Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

TERCÜME ÜZERİNE

 

... Her tercüme (sadeleştirme) bir ameliyattır. Öldürmese bile bir parça zedeler. Yaşamak için buna katlanmak lâzım...

Hilmi Ziya Ülken

 

1970’li yılların başlarında Fransız Yayıncı François Maspero yeniden yayına hazırladığı ünlü seyahatnameler koleksiyonuyla sözü edilir olur. İbn Batuta, Jean Thévenot, Tavernier, Marco Polo, Tournefort, Nicolas de Nicolay ve benzeri seyahatnâmeleri, yeniden okunur kılan dipnotlarıyla, seyahatlerin yapıldığı dönemler açısından inceleyen kapsamlı açıklamalarla birbiri ardına yayınlar.

 

Ülkemizde azda olsa bu şekilde yayınlanmış geçmişe ait bazı seyahatnâmeler vardır. Bunların içinde her elime aldığımda hayran olduğum, her okuduğumda yeni bir şeyler öğrendiğim kitap Hrand D. Andreasyan’ın 1952 yılında yayımladığı Eremya Çelebi Kömürciyan’ın “İstanbul Tarihi”dir. Ermenice’den Türkçe tercümesi 65 sayfa olan kitap, zenginleştirilmiş açıklamalarla 343 sayfaya ulaşır. 1988 yıllında yapılan ikinci baskısı ise Bu defa Kevork Pamukciyan’ın yeni notlarıyla zenginleştirilir.

 

2003 yılında rahmetli Orhan Şaik Gökyay’ın yıllar süren bir hayalinin gerçekleşmesi sonucu vefatından dokuz yıl sonra yayınlanan günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnâmesi her ne kadar yeteri kadar açıklama ihtiva etmese de bu konuda örnek alınacak bir çalışmadır. Çok az sayıda transkripsiyonunun basılmasına karşın, günümüz Türkçesi ile yapılan baskısı, hemen herkesin ilgisini çekmiş, yüz bine yakın satış yapmıştır.

 

Hilmi Ziya Ülken, 1935 yılında yayımladığı “Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü” isimli kitabında; “... Kendi içine kapanan ve her şeyi yalnız kendinde arayan cemiyetlerin yeni bir şey yaratmasına, tek ve büyük medeni açılış yoluna girmesine imkân yoktur. Çıraklık devresi geçirmeden usta olunmaz...” demekte. Geriye dönüp baktığımızda binlerce yıllık kültürel bir birikime sahip olduğumuzu görmekteyiz. Ancak çeşitli nedenlerle bu kültüre erişmek, bir dönem onun oluşturduğu yazılı eserlere ulaşmak ve anlamak mümkün olamıyor.

 

Çoğu Arap alfabesiyle yazılmış bu eserlerin dili eskimiş ve yeni kuşaklar tarafından anlaşılmaz hale gelmiştir. Yalnızca Arap alfabesini öğrenmekle bu eserlere ulaşmak, okumak ve anlamak mümkün değil. Öncelikle çok sayıda kelime bilmemiz ve kullanılan kelimelerin yalnızca sözlük karşılıklarını değil, kullanıldıkları cümle içindeki anlamını da kavramamız gerekir.

 

Geçmişten günümüze intikal eden kültür belgelerinin yalnızca konunun uzmanlarının anlayabileceği şekilde, Latin alfabesine aktarılması bir aldatmacadan, çoğu insanı kandırmaktan öteye bir anlam ifade etmiyor. Birkaç kişinin efendim merak eden Eski Türkçe öğrensin beyanları ise “bu bilgiler yalnız bana kalsın, ben istediğim gibi yorumlarım, kimse haberdar olmasın ki yorumlarım tartışılmasın” düşüncesinin ürünü olup, çoğunluğun geçmişin birikimlerinden mahrum kalmasına yol açmaktadır.
Geçmişe ait belgeler yalnızca tarihçilerin bilgi sahibi olacağı bir birikim olmaktan çıkarılmalı, günümüz dilinde anlaşılır hale getirilmelidir. Bu çalışmalar sırasında elbette bazı hatalar, yanlış anlamalar ortaya çıkabilir. Geniş bir açıklama bölümü ile bu yanlış anlamalar bir miktar azaltılabilir, eskilerin bir sözü “Hata rabbani, hatada ısrar şeytani” der. Elbette bazı hatalar olacaktır, ama daha sonra birileri bu hataları veya yanlış yorumları düzeltecek, tıpkı eskiden olduğu gibi şerhler yazarak konunun açıklığa kavuşmasına yardımcı olacaklardır.

 

Ben hata yapmam diyen bir kişi, bir anlamda hiçbir şey yapmadığını açıklamaktadır, gerçekte hiçbir şey yapmayan insanların hata yapması da mümkün değildir. Eleştiri alırım, yanlış yaparım korkusu ile eski metinleri günümüz diline aktarmaktan çekinen bilim insanlarının sayısı giderek çoğalıyor, geçmişte sadeleştirme sözcüğü ile yapılan aktarmaları okuyunca, ne oldu da geriye döndük diye düşünüyorum.

 

Rahmetli İsmet Parmaksızoğlu’nun sadeleştirdiği Silâhdar Fındıklılı Mehmet Ağa’nın “Nusretnâme”sini rahatlıkla okuyup, gerektiğinde konuya hâkim bir kişi vasıtasıyla orijinal yazmaya başvuruyorum. Ama neyi aradığımı, nereye bakmam gerektiğini biliyorum. Buna karşın son zamanlarda yapılan bazı aktarmaları anlamam ve nereye bakmam gerektiğini bulmam nerede ise imkânsız.

 

... Bütün canlılarda ve hele insan topluluklarında her kımıldama, her değişme bir zorlamanın eseridir. Tekâmülü yapan, karşılıklı tesirdir. Bünyenin miktar ve hacim bakımından değişmesi dediğimiz iç değişmeleri de onun neticesidir. Medeniyetlerin tekamülünü de bundan ayrı düşünemeyiz...

 

Bize ve bize yakın kültürlere ait geçmişe dair bilgilerden ve deneyimlerden giderek uzaklaşıyoruz. Pek çok şeyi ilk defa biz yaşıyormuşuz gibi bir algı oluşuyor. Hâlbuki pek çok olay çeşitli kereler tekrar etmiş, daha sonra bu olayları değerlendirme imkânına sahip olan kişilerin tespit ve önerilerinin farkına varmamız gerekir.

 

Bizim kültürümüze dair çoğu kaynak İngilizce, Fransızca, Almanca başta olmak üzere birçok dile günümüzde kullanılan kelimelerle tercüme edilip, hemen herkesin istifadesine sunulurken, bizim hâlâ “merak eden eski Türkçe öğrensin” deme lüksümüz, toplumuzun büyük bir kesimini bu çalışmalardan mahrum etme hakkımız yok. Bizim insanımızın haberdar olmadığı çoğu bilgiye, batı kaynaklarından ulaşmaya çalışan bilim insanları gördükçe içim acıyor.

 

Bu birikim hukuk, tıp, matematik, astronomi, coğrafya, ekonomi, arkeoloji, etnografya, jeoloji, gibi burada adını saymaya imkân bulamadığım birçok bilimi ilgilendiriyor. Bütün bu bilim insanlarının eski Türkçe öğrenmesi ve anlaması ne derece mümkün? Bu bilgi zenginliğinin, neleri kapsadığının farkına varamayan birkaç kişinin tekelinde kalmasını kabul etmek mümkün mü?

 

Tercüme çok önemlidir gerek insanların gerekse toplumların içe kapanmasını önler. Yalan yanlış aktarılan bilgilerin kaynağına ulaşır ve gerçeği öğreniriz. Gelecek kuşakların bizleri yalnız kendini düşünen kişiler olarak değerlendirmemesi için büyük bir hızla geçmişe dair bilgi ve belgeleri günümüz diliyle, anlaşılır bir şekilde yayınlamamız ve toplumun değerlendirmesine sunmamız gerekiyor. Bunu yapacak bilgi birikimine sahibiz ama, anlamakta zorlandığım bir korku gerekli atılımı yapmamıza engel oluyor. Anlaşılan, hemen her radikal kararda olduğu gibi bu atılıma önderlik edecek bir kahraman gerekiyor.

 

Eremya Çelebi Kömürciyan, (Çev. ve Notlar Hrant D. Andreasyan), (Yeni Notlarla Yay. Haz. Kevork Pamukciyan), İstanbul Tarihi, İstanbul, 1988.

 

Hilmi Ziya Ülken, Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, İstanbul, 1935.