Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

İSTANBUL’UN KAYBOLAN KÜLTÜRÜ: VOLİ

 

1960’lı yılların başına kadar Boğaziçi sahillerinin bazı noktalarında zaman zaman bir hengamedir giderdi. Bütün bu gürültü ve karmaşaya alışkın olan Boğaziçi sakinlerinin bir bölümü bu gürültüyü duymazdan gelir, bir bölümü ise merakla ağdan çıkacak balıkları seyretmek, biraz da en taze ve en ucuz balığı almak için bu hengameye dahil olurdu. Bu karmaşanın nedeni “voli”ydi. Dilimize Yunanca “vo’li / boli / atma” kelimesinden geçen bu sözcük kıyıdan büyük ağlarla balık avlanma alanları için kullanılırdı. “Voli çevirmek” büyük bir balık ağının, iki balıkçı kayığı aracılığıyla, olabildiğince geniş bir daire şeklinde denize yayılmasıdır. Daha sonra ağın iki ucunun kıyıdaki balıkçılar tarafından çekilip “cep” tabir edilen bölümünde toplanmış balıkların karaya alınmasıdır.

 

Bir dönem Boğaziçi’nin belirli bölgelerinde altmış altı adet, Üsküdar’da altı adet, Haliç’te dokuz adet voli yeri bulunmaktaymış. Bazıları devlete veya vakıflara çoğunluğu ise özel mülkiyete ait olan bu avlanma yerleri üç sınıfa ayrılmaktadır; Aidat volisi, Kira volisi, Hususi voli. Bir volinin av hakkını gelirinden pay alarak başka balıkçılara devrine “Aidat Volisi”; başka balıkçılara yıllık sabit bir ücret karşılığı kiralanmasına “Kira Volisi”; voli sahibinin kendisinin avlandığı volilere de “Hususi Voli” denilmekteydi.

 

Özel mülkiyete ait volilerde avlanma hakkı ya voli yerlerine yakın oturan bölge sakinlerine ya da bir şahsa aittir. Aidat volisinde avlanan bir balıkçı brüt gelirin %6’sıyla %10’u kadar bir bölümünü mülkiyet sahibine ödemekle yükümlüdür. Hususi volilerde avlanma yalnızca mülkiyet sahibinin hakkı olup, hiçbir balıkçı izin almadan bu alanlara giremez.

 

Voli gelirinin paylaşılması konusunda da belirlenmiş kurallar vardır. Net hasılatın yarısı ağ ve tekne sahibinin; diğer yarısı ise balıkçıların hakkıdır. Balıkçılara düşen pay yirmi iki buçuğa bölünür; üç pay reis, iki pay kılıç yoldaşı denilen reis yardımcısına, bir pay ve bir çeyrek pay palacıya (balıkları toparlamak ve ağa sevk etmek için suya kürek veya sopaların ucuna bağlanmış taşlarla vuran), bir pay ve bir çeyrek pay denizde ağın bağlı olduğu kayığın kürekçisine, birer pay da on beş adet tayfanın her birine dağıtılırdı. Eğer bütün av mevsiminde volinin geliri önemli bir büyüklüğe ulaşmamışsa ağ ve tekne sahibine bir ödeme yapılmazdı. Yazılı olmayan ancak ortak mutabakat sonrası genel kabul gören bu gelir dağılımı, görüldüğü gibi emekçiyi koruyan, onun asgari düzeyde de olsa gelir sahibi olması için yapılmış düzenlemedir.

 

Daha öncede belirttiğimiz gibi Üsküdar’da altı adet voli yeri bulunmaktaydı. Bunların en önemlisi ve geliri yüksek olanı Şemsipaşa Burnu’nda ki voli yeriydi. Ahmed Yüksel Özemre; çocukluğunda burada Sâlih Reis’in balıkçı takımının, dört çifte, iki büyük balıkçı kayığı marifetiyle kuşluk ve ikindi vakitleri büyük ağlarıyla voli çevirdiklerini anlatır.

 

Voli genellikle 6-7 kulaç derinliğinde bir ağ aracılığıyla çevrilirdi. Ama senede yalnızca birkaç gün ve o da lodos havada, balığın özellikle pek bol olduğu günlerde 18 arşınlık ağ kullanılırdı. Bu ağı çekmek için Sâlih Reis’in tayfasının gücü yetmezdi. Hem gerekli bilek gücünü sağlamak üzere adam celbetmek ve hem de bu istisnaî volilere bir coşku katmak için Üsküdar’ın “Selâmsız” semtinden celbedilen çingeneler balıkçı kayıklarının burnunda yer alır; davul, dümbelek ve kırnata ile epeyi şamata kopararak Üsküdar ahalisinin Kuşkonmaz Camii rıhtımına akmasını temin ederlerdi.


Böylece ağı çekmek için yeterince adam toplanmış olurdu. Ağı çeken dâvudî sesli bir çığırtkan milleti coşturmak için: “Olsaydı şimdi…” diye bağırır; buna bütün hâzirun “Hey Allah!” diye karşılık verirdi. Çığırtkan “Bir baba hindi” diye devam eder, hâzirun “Hey Allah!” diye nakaratı yapıştırırdı. “Pilav da zerde” nidâsı hâzirunun gene “Hey Allah!” nakaratına mazhar olurdu. “Kaşıkda nerde” ve gene “Hey Allah!”. Arkasından “Aman da kozma”, gene “Hey Allah” ve akabinde “Ayakları bozma”, gene hâzirunun cevabı olarak “Hey Allah!” gelirdi. Bu safhadan sonra neşe artar ve aynı minvâl üzere her seferinde hâzirunun “Hey Allah!” nakaratının araya girmesiyle, karşılıklı atışmalar, dokundurmalar gırla gider ve voli neşe, dostluk ve muhabbet içinde son bulur; balıklar rıhtıma alınmış olurdu.

 

Benzer bir anıyı da ben nakletmek isterim. Nakkaşburnu da denilen Kuzguncuk’taki Üryanizade Mescidi’nin küçük avlusu da bir voli yeriydi. Özellikle Mart-Nisan ayları içinde getirisi yüksek olan gümüşbalığı avlamak için mescidin avlusunda gerekli tedbirler alınır ve ağ bir sandal vasıtasıyla denize salınırdı. Oldukça eğlenceli bir av olduğu için vakti bol olan bir grup seyirci de bu avı seyretmek için mescit avlusunda toplanır, kimi ağın çekimine yardımcı olur, kimi ise kenara çekilip olan biteni seyrederdi. Denize atılan ağın çekimi oldukça güç bir iştir, hele de içi balık doluysa, sanırım o gün ağın içine çokça balık girmişti ve ağın sahile çekilebilmesi için yeteri kadar tayfa yoktu. Avı yöneten Kuzguncuk’un tanınmış balıkçılarından Kiryazi Efendi, bir sağa bir sola koşuyor, ağı içindeki balıklar dökülmeden kıyıya çekmeye çalışanları yüreklendiriyordu. Ancak tüm çabasına karşın ağırlaşan ve biraz da akıntının tesiriyle sahilden uzaklaşan ağa bir türlü hâkim olamıyor, balık kaçıyor diye avaz avaz bağırıyordu. Tam o sırada mescidin camı açıldı, müezzin efendi dayan dedi, selâm verip geliyoruz. Meğer bir grup insan ikindi namazı kılıyormuş, namazı bozup ağı çekmeye gelmişlerdi.

 

O günler bir başka günlerdi, insanlar birbirlerine karşılıksız yardım etmeyi görev bilir, Kuzguncuk gibi heterodoks bir yerleşmede kardeşcesine birlikte yaşar, birlikte güler, birlikte ağlardık.