Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

ATİNA ANLAŞMASI

 

“İnsan daima gördüğünü söylemeli, özellikle, daima görmesini bilmelidir ve bu ilkinden daha da güç bir iştir.”

Le Corbusier

 

Son günlerde sık sık korunması gerekli kültür varlıklarının, korunması ve geleceğe aktarılması için uyulması gereken uluslararası kurallar çerçevesinde “Atina Tüzüğü”nden söz edilmekte. Bu tüzüğün oluşturulduğu toplantıdan kısa süre sonra bir de “Atina Anlaşması” yapılır. Acaba kaç kişi “Nedir bu anlaşma?” diye merak edip okumuş? Kaç kişi nakli bilgiler yerine, bu anlaşmayı değerlendirip, “Amacı nedir?” diye düşünmüştür?

 

Uluslararası Modern Mimarlık Kongresi

1933 yılında, Atina’da “Congrès Internationaux d'Architecture Moderne / Uluslararası Modern Mimarlık Kongresi / CIAM” toplanır. Uluslararası şehircilik ilkeleri büyük oranda bu toplantı sırasında belirlenir. 1941 yılında Paris’te “Atina Anlaşması” başlığı altında anonim bir yayın yapılır ve böyle bir anlaşmanın varlığı kamuoyu ile paylaşılır. Kitabın üstünde yazar adı yoktur. 1957 yılında yayınlanan ikinci baskısında ise yazar adı olarak “Le Corbusier” görülür. Atina Anlaşması’nı, yazılı metin halinde kamuoyunun bilgisine sunan, toplantılar sırasında etkin rol üstlenen ve anlaşma metnini kaleme alan Le Corbusier (1887-1965), İsviçre’de doğmuş, yaşamını ve çalışmalarını Fransa’da sürdürmüş bir mimar ve şehircidir. XX. yüzyılın ilk yarısında etkili olan ve modern mimarinin dört ünlü (Frank Lloyd Wright, Mies van der Rohe ve Walter Gropius) mimarından biridir. Avrupa’nın dışında Amerika Birleşik Devletleri, Brezilya ve Hindistan’da yapıları olan Le Corbusier’in aynı zamanda mimarlık ve şehircilik konusunda yazılmış çok sayıda kitabı da bulunmaktadır.

 

Atina Antlaşması’nın detayları

“Genel Düşünceler”, “Şehirlerin bugün içinde bulundukları tehlikeli durum ve çözüm önerileri” ile “Sonuçlar” başlığı altında üç bölümden oluşan Atina Anlaşması’nın, korunması gerekli kültür varlıklarına ayrılmış tespit ve önerileri, ikinci bölümün sonunda “Şehrin Tarihsel Mirası” başlığı altında toplanmıştır. Altı başlık (65-70) altında toplanan bu tespitler o günden bu yana koruma kültürünün vazgeçilmez tespit ve önerileri olarak kabul edilmektedir.

 

65. “Tek tek anıtlar ya da kentsel bütünlükler gibi mimari değerler korunmalıdır.”

Bu eserler, insanlık mirasının parçasıdır. Onlara sahip olanlar veya onları korumakla görevli bulunanlar, bu yüce mirası, bozulmadan, gelecek yüz yıllara iletmek için her tür meşru yola başvurma sorumluluk ve yükümlülüğünü taşımaktadırlar.

 

66. Mimari eserler, eski bir kültürün dışa vurumu ya da ortak çıkar konusu oldukları takdirde korunmalıdırlar.

 

67. Bu gibi eserlerin korunması, ancak halkın sağlığa aykırı şartlar içinde bırakılması gibi bir fedakârlık söz konusu olmadığında düşünülmelidir.

 

68. Bu eserlerin korunmasından doğabilecek zararlara, köklü birtakım önlemlerle çare bulmanın mümkün olup olmadığı araştırılmalıdır: bu önlemler, bazı yaşamsal yolların yönünü değiştirmesi, hatta o zamana kadar yerinden kıpırdatılamaz olarak kabul edilen merkezlerin taşınması olabilir.

 

69. Tarihi anıtların etrafındaki sefalet yuvalarının ortadan kaldırılması, yeşil alan yaratma fırsatı verecektir.

 

70. Tarihsel bölgelerde inşa edilen yeni yapılarda, sözde estetik kaygılarla hareket ederek, geçmişin biçemine bağlı kalmak, zararlı sonuçlar doğurmaktadır. Bu tür yaklaşım ve girişimler hiçbir şekilde hoş görülemez.

 

Genel İlkeler

Altı ana madde çerçevesinde açıklanan genel ilkelerin açıklamaları da bulunmaktadır. Örneğin 66. Maddede; “Geçmişe tanıklık eden eserler arasında, hâlâ canlılıklarını sürdürenleri ayırt etmek gerekir. Gelip geçmiş olan her şey, sırf bu yüzden kalıcı olmaya hak kazanmış değildir; saygı gösterilmesi gereken şeyleri bilgelikle seçmek uygun olacaktır… Sayısız örneği bulunan birbirine benzer yapılar söz konusu olduğunda, bazıları belge olarak saklanmak üzere korunacak, diğerleri ise yıkılacaktır” açıklaması yer alır.

 

Bu anlaşmanın yapıldığı tarihte dünya nüfusu iki milyar dolayındadır. Aradan geçen doksan yıl içinde ise sekiz milyara ulaşır. Günümüze göre dört misli seyrek yerleşim alanları için öngörülen pek çok örneği bulunan yapıların bir bölümünün belge olarak muhafaza edilmesi, bazılarının ise yeni yerleşim ve sosyal donatı alanları elde etmek için yıkılması düşünülmektedir. Ülkemizde ise 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun, 4. Maddesinde açık bir şekilde belirtilmesine rağmen 1930’lu hatta 1940’lı yıllarda, bırakın mimar eliyle, konusunda yeterli bilgi birikimi olmayan kalfalar tarafından yapılmış evler bile sırf ahşap olarak inşa edildiği için “Korunması gerekli kültür varlığı” olarak tescil edilmekte, beş-altı hatta bazen daha yüksek katlı binalar arasında, kamu zoruyla akıl almaz bir şekilde iki katlı ahşap evler inşa ettirilmeye çalışılmaktadır. “Nerede kaldı bilgelik?” diye sormadan geçemiyorum.

 

İbretlik tespit

67. Maddenin alt bölümünde ise hepimize ibret olması gereken bir tespit bulunmaktadır; "Geçmişe yönelik dar görüşlü bir saygı, toplumsal adalet kurallarını tanımamazlıktan gelemeyecektir. İnsanların çıkarlarını düşünmekten çok, estetik kaygılarla hareket eden bazı kimseler, bazı eski pitoresk mahallelerin olduğu gibi bırakılmasını savunmakta, bu mahallelerdeki sefaleti, üst üste yaşamı ve hastalıkları hesaba katmamaktadırlar.”

 

Yapılan çalışmalar sonrası ortaya çıkan görüntüye katılmamakla birlikte bir dönem Sulukule Mahallesi için yapılan protestoları hatırlamak bile istemiyorum. Hayatı boyunca Sulukule’ye gitmemiş, oradaki yaşam şartlarını görmemiş bazı kişiler, sırf muhalefet etmek için ortaya döküldüler. Sonuç hiçbirimizin onaylamadığı bir uygulama! Halbuki bilir bilmez her şeye muhalefet etmek yerine, “Bu doğrudur, şu yapılan ise yanlış, sonucu sizi de üzer, bizi de” diyerek, bilimsel açıdan çözüm içeren önerilerde bulunulsa, sanırım bazı kişiler, söylenen sözlere kulak kabartıp, işlerin daha olumlu sonuç vermesi için çaba harcayacaklardır.

 

Benim için Atina Anlaşması’nın 68. Maddesinin alt bölümünde yer alan bir cümle çok önemli olup hepimizin yaşamına yön vermesi gereken bir öneri içermektedir.

 

Her zaman bir çözüm mutlaka vardır

 

“En çözülmez görünen düğümleri çözebilmek için, hayal gücünün, yaratıcılığın ve teknik kaynakların bir araya gelmesi gerekir” (s. 81).

 

Hemen her yerde ve her ortamda dile getirmeye çalıştığım gibi, malzemenin iyisi kötüsü olmaz. Herhangi bir malzemenin kötü kullanımı, kullanan kişinin yeteneksizliğinin sonucudur. Mesleğinde gerçekten söz sahibi olan bir kişi her tür malzemeyi hakkını vererek kullanabilmelidir. İçinde yaşadığımız günlerde hiçbir tabunun geçerliliğinin olmadığı düşünülmeli, her tür yenilik, konuya vakıf insanlar tarafından uygun bir şekilde hayatın içine alınmalıdır.

 

“Yaşam felsefesinin garip bir belirtisi olarak, her yeni ve yararlı şeye karşı mutlaka bir kuvvet karşı çıkar. Buna bizim dilimizde irtica derler.”

Mustafa Kemal Atatürk

 

Le Corbusier, Atina Anlaşması, Çev. Ayda Yörükân, İstanbul, 2009.