Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

ADL ÜZERİNE

 

“Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu,

Gelir de adl-i ilâhî sorar Ömer’den onu.”

Mehmet Akif Ersoy

 

Geçen günlerde bir kitabı okurken karşıma “Adl” sözcüğü çıktı. Uzun zamandır kullanılmayan bu sözcüğü acaba hatırlayan kaldı mı, diye düşündüm. “Adl” Arapça’dan dilimize geçen bir sözcük... “Adalet, hakkaniyet, doğruluk, tarafsızlık” anlamında kullanılır. Adalet sözcüğü; “Hakka riayetkârlık, hak tanırlık, haklılık, doğruluk” anlamına gelir. Dilimizde Arapça ve Farsça tamlamalar ile çokça kullanılmıştır.

 

Adalet-kâr; adil, adaletli, adalet-kârâne; adaletlicesine, adalet-kâri; adillik, adalet-penâh; adaletli bunlardan bazılarıdır. Bir de “Adalet emri” denilen bir tabir vardır. Bir dönemin sadrazamlarının valilere dönük olarak yayınladığı “Ahâliye zulüm ve taaddî (örf, adet ve kanun sınırları dışında hareket) edilmemesi” hakkındaki yazılara verilen isimdir. Benzer tamlamalar “Adl” ile de yapılmıştır. Adl-ü dâd etmek; adaletle hükmetmek, âdil davranmak, adl-i şeriat; adalete ve din kurallarına uymak, adl itmek; adalet etmek, adil davranmak, adl-i pâdişahî; pâdişahın adaleti, adl-i ilâhî; ilâhi adalet, anlamlarına gelir.

 

“Adl” sözcüğü Kur’an-ı Kerim’de de geçen bir sözcüktür. Bakara Suresi’nin 123. Ayeti’nde; “Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez.” 282. Ayeti’nde ise “Bir kâtip aranızda onu adaletle yazsın” hükümleriyle “Adl”a yani adalete verilen öneme müminlerin dikkati çekilir.

 

Yüz yıllar ötesinden günümüze erişen gerek Doğu gerekse Batı yazımında hemen her düşünür, insanlara özellikle de yöneticilere adaletli olmayı önerir. Adalet, insanların birlikte yaşaması için olmazsa olmaz şarttır.

 

Kendi türünde Doğu edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Siyasetname’de de özellikle padişah ve sultanların adalete önem vermesi gerektiği belirtilir; “Acem şahlarının büyük bir kısmı, bir alanda toplanmış zulme uğrayanları daha iyi görmek ve tek tek dertlerine çare olmak için, yüksekçe bir mahfil yaparlarmış. Bunun sebebi hikmeti şu idi; eğer padişah büyük kapılar, müstahkem kaleler, dehlizler ve perdeler ardında bir yerde oturursa art niyetliler, kötü maksatlılar ve zalimler mazlumların padişahın huzuruna çıkmalarını engelleyerek, şikâyetini dillendirmekten alıkoyarlar.” Anlaşılacağı gibi adaleti engellemeye çalışan çok kişi olabilir ve bunlar haklarını almak için yönetici veya hâkimlere erişmekte sıkıntı çekebilirler. Adaletin uygulanabilmesi için yöneticide olması gereken vasıflardan biri de ulaşılabilir olmasıdır. Eğer karar verene ulaşmakta sıkıntı çekiliyor, ulaşmak için başkaca yollara başvurmak gerekiyorsa adaletin gerçekleşmesi mümkün olmayabilir.

 

Adalet konusunda; Emevî Halifesi Ömer b. Abdülaziz’in (717-720) bir hikâyesi vardır. Hums şehrinin yöneticisi halifeye; “Şehri çevreleyen kalenin duvarları harap olmuştur; tamir etmek gerekir. Ne emredersiniz?” diye bir mektup yazar. Ömer cevaben; “Hums şehrine adaletten bir duvar yap; yolları korku ve zulümden temizle, zira bu tür tamir harca, kerpice ihtiyaç göstermez.” diye cevap verir. Gerçekte öyle değil midir? Adaletin egemen olduğu bir bölgede yaşayanlar kimden niçin korkar ki, tüm düşünürler, adaleti gerek kişileri gerekse toplumu koruyan, görülmeyen ama varlığı hissedilen bir koruyucu duvar olarak görmezler mi?

 

Adaletin, adil olarak gerçekleşmesi konusunda Montaigne bir uyarı yapar; “Kanunları çoğaltarak yargıçların yetkilerini daraltmak, yargılara sınır çizmek düşüncesine de katılmıyorum. Kanunları yapmakta olanlar kadar onların yorumlanmasında da hürriyet ve yetki vardır. Kanun adamlarımız binbir çeşit özel haller düşünüp her biri için ayrı kanun yapmakla ne kazandılar? Bunları ne kadar çoğaltsak insan işlerinin sonsuz değişikliklerini karşılayamaz… Durmadan değişen insan hallerinin değişmez kanunlarla ilgisi pek azdır. En iyi kanunlar en az ve öz, en genel olanlardır. Bana sorarsanız kanunlar bizimkiler kadar çok olacağına hiç olmasa daha hayırlıdır.”

 

Günümüzden 450 yıla yakın bir süre önce Montaigne adaletin, adil olarak gerçekleşmesi için az sayıda, öz ve genel kanunlara ihtiyaç olduğunu söylemekte, her konuda ayrıntıya inen, hemen her şeyi denetlemeye ve yön vermeye dönük kanunların karmaşa yaratmaktan ve adaletin gerçekleşmesine mâni olmaktan öteye bir işe yaramadığını dile getirmektedir.

 

Ancak özellikle devlet yapısı içinde büyüyen bürokrasi, yapılan veya yapılması düşünülen hemen her şeye yön vermeyi, kendi kontrolü içinde gerçekleşmesini istediği için çok sayıda kanuna veya benzer düzenlemelere ihtiyaç duyar. Yalnız bizim ülkemizde değil, Avrupa Birliği içinde de giderek artan kanun ve benzeri düzenlemeler insanların yeni atılımlar yapmasına mâni olacak, büyük zaman israfına yol açan boyutlara ulaşmaktadır.

 

Sık sık duymakta olduğumuz gibi adalet tüm insanlık için olmazsa olmaz bir uygulamadır. Bir dönem adalet dağıtma gücünü elinde tutanların, kamu adına karar verenlerin, yöneticilerin, yargıçların hiç unutmaması gereken nokta eylem ve kararlarının toplumda var olan adalet duygusunu tatmin edici olmasıdır. Eğer bir toplumda adalet duygusuna olan inanç sarsılırsa gerçekten tehlikeli bir durum ortaya çıkıyor demektir. Devletin ve onun gücünü kullanan insanların en dikkat etmesi gereken husus adaletli olmak, adaletin gerçekleşmesi için çalışmaktır. Toplumu bir arada tutan en önemli güç o devletin oluşturduğu adalet anlayışıdır. Her konuda adil ve adaletli olmak hepimizin vazgeçilmesi mümkün olmayan görevidir. Her ne kadar “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.” dense de, yaşamımız boyunca aldığımız eğitim ve inancımız bunu gerektirir.

 

“Adaletin olmadığı yerde ahlak da olmaz.”

Montaigne