Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

FELSEFENİN BAŞLANGICI

 

Genel olarak felsefi düşüncenin Atina’da başladığı ve orada gelişip yaygınlaştığı kabul edilir. Ancak Atina’nın yükselişi MÖ V. yüzyılda Perikles döneminde başlar. Hâlbuki ondan çok daha eski tarihlerde, Mezopotamya, Mısır, Filistin ve Anadolu’nun kıyı bölgelerinde benzer düşünce insanları yetişmiş ve öğretileri ile hem kişilere hem de toplumlara yön vermişlerdir.

 

Homeros ve Hesiodos

Batı edebiyatının ilk büyük eseri kabul edilen “İlyada ve Odysseia” destanlarının yazarı veya derleyicisi olduğu kabul edilen Homeros’un İyonya doğumlu olmasının dışında yaşadığı tarih konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Genel olarak MÖ IX. yüzyılda Batı Anadolu’da yaşadığı kabul edilir. Homeros’u takip eden bir diğer ünlü yazar ise Hesiodos’tur. Homeros’tan yüz elli yıl sonra yaşayan yazarın “Theogonia” ve “İşler ve Günler” isimli iki eseri günümüze ulaşır.

 

Azra Erhat, “Hesiodos Eseri ve Kaynakları” isimli kitaba yazdığı önsözde; “Onlarla iki ayrı çağ, iki ayrı dünya, iki ayrı insan görüşü, daha da ileri giderek iki ayrı sınıf çıkıyor karşımıza diyeceğim. İlk bakışta, iki ozanın yapıtları değer ölçülerine vuruldu mu, daha yeni olanı daha eski, daha sonra geleni daha geri sayılabilir. Homeros’tan Hesiodos’a değin bir gerileme olmuştur sanki… İyonya’ya kıyasla Yunanistan bir çağdaş aydınlık dönemi karşısında Orta Çağ karanlığını simgelemekteydi. Diniyle, yaşayışıyla, töreleri, ürünleriyle de kanıtlanabilir bu gerçek… Bu gerçeğe Homeros ile Hesiodos arasındaki ilişkiden daha iyi örnek bulunabilir miydi? Biri şairlerin şahı, öbürü hantal, soluğu kıt, becerisi az bir köylü ozanı.” diyor. Homeros ile Hesiodos arasında geçen süre zarfında ileriye değil, bir geriye gidiş olduğu, şiirsel ifadenin zayıfladığı anlaşılmaktadır.

 

Thales ve ardılları

Yüz yılı aşkın bir süre sonra, batı felsefesinin kurucusu olarak tanınan Milet doğumlu Thales (MÖ 624-546) yaşar. Thales’in önemi, onun evreni ilk kez bir maddi temelle “Su” ile açıkladığını aktaran Aristoteles’ten kaynaklanır. Ancak bu arada Thales’ten en az bin yıl önceden günümüze ulaşan “Bâbil Yaratılış Destanı”nda “Suların içinden tanrılar yaratıldı” sözlerinin yer aldığını hatırlamamız gerekir. Thales’in günümüze erişen hiçbir metni bulunmaz, kökeni konusunda gözden kaçan bir yönünü felsefe tarihçisi Diogenes Laertios bize aktarır; Thales’in ebeveynlerinin kökenleri Sur şehrinin mitolojik kurucusu Kadros’a kadar uzanan Finikelilerdir ve Milet’e Suriye kıyılarından göç etmişlerdir. Thales’in bir dönem Mısır’da bulunduğu, özellikle matematik ve geometri konusunda burada eğitim gördüğü anlaşılıyor. Thales’in yolunda devam eden Anaksimandros (MÖ 610-546) ile Anaksimenes de (MÖ 585-525) Milet’te doğan ve ilk eğitimlerini bu şehirde tamamlayan düşünürlerdir. Muhtemelen daha sonraki tarihlerde yaşayan ve benzer düşünceler geliştiren Pyhhagoras (Pisagor) (MÖ 570-495) gibi Fenike ve Mısır’ı ziyaret etmiş, orada özellikle de matematik ve geometri bilgilerini genişletmiş olmalıdırlar. Pyhhagoras’ın bir dönem Babil’de bulunduğu ve muhtemelen Magoslar’dan eğitim aldığı bilinmektedir. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Arşivi’nde bulunan ve son zamanlarda değerlendirilen bir tablette Pyhhagoras’tan bin yıl önce Babillilerin Pisagor teoremine benzer hesaplamalar yaptığı anlaşılmıştır.

 

Sokrates

Batı yazınında üzerine basa basa bu dört düşünürün Sokrates (MÖ 469-399) öncesi dönemde yaşamış oldukları belirtilmektedir. Ahlak felsefesinin kurucusu olarak kabul edilen Sokrates, yaşamının sonuna doğru şehrin tanrılarına inanmamak, onların yerine başka tanrılar koymak ve bu davranışları ile gençliği zehirlediği suçlamasıyla ölüme mahkûm edilir. Atina’da inancı nedeniyle ölüme mahkûm edilen Sokrates’ten yüz elli yılı aşkın süre önce Milet’teki filozoflar, inançlarını diledikleri gibi açıklamakta ve yaşamaktadırlar. Günümüze kadar felsefenin başladığı yer olarak kabul edilen Atina’ya atfedilen bu değerlendirmenin bir kez daha gözden geçirilmesi gerekmez mi?

 

İyonya’nın düşüşü

Pers İmparatoru Büyük Kiros (MÖ 600-530) MÖ 547 yılında İyonya’yı istila etmeye başlar. MÖ 499 yılında Aristagoras, Pers İmparatoru Büyük Kiros’un desteğiyle Milet’te tiran olur ve onlardan aldığı destekle Naksos Adası’na karşı bir istila hareketine girişir ama büyük bir yenilgiye uğrayarak geri çekilir. Bu yenilgi Pers Sarayı tarafından hoş karşılanmaz ve Aristagoras azledilmekle karşı karşıya kalır. Bu tehlike karşısında İyon Ayaklanmasını başlatır. MÖ 493 yılına kadar devam eden bu ayaklanma yayılarak bütün Önasya’da kademeli olarak büyük bir huzursuzluk ve savaş ortamı yaratır. Bu sırada Aristagoras, Atina ve Eretria’nın desteğini alarak Pers İmparatorluğu’nun bölgesel başkenti olan Sard’ı ele geçirip tahrip eder. Bir süre daha devam eden savaş esnasında Pers kuvvetleri MÖ 494 yılında Milet’e hücum ederek kuşatır ve kısa bir süre içinde ele geçirir. Sard’ın intikamını alırcasına Milet’i tahrip eder, şehir halkını sürer. Bu yenilgi İyon Ayaklanmasının son bulmasına yol açar. Bundan böyle bölge bir daha kendini toparlayamaz ve bir dönem tüm Ege ve Akdeniz havzasında egemen olduğu ticaret hacmine ulaşamaz.

 

Anavatan’dan göç

Thales, Anaksimandros, Anaksimenes gibi düşünürlerin yetiştiği dönemde Milet, ticaretin geliştirdiği ve zenginleştirdiği bir şehirdir. Muhtemelen yaygın ticaret ağının getirdiği ilişkiler gereği, çok geniş bir insan çeşitliliğine sahiptir. Hemen her görüşten her inançtan ve her ırktan insan farklı diller konuşarak birbirleriyle anlaşıp farklı yaşamları bir arada sürdürme kültürüne erişmişlerdir. Elbette böylesi zengin bir kültür ortamına sahip şehrin her tür üretim düzeyi de zenginleşecek ve farklı düşünsel üretimler içinde olacaktır. Önce bir tiran daha sonra hemen her şeyi yok eden uzun süreli savaş ortamı, geriye yeşerecek hiçbir şey bırakmaksızın bu kültür ortamının tahrip olmasına yol açar.

 

Bu tahribat sonrası Pythagoras gibi düşünürler İtalya’ya, bir grup düşünür Mısır’a; dönemlerinde onlar kadar etkin olmayan diğerleri ise Adalar ve Yunan ana karasına göç etmek mecburiyetinde kalırlar. Bir süre sonra Sokrates’le bu kez Atina merkez olmak üzere yeni bir düşünce hareketi başlar ama hemen her yerde yeni şeyler söylemenin, farklı şeyler düşünmenin cezası büyüktür. Anadolu kökenli düşünce hareketi, özgür düşüncenin örnek insanlarından biri olan Sokrates’in ne yazık ki hayatına mal olur. Demokrasinin beşiği, düşünce özgürlüğünün öncüsü Atina, düşünceleri ve söylemlerinden dolayı Sokrates’i ölüme mahkûm eder. Ancak, ne yapılırsa yapılsın, kaç cana mal olursa olsun insanlık ilerlemeye devam eder. Platon (MÖ 428-347) ve ardılı Aristoteles (MÖ 384-322) çoğu günümüze erişen eserleriyle insanlığa yön verme görevini sürdürmeye yeniden başlarlar.

 

Hiçbir gerçek sonsuza kadar saklı kalmaz

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1931 yılında söylediği gibi, “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” Ne yazık ki tarih, şimdilik yapanların değil büyük oranda onu yazanların yanıltmalarını içeriyor, ama insanlığın var oluşundan beri bilindiği gibi hiçbir gerçek sonsuza kadar saklı kalmaz/kalamaz!