Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

YENİ BAUHAUS

 

Sevgili Ahu Özyurt’un, 28 Şubat 2021 günkü “Yeniden Bir Avrupa Fikri: Bauhaus” başlıklı köşe yazısında değindiği, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve ekibinin 2021 yılına çok iddialı bir söylemle girdiklerini belirten yazısını ilgiyle okudum. Onun hemen öncesinde ise Şükrü Andaç’ın, Getir’in kurucusu Nazım Salur ile yaptığı bir sohbet yer almaktaydı. Bu konuşma sırasında Salur çarpıcı bir tespitini açıklıyordu. “Türkiye’de ‘sıra dışı yetişmiş’ insan gücü çok az. İşe aldığımız iyi yetişmiş bir kişiyi tekrardan formatlıyoruz. Öğrenim hayatı ve ardından çalıştığı şirketlerdeki geçmişinin 3’te 2’sini bırak bize öyle gel diyoruz. Yani bize 3’te 1’i lazım. Teklifimiz şu oluyor; ‘3’te 2 biz seni formatlayacağız’. Getir gibi işler için yeni bir dünya kuruyoruz. Ezber bozan işler için böyle insanlar lazım. Ancak bu açıdan Türkiye fakir aslında”.

 

Anaokulundan başlayan ve yüksek lisans ile birlikte yaklaşık yirmi yıllık bir eğitim sonrası öğrendiklerinin 3/2’sini yok saymak! Bu kolay bir iş değil, çünkü küçük yaşta edinilen alışkanlıklar köklüdür ve kolay kolay değişmezler. Farz edelim ki değişti, o zaman yapılan eğitimin 3/2’si çöpe gidiyor. Yani yirmi yılın on dört yılı boşuna kaybedilmiş bir zaman. İlkokuldan başlayıp en az dört yıl boyunca iyi bir liseye girebilmek için ödenen bedeller, yaşanamayan çocukluk, peşi sıra iyi bir üniversite için bitmez tükenmez dersler ve yetersiz eğitimi tamamlamak için gidilen kurslar... Bütün bunlar ne için, ezber bozan bir iş üstlenmek için atılması gereken yükler mi?

 

Bu nedenle Avrupa Birliği, sanat, tasarım, teknoloji, kültür ve ekonomiyi, insan yaşantısını, şehir ve yapılarını yeniden düzenlemeyi planlıyor. Farklı bir bakış açısı ve yeni eğitim düzeniyle tasarım, uygulama alanında alışılmışın dışında yeni şehirler oluşturulabilir, çevreyle uyumlu, daha az tüketen yapılar yapılabilir ve dolayısıyla daha mutlu bir hayat kurabiliriz.

 

Ursula von der Leyen bunun için daha önce denenmiş bir okulu örnek almış. Gerek Birinci Dünya Savaşı gerekse İspanyol gribi gibi büyük bir yıkımdan çıkan insanlık, Almanya’nın yaşamakta olduğu devrimci dalganın da etkisiyle, düşünsel ve fiziksel bir değişim gerektiğinin farkına varır. Bunun için otuzlu yaşlarını sürdüren, ancak dönemlerinin önde gelen fikir adamları içinde yer alan üç mimar; Walter Gropius, Hannes Mayer, Mies van der Rohe yeni bir eğitim kurumu oluşturmak için çalışırlar.

 

Weimar’da bulunan ve bir süredir eğitim vermekte olan Saksonya Grandükalık Sanat Akademisi ile Saksonya Grandükalık Uygulamalı Güzel Sanatlar Okulu’nu birleştirerek 1919 yılında Bauhaus adıyla anılan okulu kurarlar.

 

Gerçekte sanayi devrimi, özellikle Batı Avrupa’da yaşayanların hayatını kökten değiştirmiş ve büyük bir toplumsal kaosa neden olmuştur. Gropius 1916 yılında “zanaatın değil de sanatın sanayi ile birleşmesi gerekliğini” vurgulayan bir yazı yazar. Döneminin benzer düşüncedeki sanatçıları ve mimarlarını bir araya getirerek, Orta Çağ benzeri inşaatçı loncalarını örnek alan örgütlenmiş bir atölye kurmak fikrini ortaya atar. Daha sonra geliştirdiği düşüncelerini “Baushaus Manifestosu” olarak açıklar.

 

Bütün görsel sanatların son amacı binayı tamamlamaktır! Binaları güzelleştirmek bir zamanlar güzel sanatların en soylu işleviydi: Güzel sanatlar büyük mimarlığın vazgeçilmez birleşenleriydi. Günümüzdeyse sanatlar tek başlarına sürdürüyorlar varlıklarını; sanatları bu durumdan çekip çıkartmak için bütün zanaatkarların bilinçli olarak, iş birliği içinde çaba göstermesi gerekir. Mimarlar, heykeltraşlar, ressamlar hem bir bütün olarak hem de ayrı ayrı parçalar halinde bir binanın birleşik karakterini öğrenmeli ve yeni olan yanını tanımalıdırlar… Sanat öğretilemeyeceği için, eski sanat okulları bu birliği sağlayamıyorlardı. Atölyeyle yeniden kaynaşmaları gerekir. Tasarımcının ve uygulamalı sanatçının sadece resim ve çizimden oluşan dünyası, inşa eden bir dünya halini almalı yeniden.

 

Bauhaus’un ülkemize yansıması 1 Kasım 1955 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla kurulan ve 1957 yılında eğitimi başlayan Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu ile olur. Dekoratif Sanatlar, Grafik Sanatlar, Tekstil Sanatları, Mobilya ve İçmimarlık bölümleri olarak beş bölümden oluşan bu kurum, zaman içinde yapılan yenilemeler ile 1982 yılına kadar varlığını sürdürür. Farklılıklara tahammülü olmayın bir zihniyetin hazırladığı ve 20 Temmuz 1982 günün yürürlüğe giren yüksek öğretim yasası uyarınca fakülteye dönüştürülerek, Marmara Üniversitesi’ne bağlanır. Adolf Schneck, Paul Bonatz, Sabri Oran, Hayrullah Örs gibi Bauhaus ekolünden etkilenen kişilerin öncülük yaptığı bu kurum ne yazık ki yirmi beş yıllık bir eğitim sonrası tarihe karışır.

 

İnsanlığın çağlar boyunca zaman zaman dar boğazlara girdiği ve yeni şeyler söylemesi, yeni şeyler yapması gerektiği bilinmektedir. Önemli olan bir toplumun önde gelen kişilerinin ve özellikle yöneticilerinin bir değişim gereğinin farkına varması ve ona öncülük etmesidir. Avrupa’nın önde gelen entelektüelleri ve Avrupa Birliği yöneticileri, içinde yaşadığımız dönemin gerek sanat gerekse zanaat açısından yaşadığı sıkıntıları görmekte olup, yeni bir açılım yapılması gerektiğini düşünmekte, hatta zaman zaman sert bir dille geç kalındığını belirtmekteydiler. Eski alışkanlıklarına devam eden Avrupa, giderek büyüyen Uzak Doğu karşısında yetersiz kalmakta, artık ertelenemez yeni bir atılım gereği ortaya çıkmaktaydı.

 

Artan dünya nüfusu, doğal kaynakların sınırsızca yağmalanması, giderek fakirleşen ülkelerden Avrupa’ya yapılan göçler birliğin dengesini bozmakta, günlük karmaşa içinde atılım yapmak, yeni düşünceler geliştirmek mümkün olmamaktaydı. Yeni Bauhaus düşüncesi, bir dönem sanat ve zanaatın sanayi ile bütünleşmesini sağlamak için atılmış bir adımın devamı niteliğindedir. Minnacık bir virüsün sınır tanımayan yaygınlığı, artık yalnızca ülke sınırlarının güvence sağlamadığının bir göstergesidir.

 

Birinci Bauhaus görevini büyük ölçüde tamamlamış, sanat ve zanaatın hem sanayi üretiminde hem de mimaride kendine yer bulmasını sağlamıştır. Ancak artık artan nüfusa bağlı olarak yeni bir mimari ve şehircilik akımı başlatmak gerekmektedir. Ayrıca kendi içine kapanmış, varlığını koruma endişesi ile yeni düşünceler üretmekten giderek uzaklaşan bir birliğin -özellikle de İngiltere’nin ayrılmasından sonra- varlığını sürdürebilmesi için yeni atılımlara ihtiyaç duyduğu aşikardır.

 

Avrupa Birliği’nin yeni bir yola girdiği, sert bir dönemeci dönmeye çalıştığı anlaşılmakta. Buna karşın bizim ülkemizin geliştirdiği bir atılım var mı? Günlük kısır çekişmeler ve söz düelloları arasında sanırım geleceğini oluşturacak düşünceler geliştirilmesi pek mümkün görünmüyor. Hâlbuki biz de hızla artan bir nüfusa sahibiz, çoğunluğu oluşturan genç nüfusun beklentileri farklı ve haklı olarak bu beklentilerine cevap verecek atılımların gerçekleşmesini arzuluyorlar.

 

Okul eğitiminin hemen hiçbir safhasında uygulamaya yer ayırmıyoruz. Teorik, çoğu da nakli bilginin gelecek oluşturmada yeterli olmadığını binlerce yıllık örnekleriyle görmekteyiz. Örneğin, uzun yıllardır, Kentsel Dönüşüm konusunu konuşmaktayız. Yapılan örneklerin hemen hiçbiri Kentsel Dönüşüm değildir. Alelacele yapılan bu tür girişimlerin çoğu yapı yenilemekten başka bir anlam taşımıyor ne yazık ki. Bir dönem kendi bildiğine oluşan şehirlerimiz, Kentsel Dönüşüm adı altında aynı karmaşık karakterini devam ettirmekte olup sadece yapı yenilemek gelecek için yeterli değildir.

 

Ülkemizin büyük şehirlerinin, akıllıca -dikkat edilirse akıllıca dedim, zekice değil- belli programlar çerçevesinde seyrekleştirilmesi ve belli fonksiyonlarla donatılmış kendi kendine yeten yeni şehirler kurulması gerekiyor. Yeni bir imar yasası ile mimarimizin içinde bulunduğu kaostan acil olarak kurtarılması olmazsa olmaz bir gereklilik. Eski dönemlerden kalmış anıtsal yapıların özümsenmemiş kopyalarını yaparak içinde yaşadığımız problemlere çözüm üretmemiz mümkün değil. Pandemi sonrası gerek bizi gerekse dünyayı farklı bir yaşam beklemekte. Bu yaşama uyum sağlayanların, yeni yaşama geçişte öncülük yapacakların geleceğinin olduğu, geriye kalanların ise birer parya olarak yaşam savaşı vereceklerini görmezden gelmek mümkün değil.

 

Ursula von der Leden’in “Yeni Bauhaus” adı altında dile getirdiği düşünce, farklı bir arayış ve uygulama birlikteliğidir. Eskimiş düşünceler ve uygulamadan uzak bir eğitim anlayışıyla gerek insanımız gerekse ülkemiz için yeni bir gelecek oluşturmamızın ve varlığımızı devam ettirmemizin çok zor olduğunu düşünmekteyim.

 

Yedi yüz yıl önce üzerinde yaşadığımız topraklardan yükselen sese ciddi olarak kulak vermemiz gerekiyor;

 

Bugün yeni bir gün cancazım, yeni şeyler söylemek lazım

 

Mevlâna Celâleddin Rumî