Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

DESİDERİUS ERASMUS

 

Geçen gün kitaplığımı düzenlerken elime özenle ciltlediğim Erasmus’un “Deliliğe Methiye” adlı kitabı geçti. Kapağının içine “Sinan 1962” yazmışım. Lise ikiden, lise üçe geçtiğimiz yaz aylarında bir grup arkadaş bu tür kitaplara merak sarmıştık. Özellikle o sırada “de yayınevi” tarafından basılan sarı kapaklı Jean Paul Sartre, Simone de Beauvoir, Albert Camus, Bertrand Russell gibi yazarlara ait kitaplar, varoluşçuluk felsefesinin ünlü düşünürleri bizi büyülüyordu. Daha sonraki yıllarda kendimize “okuduklarımızdan ne anladık, bizi hayata nasıl yönlendirdi” diye sorduğumuzda, okuduklarımızdan çok da bir şey anlamadığımızın farkına vardık. Eh bu da bir gelişim diye düşünürüm, hiç olmazsa bu okumalar bize anlamadığımızı anlama becerisi kazandırmıştı.

 

Okuduğumuz bu kitapların bazılarını yıllar boyu tekrar tekrar okudum, her okuduğumda bazı şeyler anlaşılır oldu, sanırım okumayı tekrar ettikçe anlama sınırlarım gelişti. Son zamanlarda tekrar okuduğum “Deliliğe Methiye” kitabını ilk fırsatta sizlerle paylaşmayı arzu ederim. Ancak bugün sizlere Erasmus’un bir diğer önemli kitabı olan “Institutio Principis Christiani / Bir Hıristiyan Prensin Eğitimi” isimli kitabı hakkındaki düşüncelerimi iletmek istiyorum.

 

Erasmus kimdir?

27 Ekim 1466 yılında Hollanda’da doğan Desiderius Erasmus, Kuzey Avrupa Rönesansı’nın büyük ustası, rahip ve hümanist bir bilgin olarak tanınır. İlk eğitimini doğduğu Gouda’da alan Erasmus, daha sonra Deventer’deki St. Lebuinus Okulu’nda eğitim görür. Daha sonra Augustinusçu Rahipler’e katılır ve 1492 yılında rahip olarak atanır. Manastır yaşamının sınırlandırmaları bireysel özgürlük düşüncesini geliştirir ve iki yıl sonra Cambrai piskoposunun sekreteri olarak manastır yaşamından uzaklaşır. Bir süre sonra Paris Üniversitesi’nde ilahiyat eğitimi için izin alarak Collège de Montaigu’ya girer. Bu dönemde “Mektup Yazma Üzerine, Sözcüklerin Zenginliği Üzerine, Erkek Çocukların Eğitimi Üzerine ve Teklifsiz Konuşmalar” isimli el kitaplarını yazar. 1499’da yapılan davet üzerine İngiltere’ye gider, bu ziyaret sırasında daha sonra sık sık ziyaret edeceği Thomas More ve John Colet ile sıkı bir dostluk oluşturur. Tekrar Paris’e dönen Erasmus, hareketli bir kişidir, kendi isteğiyle mi yoksa düşüncelerin getirdiği rahatsızlık mı onu sık sık yer değiştirmeye zorlar bilinmez. İngiltere’de olduğu bir dönemde 1509’da en ünlü eseri olan “Encomium Moriae / Deliliğe Methiye”yi yazar. Bu haraketli yaşam kiliseyi rahatsız etmiş olmalı ki, 1514’de manastır yaşamına dönmeye çağrılınca papalığa başvurarak dış dünyada yaşama ve edebiyatla uğraşma izni ister. 1517’de Papa X. Leon, kendisine manastır dışı yaşama ve tarikat üyeleri gibi giyinmeme izni verir.

 

Bir Hıristiyan Prens

Erasmus’un çok sayıda eseri arasında, 1516 yılında yazdığı “Institutio Principis Christiani / Bir Hıristiyan Prensin Eğitimi” isimli kitabı çok önemlidir. Doğu edebiyatında çok önceki tarihlere ait örneklerini gördüğümüz pendnâme veya nasihatnâme adıyla yazılan çok sayıdaki kitaba benzeyen bu yapıt, Habsburg Hanedanı’nın ünlü İmparatoru Maximilian’ın büyük oğlu Prens Charles’a adanmıştır. 1519 yılında dedesinin ölümü üzerine Kutsal Roma Germen İmparatoru olarak tahta geçen Charles / V. Karl (1519-1530) bizim tarihimizde daha çok Şarlken olarak bilinmektedir. On bir bölümden oluşan kitabın VI. bölümü “Yasa Koyma ve Yasa Islahı” konusundadır.

 

İyi, bilge ve dürüst bir prens yalın biçimde hukukun vücut bulmuş halidir. Bu yüzden çok sayıda yasayı değil, devletin en çok yararına olan olası en iyi yasaları koymak yönünde hiçbir çabayı esirgememelidir. İyi bir prensin ve namuslu yasa uygulayıcıların yönetiminde iyi organize olmuş bir devlet için çok az sayıda yasa yeterli olacaktır ve aksi taktirde yasalar ne kadar çok olursa olsun kâfi gelmeyecektir.” (s. 135-136). Aristo’dan günümüze binlerce düşünür ve yazarın hemen hepsinin bu noktaya dikkat çekmesine rağmen ne yazık ki ülkemizde çok, hatta çoktan öte kanun bulunmaktadır. Nedense kanun yapıcı hemen her problemin yeni çıkarılacak bir kanunla hallolabileceğini düşünmekte olup sık sık ya yeni bir kanun yürürlüğe girmekte ya da mevcut kanunlarda sık sık değişiklik yapılmaktadır. Bütün bu çabalar problemlerin çözümüne yardımcı olmak yerine problemleri daha da arttırmakta ve hukuk konusunu içinden çıkılmaz bir labirente dönüştürmektedir.

 

Yalnız ceza yeterli mi?

Prens, yalnızca suçluya cezayı öngören değil, insanları yasayı çiğnemekten alıkoyan türden yasaları düzenlemelidir… İnsanlık tüm yaratıkların en soylusu olduğuna göre, tehdit ya da ceza yoluyla sindirilmek yerine, ödüller yoluyla yasaya uymaya ikna edilmek ona yakışan tek şeydir” (s. 137). Yüzyıllar öncesinden ders alınması gereken bir öneri; bir yasa düzenleyici olmalı, ne yapılması gerektiğini tarif etmemeli, buna karşın kısa ve net bir şekilde nelerin yapılmasının sakıncalı olduğunu belirtmelidir. Sık sık belirttiğim gibi hemen her konuda ne yapılacağını veya nasıl yapılacağını tarif etmek, insan aklının gelişimini ve yaratıcı yönünü görmezden gelmek demektir. Kurnazca yapılmaya çalışılan bu tür kanunlar kısa süre içinde daha kurnaz insanlar tarafından delinmektedir. Devletin bir dönem kendisine emanet ettiği gücü kurnazca işler yapmak yerine yüzyıllar sonrasında anılacak akıllıca işler yapmak için kullanmaktan neden kaçınır?

 

Hukukun bütün amacı zengin olsun fakir olsun, soylu olsun mütevazi olsun, köle olsun özgür olsun, devlet memuru olsun sivil olsun herkesi korumak olmalıdır, çünkü mütevazi insanların konumu tehlikelere karışı daha korumasızdır” (s. 143).

 

Kanunların gerekçesi

Kanunlar bir arada yaşamak ve insan olma özelliklerimizi muhafaza etmek için gerekli düzenlemelerdir. Onları herkes benim düşüncelerim doğrultusunda hareket etsin anlayışı ile oluşturmak herhangi bir çözüme ulaşma isteğimizi törpülemekte. Çözüm üretmek yerine şikâyet etmeyi ve olumsuzlukları sergilemeyi gündeme getirmekte ve toplumca bir kez daha çıkmaz sokakta yürümeye devam etmekteyiz.

 

Erasmus der ki: “Birinin tebaasını bir cezaya alıştırması kadar zarar verici bir şey yoktur” (s. 144).
Cezaya alışmak ve kanunları görmezden gelmek, aslında insanların dejenere olmasıdır. Bu dejenerasyon, birleşik kaplar teorisi uyarınca kısa süre içinde toplumun her kesimine yayılacak ve büyük oranda toplum yapısında geriye dönülmesi zor tahribat yaratacaktır. “O uymuyor ise bende uymam, zaten bu ceza ne ki, biz neler görmedik ki”, anlayışı egemen olmaya başlayınca kurnazca hazırlanan veya hazırlandığı sanılan kanunların da yetersiz kaldığı görülecektir.

 

Desiderius Erasmus, Bir Hıristiyan Prensin Eğitimi, Çev. Tufan Göbekçin, Ankara, 2000.