Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

TUFEYLİ

 

Geçen gün bir konuşma esnasında “beleşçi” denildiğini duydum. Beleşçi argo bir kelimedir. Başkasından yararlanmayı adet edinmiş, çok da lüzumlu olmayan beklentilerinin bir başkası tarafından karşılanmasını bekleyen insanlara bedavacı denir. Bu söz okul çağımdan kulağımda kalan, bazı arkadaşlarımız için zaman zaman kullandığımız, ancak günümüzde unutulmuş kelimelerden biri olan “tufeyli” kelimesini aklıma getirdi.

 

Arapça bir sıfat, olan bu kelime, davetsiz olarak ziyafetlere katılan ve dalkavukluk yapmakla şöhret bulmuş olan Kufe’li Tufeyl bin Zilâl isimli bir kişinin adından gelir. Kişiyi aşağılayıcı bir tabir olarak kullanılır. Daha sonraları, unutulan bu kelime yerine dilimizde özellikle de argoda kullanılan otlakçı, beleşçi tabirleri yaygınlaşır.

 

Gençliğinde mahalle aralarında futbol oynayanlar hatırlayacaktır. Bazı arkadaşlarımız top oynarken devamlı rakip kalenin önünde dolaşır, koşmaz, geriye gelmekte yavaş davranır, belki çok gol atar ama, adları da beleşçiye çıkardı.

 

Son zamanlarda bana gerek ülkemizde gerekse tüm dünyada tufeyli sayısı artmış gibi geliyor. Başkalarının birikimlerinden istifade eden, onların ürettiklerinin kötü kopyalarını yapan insan sayısı giderek artıyor. Yeteri kadar çalışmadan bir başkasının düşüncesi ve emeği sonucu ürettiği şeylere ortak olmak modern bir tufeyli olmakla aynı kapıya çıkıyor. Bireysel olarak artan tufeyli sayısından çektiğimiz sıkıntının yanı sıra devletten geçinen tufeyli sayısı da giderek artmakta.

 

Çoğu kamu kurumunda yeterinden fazla insan istihdam ediliyor. İşsiz insan sayısını azaltmak için başvurulan bu yolun doğru olmadığına inanıyorum. Bilgi birikimi ve çalışma enerjisi ile kendine yeni bir alan açabilecek çoğu kişi ömrünü tufeyli olarak geçirmeye mahkûm oluyor. Gençlerin büyük bir çoğunluğu bir an önce bir kamu kurumuna memur olmak için uğraşmakta. Zaman zaman nerede ise tüm aile bu iş için kapı kapı dolaşıp, bir memuriyet için yardım arıyor.

 

Üst düzey kamu yöneticileriyle yaptığım konuşmalarda, şikâyet edilen en önemli konu işe yeni başlayanların en kısa süre içinde yönetici olma istekleri, nerede ise memuriyette bir yılını doldurmamış kişiler şef, bölüm yöneticisi, müdür olma arayışları içinde. Eğer böylesi üst düzey bir pozisyona gelirlerse, maaşlarının dışında yan ödeme alacaklarını, bir diğer kamu kurumunda yönetim kurulu üyesi olarak ikinci bir ödemeye kavuşacaklarını düşünmekteler. Buna karşın bu göreve ne kadar layık olduğunu, üstlendiği görevin ne kadarını yerine getirdiğini düşünmemekte.

 

Son zamanlarda kamu görevi üstlenen sağlık personelinin insanüstü çabalarına, kendi hayatlarını hiçe sayan görev anlayışlarına şahit oldukça üzülüyorum. Masa başı memuriyetler bir süre sonra burada görev yapan insanları bunaltıyor. Hep aynı monoton işi yapmaktan sıkılıp, muhatap oldukları insanlara karşı saygısızca davranıyorlar. Özellikle bu tür davranış gençlerde daha fazla görülmekte. Hızla bir üniversiteden, büyük oranda da açık öğretimden mezun olan gençlerin, bilgi birikimleri gelecek beklentilerini karşılamaktan çok uzak.

 

Çok sayıdaki üniversiteden her yıl binlerce genç mezun olmakta, tüm bu insanlara kamuda iş bulmak mümkün değil, büyük bir ara elaman sıkıntısı çekiyoruz. Bugün doksan yaşını aşmış olan bir ustamın oğlu İşletme Fakültesi mezunu, babasının marangozluk işine devam ediyor. İyiden öte bir usta ve beyefendi olan babasının sağladığı iş imkânlarını çok iyi değerlendirerek memur olarak geçirecebileceği hayatını, iyi bir atölye sahibi olarak sürdürüyor. Kaliteli üretim yaptığı için de yaptığı işin talibi çok. İyi de bir kazancı da var.

 

Bir dönem herkesin kamuda çalıştığı, bireysel girişimlere fırsat verilmeyen rejim ve ülkelerin nasıl dağıldıklarını son otuz yıl içinde hep birlikte gördük. Devletin iş verdiği insan sayısı arttıkça devlet hantallaşıyor, hareket kabiliyeti azalıyor. Kısa süre içinde sonuçlanması gereken işler uzuyor, herkes birbirinden çözüm üretmesini bekliyor. Çalışan sayısı arttıkça devlet onları denetlemek için müfettiş adı altında geniş bir kadro oluşturmak mecburiyetinde kalıyor, çoğunlukla yapılan veya yapılması gereken işin ne olduğunun farkında olmayan müfettişler, yapılan işleri sorguluyor.

 

Ancak kimse niçin bu iş yapılmadı, niçin yapmakta olduğunuz iş uzuyor, niçin size yapılan başvurulara süresi içinde cevap vermiyorsunuz diye sormuyor. Çünkü bu soruları oluşturmak için konu hakkında, yapılan iş hakkında bilgi sahibi olmak gerekiyor. Eğer yeteri kadar bilgi sahibi değilseniz, her yapılan iş hakkında soru oluşturabilirsiniz, ama yapılmayanlar hakkında bir çözüm öneremezsiniz.

 

Geçmiş bize göstermiştir ki bir ülkede, özellikle de devlette tufeyli sayısı artarsa, halk arasında şikâyet ve itirazlarda o nispette artar. Çoğu kişi devlete kapıkulu olur, yeteri kadar eğitimi olmayan çok sayıda insanı memuriyet içinde eğitme imkânı daralır. Tıpkı ekonomide kötü paranın iyi parayı kovduğu gibi, görevini lâyıkı ile yapmak isteyen insanlar köşelerine çekilip, etliye sütlüye karışmaz hale gelirler. İşler sürünceme de kalır, yapılan işlerin maliyeti artar, kalitesi düşer.

 

Devletteki tufeyli sayısını azaltmak için bireysel girişimlere destek vermek, bu konudaki bürokrasiyi azaltmak gerekiyor. Aile boyu, küçük işletmeleri teşvik etmek, yeni düşüncelerin ve girişimlerin oluşmasına imkân sağlamak, herkesin kendi çabası ile hayatını kazanmasının yollarını çoğaltmak lazım. Herkesin mutlu ve geleceğe güvenle bakmasının yolu, kimseye tabi olmadan kendi üretimini yapması, yapılan üretimin yalnızca bizim toplumumuzda değil, evrensel düzeyde beğeni kazanması ile mümkün olacaktır. Çoğu siyasetçinin dile getirdiği, sosyal medyada kendine geniş bir alan bulan şikâyet ve eleştiri yerine yeni düşünce ve çözümleri gündeme getirmenin ülkemiz geleceği açısından daha faydalı olacağını düşünmekteyim.

 

İnsan ilişkilerinde tufeyli olarak nitelediğimiz oluşuma, tabiatta asalak denmekte, yapılan araştırmalar göre zaman içinde asalak sayısı artan canlının yaşam şansı azalmakta ve bir süre sonra onları besleyemez hale geldiği için hayatı sona ermektedir.

 

Ey felek, akıl işi midir sahilde beklemek,
Güç de olsa deniz seferini tercih et.

 

Yetimî