Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

TACITUS VE AGRICOLA’NIN HAYATI ÜZERİNE

 

Yıllar önce Romalı tarih yazarı Publius Cornelius Tacitus’a (56-117) olduğunu sandığım “Quis custodiet ipsos custodes/Bizi koruyuculardan kim koruyacak” sözünü duyduğumda, toplumları korumak ona yön vermek için görev alanlara karşı hemen her dönemde aynı kaygıların paylaşıldığını anlamıştım. Zaman zaman yaptığım konuşmalarda, bu sözü sıkça kullandım ve kullanmaya devam ederim. Üzerinden çok uzun bir zaman geçmesine rağmen güncelliğini muhafaza eden bu deyişin Tacitus’a değil, bir başka Romalı’ya Decimus Iunius Iuvenalis’e (55-138) ait olabileceğini öğrendim. Ne olursa olsun Latince olan bu deyiş sanırım yüzyıllar boyu güncelliğini koruyacaktır.

 

Bu sözün getirdiği merak, Tacitus’u araştırmama yol açtı. Dilimize “Agricola’nın Hayatı veya Britanya Tarihi” ve “Germania Halklarının Kökeni ve Yerleşim Yeri” isimleriyle tercüme edilen iki küçük kitabının yanı sıra, “Dialogus de oratoribus (Hatipler üzerine söyleşi)”, “Historiae (Tarih)” ve “Annales (Yıllıklar)” adlı ve ne yazık ki henüz tercüme edilmemiş kitapları bulunan yazar, Özellikle “Agricola’nın Hayatı veya Britanya Tarihi Üzerine” isimli eserinde günümüzde de geçerli olan bazı tespitlerde yapmakta ve üstü örtülü bazı önerilerde bulunmaktadır.

 

56 yılı civarında Kuzey İtalya’da Cisalpine Gaul veya Provence Güney Gaul’da doğan Tacitus, Roma’da eğitim alır, kamuda küçük bir memur olarak başladığı yaşamına bir dönem yargıç, bir dönem geçici konsül olarak devam eder. Yaşamının sonlarına doğru 112 yılında Asya Genel Valiliği görevine getirilir ve muhtemelen 117 yılında, 61 yaşında vefat eder.

 

Tacitus, Agricola’nın kızı ile evlenir. Bu nedenle Agricola’nın yaşamı hakkında detaylı bilgi sahibi olur. Romalı komutan Gnaeus Iulius Agricola günümüz güney Fransa’da, Fréjus’da 13 Haziran 40 yılında doğar. Her iki büyük babası da bir dönem İmparatorun “procurator”larıdır. İmparatorun bölgesel vekilleri anlamına gelen maliye memurluğu görevlerini üstlenen, Roma İmparatorluğu döneminde asil sınıfından sayılan önemli kişilerdir. Babası Iulius Graecinus ise senatörlük görevine kadar yükselen retorik ve felsefeye düşkün bir kişi olarak tanınır. Gençlik döneminde liberal bir eğitim alarak yetişen Agricola tahsiline Marsilya’da devam eder. Bir dönem aşırı derecede felsefeye düşkün olan Agricola annesi Iulia Procila’nın etkisiyle felsefe çalışmalarından uzak durmaya çalışır ve askerlik mesleğini seçer. Tacitus Grek kültürü ile taşra tutumluluğunun inanılmayacak derecede iyi karıştığı bir düşünce yapısına sahip olan Agricola’nın büyük itidal sahibi bir kişi olduğunu anlatır. Kariyerini büyük oranda Britanya’da ki görevleri sırasında oluşturan Agricola’nın son görevi Britanya Genel Valiliği’dir.Bundan böyle Tacitus’un anlatısıyla Agricola’nın günümüz insanlarına örnek olması gereken yaşamına bakmak gerekir.

 

... Agricola göze batmaktan korkarak kendi ihtiras ve enerjisine gem vurdu. İtaat etmesini öğrenmiş, fayda ile vazifeyi birbirine karıştırmakta maharet kazanmıştı...” Kendinden önce gelen yöneticilerin veya kumandanların hışmını çekmeden, görevini yapan, ön plana çıkmaktan hoşlanmayan Agricola günümüzde de olduğu gibi başarılarını dikkat çekmeden yerine getirmekte hüner sahibi olur. Tacitus bu niteliğinin felsefeye olan ilgisi nedeniyle geliştiğini ve bir yaşam biçimi haline getirdiğini söyler. Acaba, yetki sahibi oluncaya kadar veya daha da ileri giderek yaşam boyu gölgede kalmak her zaman için başarının ayrılmaz bir niteliği midir. Dilimizde bir tabir vardır. “... İt kağnı gölgesinde yürür kendi gölgem sanırmış...” Yaşadığımız dönemde sıkça rastladığımız bu ikilemin çoğu insan tarafından anlaşılmadığını görmekteyiz. Sanırım bu söz hepimize ders olması gereken bir açıklamayı içeriyor. İnsanlar kendi güçleri, bilgi ve becerileriyle kamunun ona verdiği yetkileri birbirine karıştırmamalı, haddini bilmelidir. Kamunun verdiği yetki bir gün geri alınabilir veya bir başkasının eline geçebilir, bu taktirde altına sığındığımız gölge ortadan kalkacağı için hemen her şeye hedef olabilir, birilerinin hışmına maruz kalabiliriz.

 

... Bazı insanlar onun azarlamalarında pek şiddetli davrandığını söylüyorlar; namuslu insanlara karşı ne kadar nazikse, ahlaksızlara karşı da o kadar haşindi, ama hiddetinden sonra kin tuttuğu hiç görülmemiştir. Susmasından korkmaya hiç lüzum yoktu, çünkü ona göre gücendirmek gizli kin beslemekten daha şerefli bir şeydi...” Üzerinde biraz düşünürsek ne kadar doğru bir davranış olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Elbette hemen her insan yapılan bir işe, bir davranışa, bir eyleme karşı rahatsızlık duyabilir ve bunu ifade etmek isteyebilir. Buna karşı kızgınlığımızı veya rahatsızlığımızı sözlerle ifade etmek, çoğunlukla da bunu herkesin önünde değil de bire bir iken yapmak daha doğru bir harekettir. Dikkat çekmek, yapılan yanlışın farkında olduğumuzu ve tekrar yapılmamasını istemek her yöneticinin ister kamu ister özel sektör olsun vazgeçilmez görevidir. Ancak sözlerle ifade edebileceğimiz yanlışlar yerine kin tutmak ve bu kini yüreğinde taşımak insanı yüceltmez, onun farkında olmadan ağır bir yük taşımasına, sağlıklı karar verememesine neden olur.

 

Tacitus, Agricola’nın “... Başarıyı herkes kendinden bildiği halde yenilmenin suçu yalnız komutanın omuzlarına yüklenir...” dediğini iletmekte. Başarı günümüzde de herkesin sahiplendiği bir sonuçtur. Başarısızlık ortaya çıktığında ise çevremizdeki hemen herkesin, bazı durumlarda en yakınımızda olması gereken aile fertlerinin bile gölgelere sığındığını, başarısızlığı paylaşmaktan kaçındığını ve yöneticiyi suçlandığını görmekteyiz. Elbette başarısızlıkta en büyük pay yöneticinin hissesine düşer. Çünkü başarısızlık insanın içinde bulunduğu durumu gereğince değerlendirememesi sonucu ortaya çıkar. Yöneticinin başarısızlığa uğramasının en temel nedeni çevresinde bulunan ve yapılan işlere katkısı olan kişilerdir. Bu kişilerin liyakat yerine sadakat ön planda tutularak seçilmesi, uzun vadede başarısızlığın en büyük nedenidir. Çünkü liyakat insanların uzun zaman içinde kazandıkları bilgi birikimi ve deney sonucu oluşur. Sadakat ise geçici bir süre ve çıkar sonucu ortaya çıkabilir ve yöneticinin gücü oranında devam eder. Gücün bir başka ele geçmesi sadakatin büyük oranda ortadan kalkmasına neden olur.

 

… Kendilerine tabi kimselerde yiğitlik ve kahramanlık görmekten hoşlanmazlar...” Bazı kişiler yiğitlik ve kahramanlığı kendilerine karşı kullanılabilecek bir tehdit olarak görürler. Genellikle politikacılarda görülen bu tehdit algısı, onların çoğunlukla yeteneksiz, ancak sadakat sahibi olduğunu düşündüğü kişileri çevrelerinde toplamasına yol açar. Bu çok tehlikeli bir seçimdir. Elbette yönetici kendi düşüncelerini ve eylemlerini hayata geçirmeye çalışacaktır. Ancak ne olursa olsun tek bir insanın yetenek ve düşünme kapasitesi sınırlıdır. Yöneticinin bulunduğu yükseklik zaman zaman küçük şeyleri, bazı detayları gözden kaçırmasına neden olur. Mimarların sıkça kullandığı bir söz vardır; “Şeytan detayda yatar.” Yöneticinin gözünden kaçan küçük şeyler çevresinde bulunan liyakat sahibi kişiler tarafından hal edile bilmelidir. Eğer çevremizde liyakat sahibi neyi ne kadar yapmasını bilen insanlar yoksa, her oluşan problemi bizim çözmemiz gerekir ki, insan yaşamı bunu başarmak için çok kısadır.

 

Tacitus dönemin İmparatoru Domitianus için “... En korktuğu şey alelade bir adamın İmparatordan daha büyük bir ün kazınmasıydı...” demekte. İmparatorlar eğer çevresindeki insanların başarılı olmasından, ün kazanmasından korkarlarsa, imparatorluğun devamı sıkıntıya girer. Başarılı imparatorların çevresinde ün kazanan insanlar şunu iyi bilmelidirler ki, kazandıkları başarı büyük oranda ona bu imkânı veren imparator sayesindedir. Liyakatli insanların büyük bir bölümü bu inceliğin farkındadır. Az sayıda insan ise hemen her başarının kendi yetenekleri ile geldiğini düşünür. Eğer çevremizde bizi destekleyen, yetişmemizde katkısı olan insanlar olmasaydı, başarıya ulaşmak ne derece mümkün olurdu. Kişisel başarı diye bir şey yoktur, bir kişi ne kadar geniş ve bilgi sahibi insanlarla çalışıyorsa o kadar başarılı olma şansı vardır. Başarıyı tek bir kişinin üstlenmesi kısa süre içinde tükenmesine, bu ağır yükü sonsuza kadar taşımasına engel olacaktır. Elbette başarı sonuçta bir kişinin yönetim becerisi sonucu elde edildiği için en büyük pay onun hissesine düşecektir. Ama dikkat edilmesi gereken en önemli nokta bu başarının birlikte elde edildiği hissinin çalışma arkadaşları ile paylaşılmasıdır. Başarının paylaşıldığı zaman büyüdüğünü unutmamak, paylaşılan başarının yeni başarılar için en büyük itici güç olduğunu fark etmek gerekir.

 

... İnsan tabiatı icabı, kime zarar vermişse ondan nefret eder...” Tacitus, insanın taşıdığı vicdan azabının büyüklüğünden söz etmekte. Zarar verdiğimiz insanlar da bizden nefret edebilir, ancak bunların büyük bir çoğunluğu bir şekilde bu zararlarını telafi edip, hayatlarına devam edeceklerdir. Zaman içinde kendilerine verdiğimiz zararları unutup veya unutmasalar da sineye çekip başka şeylerle teselli aramaya çalışacaklardır. Ancak zarar verdiğimiz kişiler bizim için birer gerçek olarak yaşamımız boyunca aklımızı kurcalamaya, bizi meşgul etmeye devam edeceklerdir. Yeni bir günde geçmişin yüklerini taşımaya devam etmek insanın taşımaya gücünün yetmeyeceği bir yüktür.

 

İyi veya kötü, doğru veya yanlış bir dönem yöneticilik görevinde bulunanların eylemlerini en doğru tarih değerlendirir. Üzerinden iki bin yıla yakın bir zaman geçtiği halde bugün bizler az sayıda olsakta Agricola’nın faziletli yaşamını tanıma fırsatına sahip oluyoruz. Buna karşın bir dönem imparator olarak, döneminin en büyük ve tek devleti olan Roma’yı yöneten Domitianus için pek de parlak olmayan tespitler görmekteyiz.

 

Tacitus, bu küçük kitabını Agricola’nın ölümü ile bitirir. Agricola yaptığı vasiyette mirasının bir bölümünü imparatora bırakmaktadır. Tacitus bunun gerçek bir ironi olduğundan söz eder; “... Dalkavukların devamlı yaltaklanmaları ile zihni o kadar körleşmiş ve bozulmuştu ki ancak kötü bir hükümdarın iyi bir baba tarafından varis seçilebileceğini sezmiyordu...

 

Agricola, imparatoru varis olarak belirterek, ölümünden sonra bile onun üzerinde olduğunun farkına varılmasını sağlar.

 

Gnaeus Iulius Agricola, 23 Ağustos 93 günü ne olduğu tespit edilemeyen bir şekilde vefat eder. İmparator Titus Flavius Domitianus ise bu tarihten üç yıl sonra 18 Eylül 96 tarihinde ölür.

 

Tarih okuyanlar için bir hikâyeler dizisi değildir. Her şey açıklıkla yazılmasa bile, satır aralarında ifade edilen gerçekler sezilebilmektedir. Agricola’nın vasiyetinde yaptığını Tacitus’ta yapar. Yazdığı ve ne yazık ki bir bölümü günümüze erişen kitaplarıyla geleceğe kalacağını bilmektedir. Muhtemelen bu açıklamayı geleceği düşünerek yapmış olmalı;

 

... Bütün bu insanlar bilmelidirler ki fena hükümdarın idaresi altında bile büyük adamlar yetişebilir...

 

Bu vesile ile Tacitus’un dilimize çevrilen iki kitabının okunmasını öneririm ve dilerim ki, diğer kitapları da en kısa süre içinde Türkçemize kazandırılır.

 

Publius Cornelius Tacitus, Agricola’nın Hayatı veya Britanya Tarihi, Çev. Hamit Dereli, Ankara, 1998.

 

Publius Cornelius Tacitus, Germania Halklarının Kökeni ve Yerleşim Yeri, Çev. Mine Hatapkapulu, İstanbul, 2006.

 

Marnie Hughes-Warrington, En Önemli Elli Tarihçi, Çev. İbrahim Kapaklıkaya, İstanbul, 2014.