Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

HATA NEREDEYDİ?

 

İngiliz tarihçi Bernard Lewis, 1916 yılında Londra’da doğar ve 2018 yılında New Jersey’de vefat eder. İslam Tarihi ve İslam Batı ilişkileri hakkında batılı uzmanlar içinde en çok eser veren ve okunan kişidir. Bir Türk dostu olarak tanıdığım Lewis’in özellikle Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye hakkında yazdığı çok sayıda makale ve kitabının okunması, üzerinde düşünülmesi gerekir.

 

Lewis’in çeşitli tarihlerde verdiği konferansları gözden geçirerek ve bazı yeni bölümler ekleyerek 2001’de Princeton’da oluşturduğu “What Went Wrong / Ne Yanlış Gitti” isimli kitabı, üç yıl sonra 2004 yılında “Hata Neredeydi?” adı ve “Doğu’nun 300 yıldır Cevabını Aradığı Soru” alt başlığı ile dilimize tercüme edilir. Giriş ve sonuç bölümleriyle birlikte dokuz bölümden oluşan bu kitap, alt başlığında da belirtildiği gibi 1683 Viyana Bozgunu’ndan beri cevabını aradığımız bir soruya ışık tutan nitelikte değerlendirmeler içermektedir.

 

Ben ve öteki

Sorgulamak, endişe duymak ve hatta öfkelenmek için ortada iyi bir sebep var. Yüzyıllar boyunca İslam dünyası insan uygarlığının ve başarıların ön safında yer alıyordu. Müslümanlara göre İslam’ın sınırları uygarlığın sınırlarıydı ve bunun ötesinde sadece barbarlar ve kafirler vardı. Bu ben-öteki algısı, hepsinde olmasa da çoğu uygarlıkta -Yunan, Roma, Hindistan, Çin uygarlıkları ve son zamanlarda eklenebilecek birkaç tanesinde daha- vardır” (s. 9).

 

1555-1560 yılları arasında İstanbul’da bulunan Avusturya İmparatorluğu elçisi Ogier Ghiselin de Busbecq; “Avrupa’yı her an gerçekleşebilecek bir Türk fethinden kurtaran tek şeyin İran tehlikesi olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmiştir. Türklerde muhteşem bir imparatorluğun bütün kaynakları, bozulmamış bir güç, zafere alışkanlık, sıkıntıya tahammül, birlik, disiplin, kanaatkarlık ve ihtiyatlılık var. Yoksulluk, şahsi lüks, zayıf bir güç, maneviyat eksikliği, dayanıksızlık ve eğitimsizlik bizde; askerler itaatsiz, subaylar paragöz. Disiplin küçümseniyor. Serbestlik, umursamazlık, ayyaşlık ve sefahat düşkünlüğü almış başını gitmiş. En kötüsü de düşman zafere, biz de mağlubiyete alışmışız. Sonucun ne olacağından şüphelenebilir miyiz? Sadece İran lehimizde.” (s. 15).

 

Deniz gücünün önemi

On altıncı yüzyılın başlarında bir dönem veziriazamlık yapan Lütfi Paşa emekliliğinde Müslüman birliklerinin karada üstün olduğu halde kafirlerin denizde daha güçlü olduklarını gözlemler. “Onlara galebe çalmalıyız” der. Lewis, Lütfi Paşa’nın söyledikleri pek dikkat çekmedi demekte. Bense bu önerinin dikkat çektiğini ve Barbaros Hayreddin Paşa (1534-1546) komutasında büyük bir deniz gücü oluşturulduğunu düşünmekteyim. Büyük ve güçlü donanmayı bir yana bırakalım, Osmanlı yönetimi Portekiz filolarının giderek artan Hint Denizi hakimiyetini önlemek, buradaki ticaretinin zarar görmesini engellemek amacıyla, 1568 tarihinde Akdeniz ile Kızıldeniz arasında Süveyş’den bir kanal açmayı planlar. Bir sonraki sene ise Orta Asya ile su yoluyla bağlantı sağlamak amacıyla Don ve Volga nehirleri arasında bir kanal kazılmaya başlanır. Ancak ne yazık ki Sultan II. Selim’in (1566-1574) babası ve dedesi gibi bir dünya algısı yoktur. Muhtemelen büyük harcamalara neden olan böylesi girişimleri hoş görmez ve desteklemez. Kısa süreli bir faaliyet döneminden sonra, Akdeniz ile Kızıldeniz, Karadeniz ile Hazar Denizi arasında yapılması planlanan her iki kanalın yapımından vazgeçilir. Bu sırada giderek artan bir hızla, ticaret odaklı devletlerin de yardımıyla batı ticaret şirketleri gerek açık denizlerde gerekse Ortadoğu’da yeni bir güç olarak kendilerini göstermeye başlarlar.

 

1683 İkinci Viyana Kuşatması sırasında karşı karşıya kaldığımız bozgun Osmanlı’nın ilk defa bu ölçüde sonuçları olan bir savaş olarak kabul edilir. Hâlbuki kısa bir süre önce 1681’de yapılan Bahçesaray Antlaşması’yla Osmanlılar Ukrayna üzerindeki haklarından vazgeçip, Kazaklar’a Karadeniz’de ticaret hakları tanımayı kabul etmişlerdir. Bu gelişme bir anlamda Viyana bozgununun habercisi olarak kabul edilebilir. Kısa süre sonra 1696’da Azak Kalesi, Büyük Petro tarafından ele geçirilir. Burası Ruslar’ın Karadeniz kıyısındaki ilk kaleleridir. Lewis bu gelişmeler sonrasını değerlendirirken; “Alınacak ders açıktı ve Türkler öğrenmeye çalışıp uygulamaya koymalıydı” demekte (s. 25).

 

Çalışıp öğrenmek

Çalışıp, öğrenmek yerine gerek Osmanlılar gerekse İslam dünyası nerede ise XVIII. yüzyıl boyunca içine kapanmayı tercih edecektir. Örneğin Koçi Bey 1631 ve daha sonra 1640 yılında, padişahlara sunduğu risalede devletin hem mülki hem de askerî zayıflığına dikkat çekip bunları düzeltmek amacıyla reformlar önerir. “Bu tür eserlerin çoğunda zikredilen en büyük hata eski iyi usullerden, yani İslam ve Osmanlı’ya has usullerden sapmaktır. Temel çözüm bunlara geri dönmektir. Bu tanı ve tedavi Ortadoğu’da hala geniş kitlelerce kabul görür.” (s. 33).

 

Bu dönemde Osmanlı Devleti ve silahlı güçleri eskiden olduğu kadar etkilidirler, ancak batılı ülkeler diğer pek çok şeyde olduğu gibi bu süre içinde icat ve deneyleri ile iki rakip arasındaki güç dengesini değiştirmektedirler. Özellikle açık denizlerin fırtınalarıyla başa çıkmak için inşa edilmiş Avrupa gemileri, yerel direnişlerin yok edilmesine yardımcı olmakta, Hint Okyanusu ve Uzakdoğu denizleri üzerinde hakimiyet kurulmasını sağlamaktadır. Ülkelerin zenginleşmesinde en önemli faaliyet olan ticaret alanları artık genişlemiş, İslam toplumu ve Osmanlılar giderek bu ticaret alanlarından uzaklaşmaya başlamışlardır.

 

Avrupa’da ne var ki?

Batılıların Kutsal Toprakları ziyaret ettikleri şekilde Müslümanların hac amacıyla Avrupa’da ziyaret edecekleri kutsal yerleri yoktur. Yüzyıllar boyunca ilgi çekecek bir şeylerinin olmaması nedeniyle gezilecek veya ticaret amacıyla ziyaret edilecek bir coğrafya değildir. Buna karşın batılı gezginler, ticaret yapan insanlar Osmanlı ve diğer İslam ülkelerini sıklıkla ziyaret etmekte ve öğrendiklerini kendi ülkelerine taşıyarak geliştirmekte, bilgi birikimlerini artırmalarının yanı sıra öğrendiklerini geliştirerek evrensel ürün haline dönüştürmektedirler.

 

Hatada ısrar

1500’lü yılların ortalarında yapımı planlanan Süveyş ve Hazar kanallarının hayata geçirilememesine karşın, hızla alt yapı çalışmalarını tamamlayan Avrupa, yapımı 1604-1642 yılları arasında tamamlanan “Briare Kanalı”, yapımı 1666-1681 yılları arasında tamamlanan “Canal du Midi” ile yaklaşık 433 kilometre uzunluğunda bir su yolu oluşturarak, Bordeaux ile Étang de Thau arasında Atlas Okyanusu ile Akdeniz’i birleştirmiştir. Batılı ülkeler yeni ulaştıkları ülkelerdeki ham madde ve insan gücünü zenginleşmek, daha büyük bir artı değer elde etmek için kullanırken, Osmanlılar ve İslam dünyası giderek içine kapanmaya ve bir dönem elinde bulunan gücü kaybetmeye başlamıştır. İşin en kötü tarafı ortaya çıkan yeniliklere açılmak, onları geliştirmek yerine, tekrar güçlenmeyi büyük oranda eski değerlere sahip çıkmak ve onları uygulamak olduğu düşüncesine bağlamış, bu yanlış bir değerlendirme de çöküşü hızlandırmıştır. Bunca yanlışa karşı hâlâ aynı düşüncenin bir kurtuluş ümidi olarak yaygınlaştırılmaya çalışılmasının, gelişmiş toplumlar ile aranın açılmasına neden olmaktan öteye bir fayda sağlamayacağı artık anlaşılmalıdır.

 

Bernard Lewis, Hata Neredeydi?, Çev. M. Murtaza Özeren, İstanbul, 2021.