Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

ERGUVAN ÜZERİNE

 

“Hatırlatacak bize şen çocukluğumuzu,
Erguvanlı bir bahçe, mor salkımlı bir duvar.”

Ziyâ Osman Sabâ

 

İstanbul Boğazı bahar aylarında kendine has bir renge bürünür. Kimi yeni yeşillenen, kimiyse yaz kış yeşil olan ve yeşilin yüzlerce tonunu yansıtan yamaçlarda birdenbire erguvani renkler ortaya çıkar. Bahar aylarında ortaya çıkan bu büyüleyici görüntü eski İstanbullular veya İstanbul yaşantısını merak edenler için mutlaka izlenmesi gereken bir tabiat şölenidir.

 

Anavatanı Akdeniz havzası ve Balkanlar olan ve bazı bölgelerde “Işık ağacı” olarak da bilinen “Erguvan ağacı”, gerçekte bir ağaç olmayıp, tek gövdeli, geniş taçlı ve kışın yapraklarını döken, çoğunlukla çalı görünümlü bir ağaççıktır. Latince ismi “Cercis Siliquastrum” olan bu bitkinin sülalesi ise “Baklagillerdir”. Erguvan genellikle dört beş metre boyuna kadar uzar, ancak bir ağaççık olmasına rağmen yerini beğenirse on metreye kadar boy atabilir. Narin bir ağaççık olan erguvan sert iklim koşullarında dondan zarar görür. Soğuk rüzgârlardan rahatsız olur, bol güneş sever. Bu nedenle Boğaziçi’nin kuzey rüzgârlarına açık yamaçlarında pek rastlanmaz, buna mukabil güneye bakan yamaçlarda, vadi içlerinde çok miktarda bulunur. Güneş ışığını daha çok alan Anadolu Yakası’ndaki yamaçlarda daha çok ve büyük boyutlu ağaççıklar şeklinde olmasına karşın, Rumeli Yakası’ndaki yamaçlarda daha az rastlanır.

 

Erguvan ağacının nisan ayı sonu ile mayıs ayı başlarında görülen çiçekleri, daha ağaççık yapraklanmadan ortaya çıkar. Ağacın hemen her dalında salkımlar halinde sıralanan çiçeklerin ömrü on-on beş günü geçmez. Çiçeklerin tadı ekşi ve hoştur, özellikle mevsim salataları üzerine hem renk hem de ekşiliği nedeniyle tat vermesi için serpilir.

 

Arapların “Arcuvan, arguvan, zamzarik veya hazrik” dedikleri bu ağaca, Farslar “Ergavân” demektedir. Bunun yanı sıra çok yaygın olmasa da bazı bölgelerde “Urdun” veya “Ürdün ağacı” olarak da tanınmaktadır. Erguvan ne renktir? Rengi, pembe mi, gül kurusu mu, mor mu? Genellikle, içinde bir miktar mavi taşıyan pembe, mavimsi pembe olarak nitelenir. Mavi ile kırmızı rengin karışımı ile elde edilir.

 

Erguvan rengi kralların rengidir. Erguvan ağacının çiçeklerinden daha koyu, mora yakın, zaman zaman mor olarak nitelenen bu renk erken dönemlerden itibaren “Kraliyet rengi” olarak kabul edilmiştir. Mor renk boyası çok pahalı bir üründür. Lübnan’ın Akdeniz kıyısında yer alan günümüz Sur Kenti, antik dönemde önemli bir liman ve ticaret merkezi olup “Tyrian” adıyla bilinir. Tyrian kıyılarında çok miktarda bulunan, deniz salyangozları ailesine mensup “Murex” isimli bir kabukludan elde edilen mor renk, Roma Dönemi’nden itibaren üst düzey görevlilerin, çoğunlukla da imparatorların giysilerinin yapıldığı kumaşları boyamak için kullanılmaktadır.

 

Markos İncili’nin 15. Bap, 17. Ayeti’nde, Hz. İsa için; “Ona erguvanî giydirdiler, bir diken taç örüp başına koydular ve onu selamlamağa başladılar: Selam, ey Yahudilerin Kralı...” açıklaması bulunur. Dikkat edildiğinde mor değil, erguvani denilmekte ve o rengin ancak krallar tarafından kullanıldığına atıf yapılmaktadır.

 

Erguvan rengine yakın tonda bir de “Porfir” adıyla bilinen sert bir bazalt taşı bulunmaktadır. Gerek bulunması gerekse işlenmesi zor olan bu taş da genellikle imparatorluk saraylarını, büyük dini yapıları süslemek için kullanılmaktadır. İstanbul’da bulunan imparatorluk saraylarında, özellikle imparatorun yatak odası olarak kullandığı alanın mor renkli bu taşlarla kaplı olduğu bilinmektedir. Yukarıda da belirttiğim gibi mor imparatorluk rengi olup, mor veya erguvani renk elbise giyenlerin İmparatorluk ailesine mensup oldukları anlaşılmaktadır.

 

Bizans Sarayı’nda bir de mor kökenli “Porfirogennetos” tabiri vardır. Kalıtsal meşruiyet fikrini pekiştirmek için VI. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanan bu terim; “Mor doğumlu, mor odada doğan” anlamına gelmektedir. Babası imparatorken, sarayda muhtemelen de mor porfirlerle kaplı odada doğan çocukların babadan gelen saltanat haklarını pekiştirmek için kullanılmıştır. Bizans Tarihi içinde “Porfirogennetos” lakabıyla tanınan iki imparator, VII. Konstantin Porfirogennetos (913-959) ve oğlu II. Romanos Porfirogennetos (959-963) bulunmaktadır.

 

Erguvan; Boğaziçi’ni süsleyen ağaççıklardan, rengi nedeniyle şarap ve dudak ile birlikte anılmasının yanı sıra imparatorluk unvanlarına kadar uzanan geniş bir alan içinde kendine yer bulmaktadır. Acaba erguvanlar içinde yaşadığımız bu şehrin, dünyanın diğer şehirleri içinde ayrıcalıklı bir konumu olduğunun farkına varmamız için her sene kısa bir süreliğe olsa da, erguvani renklere bürünerek bize mesaj vermeye mi çalışmakta? Boğaziçi’nin yamaçlarında beliren erguvan rengi bizi biraz olsun şenlendirmek için tabiatın bir mucizesidir. Bugünlerde doğanın bizlere sunduğu erguvanların görsel şölenini izlemek için Eminönü ve Beşiktaş’tan Boğaziçi’ne doğru sefer yapan vapurlara binip, her iki sahili de seyrederek Anadolu Kavağı’na kadar bir tur yapmanın tam vaktidir. Böylece kısmen de olsa günlük sıkıntılardan ve karamsar düşüncelerden kurtulup var olduğumuzun farkına varma imkânına sahip oluruz.

 

Erguvan’ın bir de Bursa anısı vardır. XIV. yüzyılda Yıldırım Bayezid döneminde, Bursa’da yaşayan Emir Sultan’ın her yıl erguvan ağacının açma zamanı geldiğinde müritleri ve sevenlerini davet ederek bir şenlik düzenlemekte olduğu bilinmektedir. İki yüz yılı aşkın süre sonra hâlâ sürmekte olan bu şenlikleri Evliya Çelebi, “Bir insan seli gibi” diyerek coşku ile anlatır. “Erguvan faslı” diye adlandırdığı bu görkemli buluşmalar, şehir halkı için bir “Bereket” sembolü sayılmaktadır.

 

Daha önceleri “Göğe Yazılan Yazı” adlı köşe yazımda da belirttiğim gibi, benzer çok sayıda evrensel boyutta gerçekleştirebileceğimiz ve dünya gündeminde yer alacak şenlik ve gösteri geçmişimiz varken günümüzde yapılan yöresel kiraz, karpuz, kavun festivalleriyle avunmaktayız. İçimden bağırmak geliyor; “Huuu bizi dinleyen, bize kulak veren kimse yok mu?” Nasıl bir kültürel birikime malik olduğumuzu fark eden çıkmayacak mı?

 

“Erguvana şiir söyleme, anlatamazsın. Kendisi şiir. Gör ve duy, kâfi.”

A. Süheyl Ünver