Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

BİD’AT ÜZERİNE

 

Günümüzde çok az kullanılan, unutulmuş kelimelerden biri de “bid’at”dır. İslâm inancında Hz. Muhammed döneminde bulunmayan, sonradan ortaya konan hüküm ve adetleri ifade için kullanılan bu kelime üzerine; Kâtip Çelebi (1609-1657), “Mîzânü’l-Hakk Fî İhtiyâri’l Ehakk- En Doğruyu Seçmek İçin Hak Terazisi” isimli eserinde bir bölüm ayırır.

 

Sözlüklerde “bid’at”; örneksiz olarak yapma, icat etmekten gelen bir sözcük, sonradan türeyen şey, yeni adet olarak açıklanmakta. Bid’at-i hasene; Şeriata uygun olan, beğenilen yenilikler, Bid’at-i makbule; makbul olan, beğenilen yenilikler, Bid’at-i merdûne; ret edilen, beğenilmeyen yenilikler, Bid’at-i seyyie; şeriata uygun olmayan, kabul edilmeyen, kötü olduğu düşünülen yenilikler için kullanılan tamlamalar. “Bid’at çıkarmak” sözcüğü de çoğunlukça hoş görülmeyen, yeni adet ve davranışlar için kullanılmaktadır.

 

Kâtip Çelebi; bid’at’ın, din ve dünya işlerinde Hz. Peygamber’den sonra gelen Dört Halife zamanında ya da daha sonra ortaya çıkmış olduğunu belirtir. Hz. Peygamberin yaptıklarına fi’lî, söylediklerine kavlî, bir başkasının yaptığını görüp de sesini çıkartmadığı eylemlere de takriri sünnet denilmektedir. Bunlardan herhangi biriyle işaret edilmemiş ve hakkında eserler bulunmayan davranışlara da bid’at denildiğinden bahseder.

 

Bid’atlar halkın arasındaki töre ve adetlere dayanmaktadır. Bir bid’at halkın arasına yerleşip oturduktan sonra artık şeriatın beğendiğini buyurup, istemediğini yasaklamak işini yapıyoruz diyerek halkı yasaklayıp ondan döndürme arzusunda bulunmak büyük ahmaklık ve bilgisizliktir.


Halk alışıp adet edindiği bir işi, sünnet veya bid’at olsa bile bırakmaz. Meğer güçlü bir hükümdar elinde kılıç, çıkıp da hepsini kılıçtan geçirsin. Mesela itikatta olan bid’at için Sünni padişahlar nice vuruş kırış ettiler, fayda vermedi… İmdi, halk adetini bırakmaz, her ne ise Allah’ın istediğine göre sürülür gider” (s. 64).

 

Çok uzun bir zaman boyunca üzerinde konuşulan, tartışılan, mezheplere göre farklı değerlendirilen pek çok yeniliğin ortaya çıkması kaçınılmaz bir gelişimdir. Bu yeniliklerin çoğunun faydalı olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. İnsanlığın geldiği yaşam düzeyi, güvenlik, eğitim, sağlık ve benzeri pek çok konuda yaşanan refah elbette çok sayıda bid’atın ortaya çıkmasına yol açmıştır.

 

Haberleşme alanında giderek yaygınlaşan ve ister istemez hepimizin hayatına giren yüksek düzey, ilgimizi çekmese de çoğu açıklamalardan haberdar olmamıza yol açıyor. Toplumu aydınlatması gereken insanların bir bölümü geçmişte yaşamanın faziletlerinden bahsediyor ve bir geri dönüşün mümkün olduğunu düşünüyor. Hâlbuki böylesi bir dönüş mümkün değil, örneğin evlerimizi elektrik ile aydınlatıyor, doğal gaz ile ısıtıyoruz. Her ne kadar uzak kalmaya çalışsak da cep telefonu ve televizyon hayatımıza yön veriyor. Bir kişinin bütün bunlardan uzaklaşması mümkün mü? Kişinin kendi tercihiyle modern yaşamın getirdiği kolaylıklardan, yaşam düzeyindeki zenginlikten kendini mahrum etmesi söz konusu olsa da onunla beraber yaşayanları bu yaşama nasıl ikna edebilir? Tek bir çare görünüyor, o da zor kullanmak. Kâtip Çelebi zor kullanma yoluyla, bir grup insan için bid’at kabul edilenleri yok etmek için padişahların bile başa çıkamadığından söz ediyor. O zaman zor kullanmanın mümkün olmadığı anlaşılıyor. Fiili zor kullanmanın dışında farklı bir zor kullanma yöntemi de insanları korkutmaktır. İnsanları korku yoluyla inançlarından vazgeçirmeye çalışmak da geçmişte çok kullanılan bir yöntemdir. Korku insanı, paniğe sevk ettiği, düşünmeden alıkoyduğu için bir süreliğine söylenenlere inanmış gibi gösterir. Ancak korku azaldıkça eski alışkanlıklar devam eder. Bunun için insanların kötü alışkanlık edinmemesi veya bu tür alışkanlıklardan kurtarılması için gerekli olan eğitimdir. Topluma korku enjekte ederek bir yere varılmasının mümkün olmadığını geçmiş bize çok kez göstermiştir.

 

İnsanlığın var oluşundan bu yana geçen binlerce yıl içinde gelişen yeniliklerin ulaştırdığı bir düzeyde yaşıyoruz. İnsanlığın varlığını devam ettirebilmesi için yeni ve farklı düşüncelere, eylemlere ihtiyacımız var. Giderek artan dünya nüfusu ve ulaşım bizi nerede ise her gün yeni bir düşünce ve buluşla karşı karşıya getiriyor. Bizim için kabullenmesi zor olan bir yaşam, bir başkası için alışkanlık haline gelmiş ve vazgeçilmesi mümkün olmayan bir davranış olarak kabul görüyor. Birlikte yaşamanın getirdiği zorunluluk nedeniyle, kabul etmesek de bir başkasının düşünce ve yaşantısına hürmet etmemizi gerektiriyor.

 

Aksi halde insan sürekli bir çatışma içinde kalacaktır. Başkalarının düşünce ve eylemleri onu rahatsız edecek, bir anlamda aleme yön vermeye çalışacak ve elbette ki ne kadar güçlü olursa olsun buna gücü yetmeyecektir. Böyle bir durum insanın kendi kendini tahrip etmesine yol açar. Yorulur, ne kadar başarılı olsa da elde ettiği başarı onu tatmin etmez ve kendini hep erişmek istediği hedefin uzağında hissetmesine yol açar.

 

Resule düşen sadece duyurmaktır. (MÂİDE 99);
bunu tutmak halka kalır, güçle tutturmak olmaz.

Kâtip Çelebi

 

Kâtip Çelebi, Mîzânü’l-Hakk fî İhtiyâri’l-Ehakk, Haz. Orhan Şaik Gökyay -Süleyman Uludağ, İstanbul, 2008.