Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

DEMOKRASİ’NİN BEŞİĞİ!

 

Her ne kadar yaygın olarak demokrasinin bir batı buluşu olduğu söylense de batıda ortaya çıkışından en az iki bin yıl önce Sümer toplumunda demokrasinin varlığı görülmektedir. Samuel Noah Kramer, 1956 yılında yayımladığı, “L’Histoire commence à Sumer / Tarih Sümer’de Başlar” isimli kitabında, ilk meclisin Sümer medeniyetinde ortaya çıktığını belirtir.

 

“Yaptıkları fetihler oranında büyük olan ilk Sümer hükümdarları, hareketlerinde tamamen serbest tiranlar ya da mutlak monarklar değillerdi. Devletin önemli çıkarlarını, özellikle de savaş ve barış konusunu, meclis halinde toplanan önde gelen hemşerilerine danışıyorlardı. ‘Demokratik’ kurumlara bu başvuru, Hz. İsa’dan önce III. binden itibaren Sümer’in uygarlığa yeni bir katkısıdır. Bu olgu, demokrasinin bir batı buluşu, hatta geç tarihli bir buluş olduğuna inanan pek çok çağdaşımızı şaşırtacaktır.” (s. 45)

 

Geçmişi doğru öğrenmek

Geçmişe dair bilgilerimiz arttıkça şaşkınlığımız da çoğalmakta, üstelik bu tür bilgilerin ortaya çıkmasından altmış yılı aşkın bir süre sonra dahi, insanı yanılgıya sürükleyen, geçmişi
ve tarihi yanlış yorumlamamıza neden olan bilgiler hâlâ güncelliğini sürdürmekte ve yaygınlığını korumaya devam etmektedir.

 

MÖ 3.000 dolaylarında, bugüne kadar bilinen ilk meclis, gösterişli bir toplantıyla bir araya gelir. Günümüze ulaşan ve büyük bir bölümü İstanbul Arkeoloji Müzeleri Arşivi’nde bulunan tabletlerden anlaşıldığı kadarıyla, bu meclis iki bölümden oluşmaktadır. Senato olarak tarif edilebilecek yaşlılardan oluşan üst meclis ve devlette silah taşıma onuruna sahip bütün yurttaşların oluşturduğu alt meclis.

 

Samuel Noah Kramer bu olguyu şöyle açıklamaktadır; “İnsan kendini Atina’da ya da Roma’da cumhuriyet çağında sanabilir! Yunan demokrasisinin doğuşundan iki bin yıl önce, Yakın Doğu’dayız. Ama, Sümerliler, bu yaratıcı halk yüce ve evrensel üne sahip halk kurumları çevresinde kümelenmiş sayısız büyük kente daha bu çağda sahip olmakla övünebilirdi. Tüccarları çevredeki ülkelerle karadan ve denizden aktif ticari ilişkiler kurmuştu; en ciddi düşünürleri, yalnız Sümer’de değil, eski Yakın Doğu’nun büyük bir kısmında da kutsal öğreti kabul edilen bir dinsel düşünceler bütünü ortaya koydu.” (s. 46)

 

Bir lider: Gılgamış

Sümer meclisi ile ilgili bu bilgi bize Gılgamış ile ulaşır. Bilindiği gibi tarihin ilk destanlarından biri olarak kabul edilen “Gılgamış Destanı” Uruk şehrinin kurucusu olan Gılgamış ile arkadaşı Enkidu’nun yaşadığı serüvenleri anlatmaktadır.

 

Gılgamış’ın yaşadığı dönemde, MÖ 3.000’de Sümer, egemenlik için birbirleriyle mücadele eden çok sayıda kent devletinden oluşmaktadır. Bu devletlerin en önemlilerinden biri, efsaneye göre; “Tufan”dan hemen sonra krallığını Gök’ten almış olan Kiş’tir. Gılgamış’ın yönetimindeki bir diğer kent olan Uruk, gücünü ve etkisini giderek arttırmakta ve Kiş’in üstünlüğünü ciddi şekilde tehdit etmektedir. Bu tehdidin farkına varan Kiş Kralı; Uruklular’a eğer kendisini hükümdar olarak tanımazlarsa savaş açacağını bildirir. Bu uyarı üzerine Uruklular meclisin toplanması için çağrı yaparlar; İhtiyarlar ve Yurttaşlar Meclisleri.

 

Atina ve Likya

Günümüzde yaygın olarak demokrasinin beşiği olarak tanıtılan Atina’da ise bu tarihten iki bin yılı aşkın süre sonra benzer bir meclis oluşturulduğu sanılmaktadır. Atina’nın kurucu kralı olarak kabul edilen Theseus’un şehri, yargıçların ve önemli kişilerin bir araya gelerek yemek yedikleri kamu binası ve “Boule” site senatosu gibi politik yapılarla donattığı düşünülmektedir. Theseus mitolojik kökenleri olan bir kişidir. Efsanesine ait bilgiye çok daha geç tarihlerde yaşayan Plutarkhos (MS 46-120) tarafından yazılan “Theseus-Romulus” isimli kitap ile Apollodoros (MÖ 180-120) ve Diodoros’un (MÖ 90-30) kısa tanıtma yazılarından ulaşılmaktadır.

 

Buna karşın MÖ VI. yüzyılda şekillenmeye başlayan Likya Birliği’nde çok daha gelişmiş bir parlamento bulunmakta olup gelecek için örnek teşkil eden bir oluşum sergilenmektedir. Amerika Birleşik Devletleri anayasasının yapım çalışmaları sırasında bu yönetim sisteminin ideal olduğu, Likya Federasyonu’nda olduğu gibi federatif bir birliğin kabul edilmesi gerektiği anlaşılmış ve Birleşik Devletler anayasası bu çerçevede şekillendirilmiştir.

 

Atina’nın demokrasinin beşiği kabul edilmesine, üzerinde çok sayıda fikir üretilmesine rağmen niçin örnek alınmadığı ise günümüze kadar cevaplanmayan bir sorudur. Cevaplanamaz, çünkü bu tür bir demokrasi elitler demokrasisi olup günümüz anlayışıyla hiçbir şekilde uyum sağlamaz. Bu ne biçim bir demokrasidir ki, farklı düşünceleri nedeniyle tarihte bir ilk olarak Sokrates gibi bir düşünür, intihar etmeye mahkûm edilir?

 

Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk, 2-11 Temmuz 1932 tarihleri arasında toplanan I. Türk Tarih Kongresi’nde “Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” der. Sanırım araştırma sınırlarımız genişledikçe gerçek ile yakıştırma bilgi arasındaki fark ortaya çıkmakta ve zaman zaman hayretle; “Bunca insan nasıl olur da bu gerçekleri görmez ve hâlâ geçen yüz yılların siyasal amaçlarla yapılmış kurgularını doğru kabul eder?” diye düşünüyor.

 

Tarih yazarlarının babası

Cicero, Bodrum doğumlu Herodotos için; “Pater historiae / Tarih yazarlarının babası” demektedir. Anlaşılan arkeoloji araştırmaları ilerledikçe, günümüzde okunmakta güçlük çekilen veya okunamayan eski diller anlaşıldıkça, tarihin bir değil çok daha eskilere kadar uzanan pek çok sayıda babası olduğu anlaşılacaktır.

 

Günümüz batı uygarlığının Atina ve Helen uygarlığı ile başladığı düşüncesi hatalıdır ve uzun bir süredir bu yanlışa devam edilmektedir. Bu inanç yapısı çarpık bir tarih anlayışının ortaya çıkmasına Mezopotamya, Mısır, İran, Fenike, Türk, Çin, Hint ve benzeri insanlığın gelişimine katkı yapmış çok sayıdaki uygarlığın yok sayılmasına neden olmaktadır. Hâlbuki insanlığın ortak yapısını oluşturan bu kültürlerin bin yıllar boyunca oluşturduğu birikim günümüze erişmemizi sağlamıştır. Elbette kültürler de tıpkı insanlar gibi bir süre sonra yorulup yeni düşüncelere, yeni keşiflere kapalı hâle gelirler. Uzun süreli refah dönemleri tembelliğe yol açar, toplumun dinamikleri erozyona uğrar. İnsanlar yaşadıkları dönemin sefasını sürmeye alışırlar ve genellikle değişime karşı olurlar. Çünkü değişim yeni bir çaba ve çalışma gerektirir. Ama bu, onların bir dönem insanlığın gelişimine olan katkılarını görmezden gelmek değildir.

 

Samuel Noah Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, Çev. Muazzez İlmiye Çığ, İstanbul, 1956.

Plutarkhos, Theseus-Romulus, Çev. İo Çokona, İstanbul, 2021.