Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

NOTRE DAME KATEDRALİ'NİN BİZE ÖĞRETTİKLERİ

 

Paris’te, Sen nehrinin üzerinde yer alan, Île de la Cité adasında bulunan, Notre Dame Katedrali (Cathédrale Notre Dame de Paris), Gotik mimarinin en önemli yapılarından biri olduğu gibi, Paris’in en ünlü binalarından biridir. Notre Dame Katedrali gerek büyüklüğü gerek mimari özellikleri gerekse geçmişi nedeniyle yoğun ilgi çeken bir anıtsal yapıdır.

 

Muhtemelen Pagan döneminde, Zeus / Jupiter Tapınağı’nın bulunduğu alanda, daha sonraları yapılan iki ayrı bazilikanın birleştirilmesi düşüncesiyle hareket eden dönemin Paris piskoposu Maurice de Sully’in girişimiyle Meryem Ana’ya adanan bu yapının yapımına başlanır.

 

Notre Dame Katedrali’nin Başlangıcı

1160 yılında Paris Katedrali’nin “Avrupa krallarının bölge kilisesi” olarak kabul edilmesi iki bazilikanın birleştirilmesiyle oluşturulacak yeni yapının yetersiz kalacağı düşüncesinin ortaya çıkmasına yol açar. Piskopos Maurice de Sully, Paris’e bahşedilen bu mağrur görev için muhteşem bir katedral inşa edilmesi fikrini savunarak, rüyasında görkemli kiliseyi gördüğünü söyler ve resmini bile çizer.

 

1163 yılında VII. Louis’nin hükümdarlığı döneminde başlayan inşaatın ilk taşının Piskopos Maurice de Sully tarafından mı yoksa Papa III. Alexander tarafından mı konduğu konusu günümüze kadar devam eden bir tartışmadır. 1163 yılında başlanan inşaat çeşitli tarihlerde biten ve ibadete açılan bölümler bulunmasına karşın ancak yüz seksen iki yıl sonra 1345 yılında tamamlanır. Zaman içinde çok sayıda onarım geçiren katedral en büyük tehlikeyi 14 Şubat 1831 günü bir grup isyancının katedrali basması ve çatıya çıkarak devasa demir haçı devirmesiyle yaşar. Bu baskın sırasında bazı vitraylar ile Meryem Ana ve İsa heykellerine zarar verilir. Bir süre sonra şehir plancıları bakımsızlığından ötürü tehlike arz ettiği için katedralin yıkılmasını önerirler. Bu görüşe karşı çıkan ünlü yazar Victor Hugo, halkın ilgisini çekmek için “Notre Dame’ın Kamburu” isimli bir roman yazar.

 

Eugéne-Emmanuel Viollet-le-Duc

Bir süre sonra henüz otuzlu yaşlarının başında olan mimar Eugéne-Emmanuel Viollet-le-Duc yapının onarımını üstlenir. Viollet-le-Duc’un uzun süren bu onarım sırasında Notre Dame Katedrali’ne yaptığı müdahaleler bazı kişiler tarafından sürekli kınanmaktadır. “Geçmişin hangi bölümleri korunmaya ve gelecek nesillere aktarılmaya değer? Atalarımızın eserlerine nasıl bir görev borçluyuz, onların varlığından nasıl bir güç ve istikrar kazanıyoruz?” bu sorular sonsuz sayıda çoğaltılabilir. Ama önemli olan ne yapılacağı ve nasıl yapılacağı konusunda karar vermektir. Viollet-le-Duc bir karar vermiş ve verdiği karar doğrultusunda Notre Dame Katedrali’nin ömrünü uzatarak günümüze erişmesini sağlamıştır. Bitmez tükenmez eleştiri yerine yaptığı onarım ve bize ulaştırdığı bu görkemli eser için kendisini teşekkürle yad etmemiz gerekir.

 

15 Nisan 2019 Yangını

15 Nisan 2019 günü çıkan yangın sonucu Notre Dame Katedral’i çatısının taşıyıcı unsurları olan ahşap kirişlerle, Viollet-le-Duc tarafından eklenen ahşap çan kulesi yanar. Bütün bu enkaz, eriyen kurşun örtü ile birlikte yapının içine çöker. Ortaya çıkan görüntü tam bir felaket senaryosudur. Kısa bir süre sonra hemen herkes konuşmaya başlar, büyük bir kaos yaşanır. Dünyanın ilgisini daha çok çekmek amacıyla Fransız hükümeti ve medyası da bu kaosa katkıda bulunur, yapının ve Paris’in gündemde tutulmasına yardımcı olur. Belgeseller çekilir, dünyanın önde gelen dergilerinde bu konuda makaleler yayınlanır, yarışmalar açılır, çeşitli görüşlerin gündeme gelmesine ve tartışma ortamının genişlemesine imkân sağlanır ve kısa süre zarfında inanılması güç bir bağış toplanır.

 

Philippe Villeneuve

Bu arada 2013 yılından beri Notre Dame Katedrali’nin onarımı ile görevli olan ve Fransa’daki otuz beş “tarihi anıtlar başmimarı”ndan biri olan Philippe Villeneuve, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından yapının restorasyonu ile görevlendirilir. Bu görevin bilincinde olan ve mesleki yaşamını birçok yönden usta selefi Viollet-le-Duc’a borçlu hisseden Villeneuve, onun için; “Tarihi anıtların restorasyonunu o icat etti. Daha önce böyle bir şey yapılmamıştı. İnsanlar eskiden tarihi binaları yalnızca onarırdı ve bunu kendi dönemlerinin tarzında yaparlardı. Ya da onarmaz, tamamen yıkarlardı.” demektedir.

 

Villeneuve’nin düşüncesi, kurşun örtüsü ve onu taşıyan nerede ise masif meşe sistem dahil, tüm katedrali Viollet-le Duc’un bıraktığı gibi restore etmektir. “Restoratörü restore ediyoruz” demektedir. Gerçekte bu değil mi, Notre Dame Katedrali ve benzeri yüz yıllar boyunca varlığını sürdüren yapılar zaman içinde çok sayıda onarım, ek ve eklentiyle günümüze ulaşmışlardır. Bu onarımların hangisinin doğru olduğu, hangisinin doğru olmadığı akademik olarak tartışılabilir ama artık onlar yapının bir bütünü haline gelmişlerdir. Onları yapıdan ayırmak, hiç yapılmamışçasına yok etmeye çalışmak ne derece doğrudur? Geçmişte çoğu kez yapılan bu işlemlerin, yapının devamı için günümüzde de yapılmamasının ne gibi bir gerekçesi vardır? Her kültür ve yaşam dönemi kendi görüşleri doğrultusunda, gerektiğinde bu tür yapılara müdahale edip, onun ömrünü uzatmakla görevlidir.

 

İnsan için yapılır

İnsan tarafından yapılan her tür yapı, insanın kullanımı ve hayatını renklendirmesi için yapılmıştır. Her günün başka bir anlamı olduğu ve günün beklentilerine göre hareket edilmesi gerektiği açıktır. Elbette çoğu yapı yüz hatta bin yılların birikimini günümüze taşıyan birer emanettir. Ancak onların büyük bir bölümü günümüzde de insanlığa hizmet vermek ve onun güncel ihtiyaçlarını karşılayacak donanıma sahip olmak mecburiyetindedir. Yapılar müzelik, dolayısıyla seyirlik objeler değildir, onlar insanın günlük yaşantısının zenginleşmesine katkı sunan birikimlerdir. Her dönem, her kültür kendi bilgi birikimi doğrultusunda onları korumak kadar, ek ve eklentiler ile zenginleştirmek mecburiyetindedir. Yapıları dondurmak onların yok oluşunu başlatmak anlamına gelir, hayatın içinden dışlanan, nerede ise dokunulmaz kılınarak yaşamdan uzaklaştırılan hiçbir şeyi korumanın mümkün olmadığının artık farkına varmamız gerekir.

 

Bürokrasi ve “ben”

Bürokrasinin başını çektiği ve çoğu fikir sahibi olup da bilgi sahibi olmayan kişinin oluşturduğu muhafazakâr ortam, bin yılların kültürel mirasını insan yaşamından uzaklaştırmayı, onları dokunulmaz kılmayı marifet saymakta. Bu düşüncenin yaygınlaşmasında ki en önemli faktörün; “ben yapamıyorsam, kimse de yapmasın”, “ben böyle düşünüyorum herkes de böyle düşünsün” anlayışının, yani “ben” duygusunun önemli bir rol oynadığını düşünmekteyim. 13 Mart 2022 günkü yayımlanan “Haset Üzerine” başlıklı yazım da bu konuyu dile getirmeye çalıştım.

 

Emanet usulü

Notre Dame Katedrali gibi Fransa tarihinde önemli bir ağırlığı olan bir yapının restorasyonu süresince egemen olan düşünce yapısının ülkemizde de yaygınlaşmasını, restorasyonun da bir mimari faaliyet olarak, mesleğinde başarılı, modern mimari konusunda bilgi sahibi ve uygulamaya hâkim mimarlar tarafından yapılması gereken bir eylem olduğunun farkına varılmasını arzu ederim. Bu arada özellikle belirtmek isterim ki, Notre Dame Katedrali’nin yeniden restorasyonu için emanet usulü tercih edilmiş ve bir anlamda yapı emini olarak Fransa’nın eski Genelkurmay Başkanı General Jean-Louis Georgel atanmıştır. Bir dönem özellikle anıtsal yapıların yapımı için kullandığımız emanet usulünün Notre Dame Katedrali’nin restorasyonu için kullanılması bize örnek olmalıdır.

 

Bu yazının hazırlanması sürecinde “National Geographic Dergisi”nin Şubat 2022 sayısındaki Robert Kunzig tarafından yazılan “Notre Dame-Bir İkonun Dirilişi” isimli makaleden büyük oranda faydalandım. Konunun detayını merak edenlerin söz konusu makaleyi okumalarını öneririm.