Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

BÛSTAN ÜZERİNE

 

Ünlü şair Şirazlı Şeyh Sâdi’nin yazdığı “Bûstan” isimli kitap bizim dilimizde daha çok “Bostan” adıyla bilinir. Farsça “bûstan” kelimesi çiçek bahçesi, güzel kokulu çiçeklerle dolu yer anlamına gelmesine karşın dilimizde “bostan” yaygın olarak kavun karpuz tarlası veya çeşitli sebzelerin yetiştirildiği yer anlamında kullanılmaktadır. Bu nedenle söz konusu çeviri “Bostan” olarak yapıldığında bir kavram kargaşası oluşmakta, tarla ile güzel kokulu bahçe arasındaki fark insanın aklını karıştırmaktadır. Bu kitabı okuyan bazı kişiler, bir bostana girmiş olduklarını farz edip diledikleri gibi nasiplenebilir, bazı kişiler ise yazılanların tadına varıp, hoşluk yaşarlar.

 

Gül devşirmek

Sâdi der ki; “Kitabıma bakarak, gül bahçesine girip, gül devşirmek istememe rağmen, iyi niyetle de olsa yerine acı biber getirmiş olabileceğimi düşünenler olabilir. Onların da hoş görüşüne ve müsamahasına sığınıyorum. Yazım ve sözüm hurma gibidir. Üstü yani kabuğu tatlı bir madde ile sıvanmış, içinden sert çekirdek çıkar.

 

Doğruları söylemek, her zaman hükümdarların gözünde sakıncalı olmak demektir. Olmaz olmaz dememeli insan her an bir kazaya uğrayabilir. Bu nedenle çok eski zamanlardan günümüze aklı selim sahibi insanlar söylemek istedikleri sözleri Sâdi’nin de belirttiği gibi tatlı bir kabukla sarmaya özen gösterirler. Doğu kültüründe genelde dönemin önde gelen, eli açık hükümdarlarına sunulan bu kitaplar, çoğunlukla taktire değer bulunup ödüllendirilmiş ve yazarının beklentilerini fazlasıyla karşılayacak şekilde geri dönüş yapılmıştır. Batıda ise pek azı hükümdara sunulmak için yazılan bu eserler ya Montaigne gibi “Okuyucu bu kitapta yalan dolan yok. Sana baştan söyleyeyim ki, ben burada yakınlarım ve kendim dışında hiçbir amaç gütmedim… Bu kitabı, yakınlarım için bir kolaylık olsun diye yazdım” açıklaması, ya da Voltaire gibi Fransa dışında yazar ismi belirtmeksiniz yayınlanmışlardır.

 

Öğüt edebiyatı

Doğu’da ki hoşgörünün oluşmasına, sanırım İran’ın geçmiş dönemlerinde bazıları hükümdarlarca yazılan Enderznâme, Pendnâme gibi İslam öncesi Fars öğüt edebiyatının önemli bir katkısı bulunmaktadır.

 

Muhtemelen 1213-1218 yıllarında Şiraz’da doğan Sâdi’nin, yaşadığı dönemde sahip olduğu şöhret ve halkın taktirine rağmen hayatına ait bilgiler sınırlıdır. İlk dini ve edebi bilgilerini Şiraz’da aldıktan sonra, Bağdat’a giderek Nizamiye Medresesi’nde ders görür. Şiraz’da iken hac vazifesini yerine getirip Tebriz yoluyla geri döner. Gerek eserleri gerekse ondan bahseden kaynaklar Hicaz, Şam, Lübnan ve Anadolu’yu gezdiğinden söz ederler. Döneminin çoğu şairinin aksine Sâdi bütün şiirlerinde bilinen ve yaygın olarak kullanılan kelimeleri tercih ettiği için genel bir kabul görür. Yaşadığı dönemin yaygın nazım şekli olan gazeli bağımsız bir edebî tür olarak mükemmelliğe kavuşturur. Gerek şiir gerekse düz yazı eserlerinde Farsça’da eskiden beri yaygın kullanılan atasözlerinden faydalanmış, bunun yanı sıra toplumun düşünce ve isteklerine tercüman olan özlü sözleri atasözü haline getirerek sıklıkla kullanmıştır. Yazdığı eserler ile yalnızca Fars edebiyatında değil, Türk ve Urdu edebiyatları ile Batı dünyasında da önemli izler bırakmıştır.

 

9 Aralık 1292 günü vefat eden Sâdi, Şiraz’ın hemen yakınındaki hankahının bahçesindeki anıtsal mezarında yatmaktadır.

 

Bûstan

Bûstan”, “Gülistan”dan bir yıl kadar önce yazılmış olup, on bölümden oluşur. Adalet ve memleket idare etme sanatı, ihsan ve iyilik, aşk ve sevgi, alçak gönüllülük, kadere boyun eğmek, kanaatkâr olmak, terbiye, ulu tanrıya şükür, tövbe ve ahiret, münacat ve kitabın sonu.

 

Bir açıklama, peşi sıra bir veya birkaç hikâye veya olmuş vaka.

 

Örneğin eski hükümdarların halka şefkatleri isimli bölümde Ümeyye oğullarından bir hükümdarın hikâyesi anlatılırken, bir de öğüt verilir; “Vicdanlı, şerefli ve namuslu insanlar sevinçleri için başkalarının tasalanmalarını doğru bulmazlar. Hükümdar tahtında rahat uyursa halk rahat etmez. Lâkin halk rahat yatarsa padişah da rahat uyur. Padişah gece uyanık kalır ve halkı düşünürse halk da huzur içinde bulunur, gündüz iyi çalışır gece de rahat eder.

 

Aynı bölümün devamında padişahla bir ihtiyar arasında geçen bir olay sonrasında;

 

İyi ve akıllı kimse doğru yol tutar. Ayıp arayan cahilin sakın arkasından gitme. İyi ahlakı, akıllılardan öğren. Fena tarafların dostuna hoş görünür; gerçek yüzünü düşmanından işit, dinle. Seni övenler sana hakiki dost değillerdir. Seni ayıplayanlardır senin asıl dostların” sözlerini dile getirir.

 

Hz. İbrahim’in hikâyesi

Bir diğer hikâye ise Hz. İbrahim ile bir ihtiyar arasında geçer. Evine uzun bir süredir misafir gelmeyen Hz. İbrahim yollara düşüp evinde bir misafir ağırlamak için seferber olur. Bir süre sonra bir ihtiyara rastlar ve evine davet eder. Akşam yemeğe oturulduğu sırada katılanlar “Bismillah” dedikleri halde ihtiyar buna katılmayıp bir şey söylemeyince, Hz. İbrahim; “Ey çok yaşamış adam! İhtiyarlar dinlerine sadıktırlar. Allaha yana yana dua ederler. Neden susup iştirak etmedin” diye sorar? İhtiyar “ben eskilerimden böyle bir şey duymadım, ben ateşperestim, başka türlü hareket edemem” der. Bunun üzerine Hz. İbrahim ihtiyarı sofradan kovar.

 

Bu arada Cebrail gelir ve aldığı mesajı Hz. İbrahim’e şöyle iletir;

 

Ya İbrahim! Ben o ihtiyarı yüz senedir yaşatıyor ve rızkını veriyorum. Sen ondan nefret ettin ve bir lokma yemeği esirgedin. O, ateşe tapıyorsa sana ne? Sen ondan kerem elini ne diye çektin?

 

Batı edebiyatında benzerleri bulunmayan bu hikâye ve gerçek olaylarla bezenmiş öğüt kitabını hepimizin okuması gerekiyor. Gerek Sâdi- Şirazi gerekse Doğu edebiyatına ait benzer kitapları okumayı çok uzun bir zamandır unuttuk, hâlbuki hemen hepsinden alacağımız çok ders var.

 

Sâdi-i Şirazi, Bostan ve Gülistan, Çev. Kamil Akça, İstanbul, 2005.