Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

UBUNTU

 

Nihayet Dergisi’nin Eylül 2022, 93. sayısını okurken, Yıldız Kulkul’un “Ubuntu: Ben, biz ve öteki” isimli makalesine rastladım. Dilimizde tam olarak karşılığı bulunmayan, ilginç bir kavramı anlatıyordu. Seyahat amacıyla Tanzanya ve Zanzibar’a gittiğimde bu sözü duymuştum, ancak seyahat rehaveti nedeniyle, fırsat bulup “Neyin nesidir?” diye merak etmemiştim. Özellikle Zanzibar’da hemen herkesin her vesile ile dilinden düşmeyen “Hakuna matata!” sözü daha çok ilgimi çekmiş ve hangi düşünceyi veya eylemi ifade etmek içinkullandıklarını araştırmıştım. Hakuna matata “Hiç üzülme” veya “Hiç sorun yok, kendini üzme, bildiğin gibi devam et” anlamında kullanılan bir kelime. Ben daha çok Zanzibar’da duydum ama, Tanzanya ve Kenya’da olduğu gibi Svahili dili konuşulan bölgelerde de yaygın olarak kullanılırmış.

 

Hakuna matata

“Hakuna matata”nın söylenişinin kulağa hoş gelen bir tarafı da vardı. Bir gezi sırasında yolumu kaybettim ve ıssız bir bölgede tek başıma kaldım. Hoş adada herhangi bir vahşi hayvan olmadığını biliyordum ama, yine de tedirgin oldum. Birden çalıların arasından küçük bir çocuk çıktı, el kol yordamıyla hangi yöne gitmem gerektiğini sormaya çalıştım. Yüzüme baktı ve güldü, beni takip et gibisinden el işareti yaparak yürümeye başladı. Oldukça uzun bir süre yürüdük, acaba ne istediğimi anladı mı diye düşünerek, elimi omuzuna koydum ve yüzüne baktım, tam yeniden ne istediğimi tarif edecektim ki, bembeyaz dişlerini gösteren büyük bir gülümsemeyle “Hakuna matata” dedi. Kendi kendime doğru ya, hakuna matata altı üstü bir adadayız, gideceğimiz yolu bulamasak da mutlaka bir yerden kıyıya ulaşacağız, gerisi Allah kerim. Bir karış boyundaki çocuk bile bunu anlıyor, hâlâ sen yolu kaybetmenin telaşındasın, sakin ol. Hakuna matata.

 

Ubuntu

Yıldız Kulkul seyahati sırasında, farklı bir dünyayı temsil eden bir kavramla karşılaşır. Üstelik bu kavramla karşılaştığı coğrafya, bazı filozoflar tarafından “Düşüncenin olmadığına inanılan topraklar” olarak nitelenmektedir. Ne demek düşüncenin olmadığı topraklar? Eğer insanlar sizin gibi düşünmüyorlarsa, farklı yaşam kültürüne sahiplerse, onları kendi değerlerinize göre tasnif edip bu insanlar düşünmüyor demek ne derece doğru ve kim kendini böylesi bir hüküm vermeye yetkili görmekte?

 

“Biz var olduğu için ben varım, ‘Ben, biz olduğumuz zaman benim’. Ubuntu kavramı, Afrika topraklarında düşünce yoktur diyenlerin karşısına ‘ben’ anlayışından çok daha farklı bir ‘biz’ felsefesiyle çıkmaktadır.”

 

Ne kadar doğru bir düşünce kurgusu ve gerisindeki felsefenin derinliği. Biz yoksa, ben olabilir mi? En ilkel toplulukların bile varlıklarını ve varlıklarının devamını “Biz”e borçlu oldukları bir yaşam serüveninde, sanırım bizim toplumumuzun sıkıntılarının büyük bir bölümü “Ben, yalnızca ben” olmaktan kaynaklanıyor.

 

Desmond Tutu

1984 Nobel Barış Ödülü sahibi, Güney Afrika Anglikan Kilisesi başpiskoposu Desmond Tutu (1931-2021) Ubuntu’yu şöyle açıklamakta.

 

“Ubuntu’ya inanan insan diğerlerine açıktır, diğerlerine karşı olumludur, diğerleri iyi ve yetenekli olduğunda kendisini tehdit altında hissetmez, onun büyük bir bütünün parçası olduğunu bilmekten gelen bir özgüveni vardır ve diğerleri aşağılandığında, küçük düştüğünde, zulme uğradığında ya da ezildiğinde kendini de aşağılanmış hisseder.”

 

İmece

Kendi dünyalarına hapis olmuş, yüz yıllar boyunca “Ben” üzerine inşa edilmiş bir düşünce yapısını sözde okumuş, felsefe ile ilgilenmiş kişilerin bu felsefeyi “Ben değil biz” olarak algılaması ve yeni bir düşünce yapısı oluşturması mümkün mü? Sanırım bir dönem bu ölçüde olmasa da farklı bir anlayışla yürütülmekte olan “İmece” ile “Ubuntu” arasında bazı benzerlikler bulunmakta.

 

Artık sözlüklerde kalan bu anlayış; “Genellikle kırsal yerleşim yerlerinde, birçok kişinin toplanıp elbirliğiyle bir kişinin tarlasını sürmek, ekinini biçmek, harmanını kaldırmak, mısırını, fındığını toplamak vb. gibi bir işini görmesi ve böylece herkesin bu türden işlerinin sırayla bitirilmesi” olarak açıklanıyor. Yani benler bir araya gelip, biz oluyor ve yaşamı kolaylaştırıyorlar.

 

Tarım alanlarına modern makinaların girmesi, bu kültürün giderek yok olmasına sebep oluyor. Özellikle erkeklerin “Benlik” duygusunun ağır basması, bir dönemin bu anlayışının yaygın olarak kullanılmasının önünü kapatmış gibi, buna karşın bazı yörelerde kışlık yiyecek hazırlığı içinde olan kadınlar hâlâ imeceyle birlikte olmaya devam ediyorlar.

 

Biz

İnsanlığın bir bölümü, özellikle de kişi başı gelirin yüksek olduğu toplumlarda varlığını ve var olmaya devamını “Biz” kavramına borçlu olduğunun farkında değil. Hiç düşünülmüyor ki eğer “Biz” olmasa “Ben” varlığını nasıl ve ne şekilde devam ettirebilir? Ama yine de “Ben” bütün ağırlığı ile hayatımız içinde yer almakta ve ne yazık ki, gün geçtikçe de ağırlığını artırmakta. Halbuki daha çok kısa süre önce, pandemi nedeniyle gördük ki, küçücük bir virüs “Ben” dinlemeden, bırakın beni, bizi bile yok edebilmekte. Sanırım giderek artan ve çok dar bir alanda sıkışan günümüz insanı, çoğu gelecek nesillerin kullanımına ayrılması gereken doğal kaynakları hızla tüketmekte. Gelişmiş olarak nitelenen ülkelerdeki “Ben” anlayışını en kısa süre içinde “Biz” anlayışına dönüştürmek için çaba sarf etmez, bu konuda yeteri, hatta yeterinden öte eğitim vermezsek, sanırım yakın zamanda tıpkı geçmişte pek çok kez olduğu gibi insanoğlunun da bu gezegen üzerindeki serüveni sona erecek.

 

Bazı kültürleri düşüncenin olmadığı kültürler olarak nitelemek yerine, ders alınması gereken kültürler olarak yeniden incelememiz ve onların yaşamını örnek almamız gerekiyor. “Hakuna matata”yı mı tercih edeceğiz, yoksa ciddi olarak “Ubuntu” üzerinde düşünmemiz mi gerekiyor? Karar sizlerin…