Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

İSTANBUL’UN KAYBOLAN KÜLTÜRÜ: DALYANLAR

 

İstanbul’un günümüzde unutulan bir özelliği de dalyanlarıdır. Kökü kesin olarak belli olmayan bu kelimenin İtalyanca veya Yunanca’dan dilimize devşirildiği düşünülmektedir. Denizlerin kıyıya yakın bölgelerinde, dalgaların etkisinden uzak, sert akıntıların bulunmadığı korunaklı alanlara, göl veya nehir ağızlarına balık yakalamak için kurulan düzeneklere dalyan denir. İstanbul özellikle de Boğaziçi dalyanları denizin içine dikilen direklere gerilmiş ağlarla yapılmakta olan balık avı alanlarıdır. Dalyanlar özellikle göçmen balıkları avlamak için kurulurlarsa da bazı dalyanlarda aynı zamanda yerli balıklarla, gezici veya uğrayıcı denilen balıkların da avlandığı bilinmektedir.

 

Dalyan kelimesi dilimizde farklı amaçlarla da kullanılmıştır. İnce, uzun boylu, mütenasip yapılı, boylu boslu erkekler için “Dalyan gibi adam” veya irice, uzun boylu kadınlar için “Dalyan gibi kadın” tabirleri de vardır.

 

Dalyan nereye kurulur?

Dalyanlar balıkların geçit yerleri üzerine kurulur. Ancak dalyan kurmak zor ve masraflı bir iştir. Dalyanın işletilmesi için on beş ila yirmi adet tayfaya gereksinim duyulur; tüm masrafın yanı sıra dalyanda çalışan tayfaların yiyecek ihtiyacı da dalyan sahibi tarafından karşılanır. Bu harcamalara ek olarak, dalyan işletmesinin olmazsa olmazları, mavna, kayık gibi gerek dalyana gidiş geliş gerekse tutulan balıkları yüklemek için lüzumlu olan araçlardır. Dalyan kurmaya uygun çoğu alan, çok eski tarihlerden beri toprak mülkiyetine benzer şekilde tapulanmış olup, bu tapulardan bazıları günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.

 

Dalyanlar üç sınıfa ayrılır

Dalyanlar üç sınıfa ayrılır: kazıklar üzerine gerilmiş, deniz tabanına oturmuş ağlarla oluşan dalyanlar; ırmakların ağızlarında veya göllerin savaklarında kurulan, ince sırıklar, ağaç dalları veya sazlardan yapılmış büyük çitlerden oluşan, ağ kullanılmayan dalyanlar; genellikle yabancı işletmecilerin kurduğu kazıksız dalyanlar.

 

Dalyanlar ayrıca kuruldukları mevsimlere göre de “Yaz Dalyanı” ve “Kış Dalyanı” olmak üzere ikiye ayrılırlar. Yaz dalyanları her yıl nisan ayı başında kurulur ve 15 Ağustos’a kadar av yapılıp, daha sonra sökülür. Kış dalyanları ise ağustos ayı ortalarında kurulup, şubat ayı sonunda eğer yeteri kadar balık yoksa aralık ayı ortalarında sökülür, kazık ve ağlar karaya alınır.

 

Dalyanlar altı türde kurulurdu

Dalyanlar kuruluş şekil ve avlanacak balık türüne göre altı türde kurulurdu. “Şıra Dalyanı”: on üç direk, delik büyüklüklerine göre beş çeşit ağdan oluşup, ağların göz büyüklüğüne göre istavrit gibi küçük balıklardan, kılıç gibi büyük balıklara kadar pek çok türde balık avı yapmak mümkündü. Boğaziçi’ne kurulan dalyanlar genelde bu şıra dalyanı olup, büyüklüklerine göre “tam şıra” veya “yarım şıra” olarak isimlendirilmekteydiler. “Kurt Ağzı Dalyanı”: aynı zamanda, aynı şekilde ama farklı boyutlarda kurulan dalyanlara verilen bir isimdi. Şıra dalyanına nazaran daha derin sularda kurulan bu tür dalyanlar için yirmi beş ila otuz direk ve bu direkleri deniz dibine sabitlemek için çabalar gerekmekteydi. Bu tür dalyanların iki girişinde bulunan direklerin üzerinde çardak denilen bir nöbetçi kulübesi ile balıkların ağa girip girmediği gözlenir, girdilerse “el beraber ağı” adı verilen giriş ağının kapatılarak balıkların dalyan içine hapsedilmesini sağlayan bir düzenleme yapılırdı. Bu tip dalyanlarda uskumru, kefal, lüfer, gümüşbalığı, çinakop, izmarit, istavrit gibi balıklarla bazı dönemlerde de hamsi, palamut, torik gibi balıklar avlanırdı.

 

Bir diğer dalyan türü ise “Kırma-Kepasti” denilen kurt ağzı benzeri iki dalyandan oluşan av alanlarıydı. Bu çeşit dalyanların girişinde sabit ağ olmayıp kapak denilen ve balıklar dalyanın içine girdikten sonra kapatılan bir ağ bulunurdu. Bir sırığın üzerindeki küçük ahşap platformda bekleyen gözcü balıklar girince biri halatı çekerek kapak denilen ağı kapatırdı.

 

Çok büyük alanlara yayılan büyük dalyanlar “Çekme Dalyanı” adıyla anılırdı. Biri denizden dalyana, diğeri denizin açığına doğru uzanan geniş kanatları olan bu dalyanlarda kefal, bazı zamanlar lüfer, levrek ve uskumru avlanmaktaydı.

 

Son dönemlerine benim de yetiştiğim, kıyısından bucağından elimin değdiği bir diğer dalyan türü ise “Çökertme Dalyanı”ydı. Kıyıya iki, üç noktadan bağlanan büyük bir ağın diğer üç tarafı denizdeki sandallar tarafından çekilmekteydi. Denizin zeminine, daha önce oraya yerleştirilmiş, beyaz taşların üstüne ağların serilmesiyle oluşan bu tür dalyanlarda kefal ve mevsiminde gümüşbalığı avlanırdı. Bir diğer tür olan “Çit veya Kutra Dalyanı” ise Boğaziçi’nde değil, göl veya lagünlerin denizle bağlantılı olduğu noktalarda kurulurdu.

 

Boğaziçi’nde bir dönem Karadeniz girişinden Ahırkapı’ya kadar, çeşitli tiplerde otuz sekiz dalyan, Marmara Denizi’nde ise farklı noktalarda yüz elli dört dalyan kurulduğu kayıtlıdır. Bunların içinde özellikle Bebek, Beykoz ve Rumelikavağı dalyanları hem getirdikleri gelir hem de görünüşleriyle ilgi çeken dalyanlardır.

 

Artık balıkların dalyanlara gelmesini beklemiyoruz. Okyanusyalara açılacak kadar büyük ve her tür elektronik teçhizatla donatılmış teknelerle daha onlar gelişip büyümeden avlıyoruz. Sonra da “Karadeniz’de balık kalmadı!” diye ahlanıp vahlanıyoruz. Balıkların gelişmesine fırsat tanımıyoruz ki, bereketi bol balık avlayalım.

 

Karekin Deveciyan, Türkiye’de Balık ve Balıkçılık, Çev. Erol Üyepazarcı, İstanbul, 2006.