Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

AKLIMIZI KULLANIP ÇALIŞIRSAK, UFKUMUZ AÇILIR

 

“Coşku, yetenekten daha önemlidir.”

 

İbranice “Ein Gedi”, Arapça “En Gedi” olarak yazılan bu sözcük “Çocuğun pınarı” anlamına gelmekte olup günümüz İsrail’inde, “Bir vaha ve doğa koruma alanı” olarak tanınmaktadır. Son yıllarda ülkenin en popüler doğa alanlarından biri olan bu alana yılda bir milyonun üstünde ziyaretçinin geldiği tespit edilmiştir.

 

Uzunca bir vadi boyunca oluşan Ein Gedi doğa alanındaki Mikveh Mağarası’nda, çanak çömlek öncesi Neolitik döneme ait, çakmaktaşı aletler ile bir ok ucu bulunmuştur. Kalkolitik (MÖ 4. bin yılın ortaları) döneme ait bir tapınak kalıntısı gün yüzüne çıkartılmış ve ziyarete açılmıştır. Ein Gedi’de Demir Çağı’na ait buluntulara da rastlanmış olup, bu çağ boyunca bazı yerleşim alanlarının kurulduğu ve daha sonraları terk edildiği anlaşılmıştır.

 

Ein Gedi koruma alanı

Ein Gedi doğa koruma alanı, David Vadi’si, Arugot Vadi’si ve ziyaret için önceden rezervasyon yapılması gereken Ein Gedi Eski Eserler Milli Parkı olmak üzere üç bölüme ayrılmış. Vadi içindeki kaynak ve şelalelerin gezildiği, zaman zaman dağ keçileri ve inanması zor ama kaya yaban farelerinin izlendiği bu koruma alanının yıllık gişe gelirinin yüz milyon liradan aşağı olmadığı anlaşılmakta. (İnternetteki rezervasyon sitesine girince Musevi kökenliler ve İsrail vatandaşları dışındaki ziyaretçiler için 1.255 Şekel, 43 TL gibi bir ücret ödenmesi gerektiğini gördüm). Elbette, hemen herkesin alışveriş yaptığı satış mağazalarının gelirlerini gişe gelirinin dışında tutmak gerekiyor.

 

Büyük botanik parkı

2005 yılında Dünya Belediyeler Birliği’nin periyodik toplantılarından birinin Kudüs’te yapılması kararlaştırılmıştı, beni de bu toplantılara katılmam için davet ettiler. Toplantı sonrasında biri Akdeniz kıyısındaki Caesera, diğeri ise Lut Gölü çevresini kapsayan İsrail gezisi düzenlenmişti. 1 Ekim 2022 tarihli “Caeserea, Tiberias. Capernaum ve Masada Üzerine” adlı yazımda da belirttiğim gibi Caesera’yı daha önce gezmiştim ve bu ikinci ziyaretimdi, aradan geçen altı yıl içindeki gelişimini görmem açısından faydalı oldu. Lut Gölü çevresini de gezmiştim ama Ein Gedi’in farkına varmamış ve geziye dahil etmemiştik.

 

Lut Gölü kıyısından yamaca doğru tırmanan dar bir yoldan ulaşılan Ein Gedi’ye gelince sanki çok iyi düzenlenmiş tropikal bir yerleşmeye girmiş gibi olduk. Dünyanın dört bir yanından gelen belediye başkanları ve belediye yöneticileri büyük bir şaşkınlık içinde, ağaçların gölgesinde dolaşıyor ve böylesi bir yerleşme alanı yaratan insanlara imreniyorduk. Üzerinde plaket olan bir “Baobab Ağacı” bizi hayretlere düşürdü. Yaklaşık yirmi-yirmi beş metre yüksekliğindeki ağacın altında 1980 yılında dikildiğini belirten bir açıklama bulunuyordu. Kibbutz alanının gerek yakın gerekse uzak çevresi tümüyle çorak, kayalık alanlardan oluşuyordu. Bakıldığı ve özen gösterildiğinde yirmi beş yıl içinde bir ağacın nasıl bu büyüklüğe eriştiğini gördük görmesine ama aramızdaki çoğu insan bunun altında yatan başarı duygusunu anlamakta güçlük çekti. Ein Gedi Kibbutzu’nda hayranlıkla gezdiğimiz uluslararası üne sahip büyük bir botanik parkı da bulunuyordu. Bu parkta dünyanın her yerinden getirilmiş 900’den fazla bitki türü olduğunu söylediler. Kibbutz aynı zamanda güneş ocakları, gri su gibi sürdürülebilir teknolojilerin eğitim merkezi olarak da hizmet vermekteydi. Altı üstü yüz dönümlük kayalık alan, elli yıl gibi kısa bir zaman zarfında sanki cennetten bir köşe haline getirilmişti. Ağaçların altındaki gölgelik alanlara yapılan evlerde insanlar mutlu bir şekilde yaşıyor, çocuklar koşturuyorlardı.

 

Hurma ağacı plantasyonları

Ein Gedi Kibbutz’u 1956 yılında kurulur, sözü edilen vahadan yaklaşık bir kilometre uzaklıkta olup yaklaşık 100 dönümlük bir alanı kapsamaktadır. Uluslararası üne sahip botanik bahçesinde, büyük ağaçların altına yapılmış iki katlı konutlardan oluşan Kibbutz’un gelir kaynağı hemen yakınında oluşturulan büyük hurma ağacı plantasyonlarıdır. Yıllar önce, Dubai’de Burç el-Arap Oteli’nin lobisinde büyük tepsiler üzerinde, o güne kadar yediğim en tatlı ve güzel hurmalardan sunmuşlardı. “Bu hurmalar çok güzel nereden alabilirim?” diye sorduğumda, “Zor bulunur! Bunlar İsrail’de yetişiyor. Arap ülkeleri ile İsrail arasında ticari ilişki bulunmadığı için, onlar ürettikleri hurmaları Fas’a yollar, orada paketlenir biz alırız, çok pahalıdır!” cevabıyla karşılaşmıştım. Bu plantasyonlarda üretilen hurmaları görünce, aklıma bu eski anım geldi, acaba burada yetiştirilenler o hurmalar mıydı? Lut Gölü’nün, güneşten kavrulan, çıplak yamaçlarında dünyanın en güzel hurmalarını yetiştiren insanlar. Hep söylerim, eğer siz işinizi iyi yaparsanız, herkes yapılan işe veya üretilen mala talip olur, siyasi değerlendirmeler ticareti zorlaştırır ama yok etmez. Yasal yollar tıkanırsa, yeni yollar bulunur ve üretilen ürün daha pahalıya tüketilir.

 

Lut Gölü kıyısı

Daha sonra Lut Gölü kıyısına indik. Burada dünyaca ünlü bir spa merkezi yapılmıştı. Yoğun tuz nedeniyle nerede ise yüzmenin imkansız olduğu, suyun yüzeyine uzanıp, batmamak için büyük bir çaba sarf ettiğiniz bir spa merkezi. Her türlü eşyanın satıldığı büyük bir satış mağazasının en rağbet gören ürünü, tuzdan yapılmış şampuan, krem ve benzeri güzellik malzemeleriydi. Uzunca süren otobüs yolcuğu, Ein Gedi gezisinin yarattığı şok, herkesin hızla alışveriş yapmasına yol açtı. Kullanıp kullanmayacağımız meçhul olan abuk sabuk pek çok şey satın alındı. Geziye katılanların oldukça büyük harcamalar yaptıklarını gördüm ve bu organizasyonu takdirle karşıladım. İşini bilen bir kültür, çoğu kişinin terk ettiği alanları profesyonelce gelir getirici işletmelere dönüştürmüştü.

 

Masada Ören Yeri

Daha sonra Masada Ören Yeri’ni gezdik ve yine çoğu kişi ne aldığının farkında olmaksızın alışveriş yaptı, otobüsün rafları paketlerle doldu. İsrail Devleti bizleri ağırlamak için yaptığı harcamanın birkaç katını, yapılan alışverişler sırasında geri kazanmıştı.

 

Benzeri çoğu gelişmiş ülkede gördüğüm bu tür alanları, ülkemizin zenginleşmesi için kullanılır hale getirmek için daha ne bekliyoruz? Doğa’nın ülkemize bahşettiği güneş, deniz ve kuma, bizim hiç mi katkımız olmayacak? Var olan kültürel birikimimizi dünyanın beğenisine sunmak ve toplumca zenginleşmek için aklımızı kullanmanın ve çalışmanın dışında ne eksiğimiz var? Dünyayı dolaşan ve tüm bunları gören yöneticilerimiz ve karar vericilerimiz ne bekliyorlar?

 

Bu soruları sonsuza kadar çoğaltmak mümkün, ama bunca yıldır kendim söyler, kendim dinlerim. Ülkesini seven, onun gelişmesini, zenginleşmesini arzu eden ve bunun için geçmişten kalmış yeteri kadar, hatta yeterinden de çok sermayesi olan bir ülkenin hâlâ yalnızca güneş, deniz ve kum satmaya çalışmasının ardında yatan sürü psikolojisini ne zaman aşabileceğiz?

 

Ernst E. Hirsch’in “Anılarım” isimli kitabındaki “Çalışan kazanır” bölümünü zaman zaman tekrar okurum. Anlaşılması gereken çalışanın kazanacağıdır. Hemen her şeyden şikâyet etmenin, bitmez tükenmez bir şekilde ağlamanın hiç kimseye faydası yok. Aklımızı kullanıp çalışırsak, ufkumuz açılır. Çalışmadan sadece ağlamaya devam edersek, olduğumuz yerde saymaktan hatta geriye gitmekten başka bir şey yapmamış oluruz. Haydi hepimize kolay gelsin!

 

“Türk, öğün, çalış, güven”

Mustafa Kemal Atatürk