan projenin uygulama aşaması ise çoğunlukla yarım yamalak bilgi sahibi, çoğu doğru dürüst keser kullanmaktan aciz insanlarca gerçekleştirilir. Projeyi hazırlayan insan bürokrasi ile uğraşmaktan öylesine yorulmuştur ki, uygulamayı denetlemek gibi külfetli bir işe girişecek enerjisi ve heyecanı kalmamıştır. Zaten denetim işine ayıracak vakti de yoktur, eğer böylesi bir zaman ayırırsa aç kalma riski ile yüz yüze gelir. Çünkü proje hazırlama ücretleri o kadar düşüktür ki, aldığı işi tamamlaması için çoğunlukla yeni bir iş alması gerekir.

 

Hepimiz hayretle ve haklı olarak, “Bu nasıl bir iş?”, diye düşünüyoruz. Ama aklımıza hiç “Ucuz etin yahnisi yavan olur” sözü gelmiyor. Bürokrasi bu şekilde sürdükçe, bu ücretlerle yapılan işten ne yazık ki hayır değil şer gelmekte.

 

1939 Erzincan Depremi’nin yarattığı yıkım üzerine, Bayındırlık Bakanlığı tarafından 1940 yılında “Zelzele Mıntıkalarında Yapılacak İnşaatlara Ait İtalyan Yapı Talimatnamesi” yayınlanır. Bu talimatname tümüyle İtalya’da uygulanan talimatnamenin tercümesi şeklindedir. 1943 Tosya Depremi ve 1944 Gerede Depremi’nden sonra ülkemiz gerçekleri göz önünü alınarak 1944 yılında ikinci “Deprem Talimatnamesi” yayınlanır. 1949 yılında üçüncü, 1953 yılında dördüncü, 1962 yılında beşinci, 1975 yılında altıncı, 1998 yılında yedinci yönetmelik yürürlüğe girer. 1999 Gölcük Depremi sonrasında ise yapıların yapım aşamasında denetlenmesi için 29/6/2001 tarih ve 4708 sayılı, “Yapı Denetimi Hakkında Kanun” yürürlüğe girer. Yapı Denetimi Kanunu’nun yürürlüğe girmesinin neyi değiştirmiştir olduğunu gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Bana hep bürokrasiye bir ilave olmuş gibi geliyor. Bu kanun sanki, gerekli denetimi yapması gereken yerel yönetimleri bu yükten kurtarmak, işsiz kalan mimar ve mühendislere iş bulmak için yapılmış bir düzenleme. Yapı denetim elemanlarının çok büyük bir bölümünün yapılmakta olan inşaatların yerini bile bilmediğini, uygulama süreci içinde bir kez olsun inşaat mahalline gelmediklerini duymaktayız. Ama kâğıt üzerinde her şey usulüne uygundur, atılması gereken imzalar atılır, düzenlenmesi gereken evraklar düzenlenir. Uygulamayı kim mi yapar? Yukarıda kimler tarafından yapıldığından bahsetmiştim!

 

İmar planları iptal edilmeli

Ayrıca belirtmek isterim ki, yapı denetimini bir yana bırakın, kamunun yaptırdığı pek çok yapının da depremlerde büyük hasar gördüğünü bilmekteyiz. Bu yapıların yapım aşamasında hem yükleniciyi temsilen hem de kamu adına çalışan çok sayıda denetçi bulunmaktadır. Peki nasıl olur da böylesi denetlenen bir yapı depremde çöker? Haydi kendimizi zorlayıp bir cevap bulalım. Çünkü genel alışkanlık nedeniyle burada da bütün işler kâğıt üzerinde tamamlanmaktadır. İşin yapımı neredeyse tümüyle yüklenicinin üzerine bırakılır ve onun çalışanları tarafından kontrol edilir. Yüklenicinin teknik elemanları yapı ile ilgilenmek yerine, metraj, istihkak gibi bürokratik işlemlerle uğraşmaktan başlarını kaldıramaz hale gelirler. Çoğu işimizde olduğu gibi inşaatın doğru yapılıp yapılmadığı artık Allah’a kalmıştır. Bunca kanun, yönetmelik, yönerge, imar planı ve plan notlarına rağmen vardığımız sonuç içler acısı...

 

En kısa süre içerisinde imarla ilgili kanun, yönetmelik, yönerge, imar planı ve plan notlarını gözden geçirip, ülke genelinde uygulanabilir hale getirmemiz gerekiyor. Gerek proje düzenleyen gerekse uygulama aşamasında görev alan mimar ve mühendislerin en az beş yıl tecrübeli ve meslek odalarından sertifika almış insanlar arasından seçilmesi şartı getirilmelidir.

 

Üzerinde önemle durmak istediğim en önemli konu ise şehirlerimizi içinden çıkılmaz bir kaosa sürükleyen imar planlarıdır. Dünkü yazımda da belirttiğim gibi binlerce yıldır bilinen bir fay hattı üzerinde yer alan şehir ve kasabalarda bu kadar yüksek bina yapılmasına yol açan imar planlarını acilen iptal edip bundan böyle her önüne gelenin yapı yapmasına mani olmalıyız.

 

Görüldüğü gibi bu deprem sırasında bazı anıtsal yapıların yanı sıra çok sayıda korunması gerekli sivil mimarlık örneği de yıkıldı ve yok oldu. Çoğunluğunun yüz yılı geçen bir süre önce yapıldığını bildiğimiz bu yapıların, zaman içinde gereken bakım ve onarım çalışmalarının topluca yapılabilmesi, bu yapıların oluşturduğu bölgelerin sağlıklaştırılması için 16/6/2005 tarih ve 5366 sayılı, “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun” halk arasında bilinen adıyla “Yenileme Kanunu” kabul edilir. Korunması gerekli kültür varlıklarına yeni bir gelecek sağlamak için hazırlanan bu kanun ne yazık ki çeşitli çevrelerin menfaatlerine zarar vereceği için büyük bir reaksiyon ile karşılanır. Yaygın olarak uygulanmaması için her tür yola başvurulur. Bu kanunun uygulanması plancıların da işine gelmez. Çünkü alıştıkları gibi tümden gelim yoluyla yaptıkları iş bu kez yoğun bir arazi çalışması gerektirecek, tüme varım yolu ile planlama yapmaları gerekecektir. Sonuç üzülerek belirtmek isterim ki bugün gördüğümüz manzara.

 

16/5/2012 tarih ve 6306 sayılı, “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” da aynı akıbete uğrar. En az bir yapı adası bazında uygulanması gereken bu kanun, kısa süre içinde tek tek yapıların yenilenmesine dönüşür. Çünkü mahalle arasında yapı yapan küçük sat-yapçıların yeterli sermayeleri yoktur, büyük alanların sağlıklaştırılmasını sağlayacak kültüre de sahip değildirler. En iyisi iyi niyetle hazırlanmış bir kanunu işlemez hale getirmektir. Bu arada elbette en büyük suç dönüşüm çalışmalarında her tür engeli çıkartmayı marifet sanan mal sahiplerinindir. Oturduğu yapının can mal ve mal kaybına neden olabileceğini bilmelerine rağmen, biraz daha ekonomik avantaj sağlamak için her tür yola başvururlar. En az bir yapı adası ölçeğinde gerçekleştirilen dönüşüm de yapı adasını çevreleyen yolların en az üçer metre genişlemesi, büyük otopark alanları elde edilmesi mümkünken, tek parsel ölçeğindeki uygulamalarda, belki yapı alanı büyümemektedir ama nüfus yoğunluğu artmaktadır. Buna karşılık hiçbir şekilde alt yapıda bir iyileşme olmamaktadır.

 

Kaderlerine teslim

Son günlerde hemen her televizyon programında çoğunlukla deprem uzmanlar, jeoloji, jeofizik, jeoteknik mühendisi akademisyenler konuşmaktadır. Onların söylediğini çoğumuz biliyoruz, çoğunun açıklamaları malumu bir kez daha tekrar etmekten öteye gitmiyor. Halbuki bu olaya neden olan yapıları yapan mimar, mühendis, usta, kalfa hatta amele gibi insanlarla konuşmak gerekir. Özellikle bu bölgelerin imar planlarını hazırlayan şehircilerle konuşup, nasıl olup da bu riskli alanlarda neye istinaden böylesi yükseklikleri uygun gördükleri araştırılmalıdır. Aynı şekilde bu imar planlarını onaylayan belediye meclisi üyeleri, belediye başkanları hiç mi geleceği görmediler?

 

Bu felakete neden olan bürokratik yapılanmanın, bu sonuca yol açan kanun, yönetmelik, yönerge, imar plan, plan notları gibi çalışmaların en kısa süre içinde yeniden ele alınması ve ülkemizin deprem gerçeği göz önüne alınarak hiç vakit kaybetmeden yeniden değerlendirilmesi gerekiyor.

 

Son olarak belirtmek isterim ki, İstanbul Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgesinde 18/11/1983 tarih, 2960 sayılı, “Boğaziçi Kanunu” gereğince yapı yapma yasağı vardır. Devletin hemen her gün yapılarınızı yenileyin, İstanbul için deprem riski var demesine karşılık, bu yapıların içinde oturanların herhangi bir yenileme yapma hakları bulunmamaktadır. Bu yapılarda yaşayan bazı tanıdıklarım, “Tabutumuzun içinde yaşamak mecburiyetindeyiz!” demekteler. Kanun zoru ile insanları böylesi bir yaşama mahkûm etmenin, can ve mallarını riske etmenin anlamı nedir? Boğaziçi’nin bu bölgelerinde, özellikle de köy içlerinde oturanların büyük bir çoğunluğu orta gelir grubuna mensuptur. Yeni bir yapıya taşınacak ekonomik güçten yoksundurlar. En yenisi kırk yıl önce yapılmış çok katlı bu yapıların akıbeti ne olacaktır, bir bilen, var mı?