Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

ÇAĞLARBOYU ANADOLU’DA KADIN

 

İnsan kolay kolay akıllanmıyor, hoş şimdilerde de akıllandığımı söylemek doğru olmaz. 1973 yılında yaşadığım Aya İrini macerasından sonra benzer bir olayı, 1993 yılında Kültür Bakanlığı tarafından “Çağlar Boyu Anadolu’da Kadın-Anadolu Kadınının 9000 Yılı” isimli bir uluslararası sergi düzenlenmesine karar verilmesi sonrasında da yaşadım. Sevgili dostlarım ve hocalarım bu serginin düzenlemesini benim yapmamı istediler. 1983 yılında yapılan “Anadolu Medeniyetleri Sergisi”nde rahmetli İlban Öz’ün yardımcılığını yapmış ve ondan çok şey öğrenmiştim, bu arada İlban Ağabey vefat etti. Bir şartla yaparım “Eğer benim yanıma özellikle Kültür Bakanlığı’nın genç mensuplarını verirseniz bu işi üstlenirim, uluslararası bir sergi düzenlemek büyük bir deneyim işi, İlban Ağabey’den sonra bu iş bana düştü, benden sonra da birileri bu deneyime sahip olup, gerektiğinde bu tür sergiler düzenleyebilsin” dedim.

 

Kültür Bakanlığı ve sonrası

Dönemin Kültür Bakanlığı ilgilileri, özellikle de o sırada Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü olan rahmetli Engin Özgen her tür desteğin verileceğini, bu işle bizzat ilgileneceğini belirtti. Sergi hazırlıklarına başladık ortada kimse yok, asistan ve öğrencilerimi bu iş için seferber ettim. Arkeoloji Müzesi’nden Topkapı Sarayı’na binlerce yıllık objeleri hiçbir Güvenlik önlemi olmaksızın taşıdılar. Sarayın seksiyonlarında bütün gün koruma görevi üstlenen görevliler, geceleri objelerin yerleştirilmesine, serginin düzenlenmesine yardımcı oldular. Günün yorgunluğunun yanı sıra gecenin ileri saatlerine kadar çalışan bu insanları tuttuğum vasıtalarla evlerine yolladım. Akşam yemekleri için gerekli harcamaları yaptım.

 

Muhterem zevat geliyor

Son gün büyük bir telaş içinde çalışırken, dönemin Kültür Bakanlığı Müsteşarı, sonunda merak edip, “Neler oluyor” diye gece yarısına doğru çalışmaları ziyarete geldi. İnsan sevgisini, hümanizmi kimseye kaptırmayan müsteşar, günler boyu çalışmanın getirdiği yorgunluktan bitap düşen çalışanlara bakıp, “Sizlere ekstra ücret ödeniyor mu diye sordu”. “Hayır” denince, ne dese beğenirsiniz? Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sınca “Angarya yasaktır” demez mi! Bunca uğraşın getirdiği yorgunluk ve stresiyle kendimi tutamayıp açtım ağzımı, yumdum gözümü. “Arkadaşlar siz gerçekten büyük bir özveri ile böylesi bir işi başarmak için uğraşıyorsunuz, kusura bakmayın daha önce gelip sizi rahatlatmam gerekir, bir ihtiyacınız var mı diye sormam lazımdı” demesi gereken ve her daim büyük laflar etmeye meraklı bu insanın kendini bilmez tavrını hayatım boyunca unutmayacağım. Fırsat oldu, otuz yıla yakın süredir bana sıkıntı veren bu olayı dile getirebildim.

 

Ertesi gün dönemin başbakanı Prof. Dr. Tansu Çiller serginin açılışını yaptı, hemen herkese teşekkürlerini sundu, ama lütfedip bunca emek harcayan, herhangi bir karşılık beklemeden gecesini gündüzünü bu çalışmaya adayan insanları tanıma arzusu duymadan sergiyi gezip ayrıldı. Tam hatırlayamadım ama altı ay sürmesi düşünülen sergi iki kez uzatılarak bir yılı aşkın süre açık kaldı.

 

Son Sergi

“Çağlarboyu Anadolu’da Kadın” sergisi ülkemizin uluslararası anlamda yaptığı son sergi oldu. Üzerinden bunca zaman geçmesine karşın bir daha böylesi bir ekip oluşturulup, canıgönülden çalışan insanları bir araya getirmek mümkün olmadı. Zaten Kültür Bakanlığı’nın da bir daha böylesi bir kaygısı olmadı “Bunca bürokratik iş varken, bir de sergi ile uğraşmak da neyin nesidir” diye düşündüklerini sanıyorum.

 

Kırk dört kurum, on iki koleksiyoner

Bu sergiye, çoğunluğu devlet müzesi olan kırk dört kurum ve on iki kişi koleksiyonlarında bulunan eserleriyle katıldı. Bazıları rahmetli olan bilim insanları gerek makaleleri gerekse açıklamaları ile katkıda bulundular. Sergi; Tarih Öncesi-Hitit-Demir Çağı / Yunan-Roma-Bizans Dönemi / Selçuklu Osmanlı Dönemi olmak üzere üç bölümden oluşmaktaydı.

 

Edibe Uzunoğlu; “Tarih Öncesinden Demir Çağı’na Anadolu’da Kadın”, Muhibbe Darga; “Anadolu Tarihi Çağlarında Kadın, Yunan/Helen Uygarlığında Kadın, Roma Uygarlığında Kadının Yeri”, Nevra Necipoğlu; “Bizans’ta Kadınlar”, Cemal Kafadar; “Tanzimat’tan Önce Selçuklu ve Osmanlı Toplumunda Kadınlar” isimli makaleleri ile yayınlanan sergi kataloğunu zenginleştirdiler. Burada adını saymak istediğim ama yerimin kısıtlılığı nedeniyle yazamadığım çok kişi gerek katalog gerekse sergi çalışmalarına unutulmaz katkılarda bulundular, kendilerine bir kere daha teşekkür borçluyum.

 

Kadının unutulmaz rolü

Serginin ilk bölümündeki eserler “Tarih Öncesi’nden Demir Çağı’na” kadar altı bin yıllık zaman dilimini kapsamaktaydı. Bu süreç içinde kadının inanç dünyasındaki konumu öne çıkmaktaydı. Üst Paleolitik Çağ’da avcılık ve toplayıcılıkla yaşamını sürdüren insan, ilk kez cinsiyetin ve kadının doğurganlığının farkına varmakta ve kadını bereket kavramıyla özdeşleştirmekteydi. Bir bereket kültürünün oluştuğu ve kadının bu kültürün ana öğesi olduğu görülmekteydi. Bir dizi kadın heykelciği, abartılı göğüs ve kalçalarıyla ve çoğu kez hamile veya çocuğu ile gösterilerek, kadının doğurganlığı, dolayısıyla yaratıcılığı simgeleniyordu.

 

Daha sonraki Yunan / Helen döneminde kadının rolünün aile düzeyine, yaşamının ise eve indirgendiği anlaşılmaktaydı. Örneğin tiyatro sanatının büyük önem taşıdığı bu toplumda kadın tiyatrocu yoktu, kadınların dansçı ve çalgıcı olarak çalıştıkları anlaşılıyordu. Helen ana karasında böyle bir düzen hüküm sürerken, Anadolu’da kadın önemini korumakta, zaman zaman kocalarının ölümünden sonra ülkelerinde kraliçe olarak varlıklarını sürdürmekteydiler. Roma’da kadın çok daha özgür olarak toplum yaşamına katılmaktaydı. Roma dönemi Anadolusu'nda Side’de bayındırlık faaliyetlerinde bulunan rahibe Modesta, Sardesli Antonia Sabina, Efes’te Vedia Phaedrina, Perge’de Plancia Magna, Kyme’de Archippe gibi kadınlar toplumda sözü geçen birer kadın olarak varlıklarını sürdürüyorlardı.

 

Anadolu’da tek tanrılı dinlerin öncesinde Hıristiyanlık ve devamında Müslümanlığın kadının toplum içindeki rolünü azalttığı düşünülürse de kadın yine de varlığını etkin bir şekilde sürdürür. Örneğin gerek Bizans gerekse Osmanlı saray çevresinde tarihe adını geçiren çok sayıda güçlü kadın bulunmaktadır.

 

Sergilerin vazgeçilemez önemi

Bunun gibi sergiler, bir ülkenin hem kendi vatandaşlarına hem de dünyaya nelere malik olduğunu göstermesi açısından çok önemlidir. Geçmişe ait bu birikimleri müzelerin vitrin ve depolarına hapsetmek yerine, karşılaştırmalı olarak değerlendirmek için bir tema etrafında birlikte sergilemenin gelecek oluşturmak için çok büyük faydası vardır. Böylesi sergiler ziyaretçilerin yanı sıra bilim insanlarının da bir araya gelmelerini ve bilgi alışverişinde bulunmalarını sağlar. Ancak bunun için bilginin yanı sıra, çalışmak ve dostane ilişkiler kurmak gerekir. Anlaşılan bizim her daim işi başından aşkın yönetici ve bürokratlarımızdan böylesi bir çalışma beklemek, Godot’yu beklemek gibi oluyor.

 

Günsel Renda (Ed.) Çağlarboyu Anadolu’da Kadın, Anadolu Kadınının 9000 Yılı, İstanbul, 1993.