Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

KANALLAR VE SU YOLUYLA ULAŞIM

 

29 Eylül 2013 günkü Milliyet Gazetesi’nde “Şehir İçi Ulaşımında Kanallar ve İstanbul” başlıklı bir yazı yazmış ve ulaşım da kanalların öneminden bahsetmiştim. Son günlerde okuduğum bir kitap bu konunun ülkemiz için ne kadar önemli olduğunu ve günümüzün gelişmiş ülkelerinde çok eski tarihlerden beri kanallar yoluyla ulaşımın sağlandığını göstermesi açısından ilginç geldi.

 

Yirmisekiz Mehmed Çelebi

Gençliğinde Yeniçeri Ocağı’nın 28. Ortası’na yazılmış olduğu için “Yirmisekiz” lakabıyla şöhret kazanan Mehmed Çelebi, 1720 yılında dönemin padişahı Sultan III. Ahmed (1703-1730) tarafından Fransa’ya büyükelçi olarak gönderilir. 7 Ekim 1720 Pazartesi günü İstanbul’dan deniz yolu ile hareket eden Mehmed Çelebi, kırk altı günlük bir yoluculuktan sonra, 21 Kasım 1720 Perşembe günü Toulon Limanı’na ulaşır. Marsilya’da veba salgını olduğu ve çevreye yayıldığı için kıyıya çıkılmasına izin verilmez. Bir süre Toulon’da ikamet eden Mehmed Çelebi, daha sonra “tartana” adıyla anılan yelkenli teknelerle Sète Limanı’na ulaşır. Buradan itibaren artık kanallar yoluyla yapacağı seyahat başlamıştır.

 

Sabah oldukta yine sefineye binilüp gideceğimiz yere kanal ile hareket olundu. Bu kanal dedikleri, etraftan toplanmış sular ile yapma bir nehirdir. Eskiden ticaret erbabı ve yolcular ta denizden nice mesafeler giderler yahut karadan nice meşakkatler ve masrafla gidip gelirler imiş. Gerek yolculara gerek ticaret ehline kolaylık olsun diye, üstelik baç (yol kesenler tarafından zorla alınan para) ve gümrükten faydalanmak düşüncesiyle birkaç bin kise akçeler harcayup bu nehri yapmışlar. Şimdi Akdeniz’den münasip bir sefine (tekne) ile şehir ve kara arasından, karaya ayak basmadan Bahr-i Muhit’e (Atlantik Okyanusu) ulaşmak müyesser olmuş ve umulmadık fayda görülmüş, ziyade mal gitmiştir.” (s. 20).

 

Kanallar

Yirmisekiz Mehmed Çelebi, Paris’e ulaşmak için kullandığı bu kanalların bir bölümünün, örneğin Agde ile Montagne Rose arasında kalan bölümünün havuzlarla oluşturulduğunu, Agde’den Montagne Rose’yi aşarak Toulouse’ye ulaşmak için çıkışta seksen havuz, inişte ise yirmi dört havuz bulunduğunu anlatır. Ahşap kapılarla kapatılan bu havuzlar doldurulan sularla yükselti, inişte ise sular bir alt havuza boşaltılarak su dengesi sağlanmaktadır. Agde deniz seviyesinden 13 metre, Toulouse ise 189 metre yüksektedir. Havuz sistemiyle tekneler yükselip, alçalarak yol alınmaktadır. Akdeniz kıyısındaki Sète Limanı’ndan, Atlas Okyanusu kıyısındaki Gironde şehri arasında oluşturulan ve Canal des Deux Mers (İki Deniz Kanalı) adıyla bilinen bu kanal Gironde ile Toulouse arasında tek güzergâh, Toulouse ile Sète arasında iki ayrı güzergâh ile Akdeniz’e bağlanmaktadır. Yapımına 1666 yılında başlanan kanal, 1681 yılında tamamlanarak kullanıma açılır. Gironde ile Toulouse arası 240 kilometre, Toulouse ile Sète arası 193 kilometre uzunluğundadır. Yer yer köprülerinde bulunduğu bu su yolu artık önemli bir ticaret aksı olmasa da kullanılmaya devam edilmektedir. Bir dönem Fransa’nın ve diğer ülkelerin Atlas Okyanusu kıyılarındaki şehirlerde yapılan üretimi, İber Yarımadası’nı dolaşmadan, Fransa’nın Akdeniz limanlarına ulaştıran, aynı yolla ham madde temini için kullanılan bu su yolunun Fransa’nın ve Atlas Okyanusu kıyısında yer alan İngiltere, Hollanda gibi ülkeler tarafından ticaret amacıyla sıklıkla kullanıldığı bilinmektedir.

 

Ticaretin faydası

Seyahati sırasında Toulouse şehri hakkında Mehmed Çelebi; “Tuluz şehri gayet büyük bir şehirdir, lâkin bir miktar haraptır; o kadar ticaret yeri olmadığından mamur değildir.” (s. 25) demekte. Her ne kadar kanallar üzerinde yer alsa da anlaşılan bu şehirde yeteri kadar üretim yoktur, bu nedenle harap ve bakımsız durumdadır.

 

Yirmisekiz Mehmed Çelebi dikkatli ve gördüklerini tarafsız bir gözle değerlendirebilecek kadar yetkin bir kişidir. Fransa içinde yaptığı yolculuk, gezdiği saray ve bahçeler karışışında hiçbir komplekse kapılmadan gördüklerini arkalarında yatan gerçekler ile ifade etmeye çalışır.

 

Nevşehirli İbrahim Paşa

Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Fransa’da tespit ettiği gelişimler, dönemin kudretli sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa’yı etkiler ve sanırım bu nedenle hızlı bir tercüme faaliyeti başlatır. Bu arada İstanbul’un çeşitli semtlerinde köşkler ve kasırlar yapılır. Muhtemelen Kağıthane’de yapılan kaskatlı havuz (Cetvel-i Sim) Mehmed Çelebi’nin gözlemleri sonucu yapılan bir uygulamadır. Ancak ne yazık ki Sultan III. Ahmed ve Nevşehirli İbrahim Paşa’nın başlattığı bu atılım Patrona İsyanı ile son bulur ve uzun bir süre unutulur. Batı Avrupa ülkelerinin sanayi devrimi öncesi yaptıkları kanal benzeri ulaşım yatırımları onların sanayi toplumu safhasına geçmelerini hızlandıran atılımlardır. Gerek topoğrafik özellikleri gerekse ekonomik güçlükler nedeniyle bu gibi ulaşım yatırımları yapamayan, XVI. yüzyılda Karadeniz ile Hazar Denizi, Kızıldeniz ile Akdeniz arasında su yolu ile bağlantı sağlamak için çalışmalar yapan Osmanlı yönetimi daha sonra bu gibi çağının ilerisinde ki projeleri kısır çekişmeler nedeni ile görmezden gelir.

 

Anadolu’nun topoğrafyası ve İstanbul

Anadolu’da kanal benzeri su yolları yapmak mümkün değildir. Anadolu’da var olan nehirler ulaşım için kullanılacak su kapasitesine sahip değildir. Geçmişte her ne kadar bazı nehirler üzerinde kayık benzeri küçük taşıtlarla ulaşım sağlansa da günümüzde çoğu nehir üzerine yapılan barajlar bu imkânı ortadan kaldırmıştır. Ancak çoğu deniz kıyısında yer alan şehirlerimiz, özellikle İstanbul için var olan su yollarını yeteri kadar verimli kullandığımızı söylemek mümkün değildir. Bunun en büyük nedeni böylesi bir imkânı görmezden gelmemiz olduğu kadar, iskeleler civarında yeteri kadar otopark alanı bulunmamasının getirdiği olumsuzluklardır. Yalnız deniz ulaşımı için değil, metro ulaşımı için de aynı sorun devam etmektedir. Gerek deniz ulaşımının gerekse metronun başlangıç ve onu takip eden iki üç istasyonunda büyük otoparklar oluşturarak aktarma imkânlarını artırmak gerekmektedir. Bu arada gerek Haliç gerekse Boğaziçi yerleşimleri arasında düzenli vapur veya motor seferlerinin sağlanması şehir trafiğini büyük ölçüde rahatlatacaktır. Yüzlerce yıldır hâlâ şehrin önemli aktarma merkezleri Eminönü-Karaköy bölgesi olup, son dönemde bu iki merkeze yalnızca Beşiktaş eklenmiş durumdadır. Anadolu Yakası’nda ise geleneksel aktarma merkezleri Üsküdar ve Kadıköy olup yeni bir aktarma merkezi oluşturulamamıştır. Elbette İstanbul’un coğrafi ve topoğrafik yapısı ulaşım konusunda önemli bir engeldir, ancak insan aklı her tür problemi çözmeye muktedirdir. Yeter ki problemleri görelim ve çözmek için hep birlikte çalışalım.

 

Bu vesileyle tüm okurların yeni yıllarını kutlar sağlık ve esenlik dolu nice güzel yıllar dilerim.