Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

ARABİSTAN’DAN ÖTEYE

 

Sarı saçlı, mavi gözlü, Endülüs Emevi Halifesi III. Abdurrahman (929-961) ile Suriyeli bir taşra şeyhinin oğlu Roma İmparatoru Arap Philippus (244-249)” veya Afrika kökenli, Libya doğumlu Septimus Severus (193-211) (s.19).

 

Türkiye’nin doğusunda Gürcistan ve Ermenistan her zaman ‘Batılı’ addedilmektedir. Oysa Azerbaycan ve Türkiye… Amerika kıtası bir tür fahri Avrupa’dır. Ancak Amerika ve Kanada ile sınırlı, Orta ve Güney Amerika ülkeleri kültür bakımından Avrupalı görülseler de ‘Batı’ ad edilecek kadar zengin değillerdir” (s. 27).

 

Avrupalı uygarlığı dünyaya büyük bir miras bırakmıştır, burada tekrar belirtmeyi gerektirmeyecek bir miras. Ancak Avrupa’nın en yıkıcı mirası yurtseverliğin çarpıtılarak milliyetçiliğe dönüşmesidir” (s. 33).

 

Emevi Halifeliğinin Kurtuba’sıyla Kanuni Sultan Süleyman dönemi Kostantiniyye’si. Bu iki şehrin Avrupa’ya ait olduğunu söylemek malumun ilanından başka bir şey değildir.

 

Fenikeliler, Persler, Araplar, Türkler, Moğollar hepsi Avrupa Tarihi’nin meydana gelişinde rol oynamışlardır hem Avrupalı hem de Asyalıdırlar. Avrupa’yı Avrupa yapan onlardır, Avrupa onların sayesinde tamamlanmıştır” (s. 34).

 

Yaptığım bu alıntılar Warwick Ball’un “Arabistan’dan Öteye” isimli kitabından. Avusturalya doğumlu Ball, Orta Doğu uzmanı bir arkeolog: Ürdün, İran, Irak, Suriye ve Afganistan’da kazılara katılmış, bu kazıların çoğunun yönetimi üstlenmiş ve bu alanda pek çok kitap yazmış bir kişi. Bu kitap, Asia in Europe and Making of the West adıyla yazdığı dört kitaplık bir dizinin ilk kitabı.

 

Warwick Ball diziye giriş adını verdiği ön bölümde; “Her kültür, tarihi kendisiyle ilişkisi çevresinde ele alır, dolayısıyla on dokuzuncu yüzyıldan bu yana dünya tarihine yaklaşımın Avrupa merkezliliği şaşırtıcı değildir” diyerek. “Batılılığın” aynı zamanda bünyesinde muazzam ölçüde “Doğululuk” barındırdığını dile getirir. İnsanlık tarihi olarak kısa bir süre önce Avrupa büyük bir atılım yaparak tüm dünyaya kendi inanç ve kabullerini yaymış, pek çok insanın ve kültürün yok olmasına karşı zenginleşmiş ve bu zenginliğin getirdiği ayrıcalığı tabii bir hak olarak değerlendirmiştir. Günümüzde giderek bütünleşen ve tek bir gezegenin mensubu olduğunu farkına varan toplumların kendi içlerinde ayrıcalıklı bir grup oluşmasına sonsuza kadar izin vermeyeceği artık kabul edilmelidir. Bu gezegen üzerinde ne kadar güçlü ve zengin olursanız olun birlikte yaşamak mecburiyetinde olduğumuz gerçeğinin farkına varılması ve bu farkındalığın öncelikle ayrıcalıklı olduğunu iddia eden insanlar tarafından anlaşılması gerekir. Bir dönem günümüzde var olan hemen her şeyin Avrupa kökenli olduğu inancın artık bir geçerliliği kalmamıştır. Geçmişten günümüze var olan her kültürün, günümüz uygarlığına az veya çok katkısı vardır.

 

Örneğin bugün kendilerinden hemen hiç söz edilmeyen, torunlarının bir bölümü büyük acılar çeken Finikelerin ilk alfabeyi dünyaya miras bıraktıklarını kim hatırlamaktadır. Her biri farklı bir hece, kelime ve düşünce anlamına gelen birkaç yüz simge kullanmak yerine, her kelimeyi uygulanabilir her biri farklı bir sesi temsil eden yirmi iki işaretle sınırlamak hangi kültürün başarısıdır? Hiç düşündük mü?

 

Alfabe bir kültür alışverişiydi ve Homeros’un ünlü destanları Yunancanın Finike alfabesiyle yazılmasını doğrudan sonucuydu” (s. 63).

 

Alfabe ticaretin getirdiği bir buluştur. Kimin kime ne kadar borçlu olduğuna dair eksiksiz kayıt tutulmayan bir ticaret kime fayda sağlar. Kültürlerin birbirleriyle ilk temasları genellikle ticaret yoluyla olur. Bu gerek değiş tokuş gerekse bir bedel karşılığı olsun, değişik kültürler arasında irtibat kurmanın en eski ve sağlıklı yoludur. Ticaretin büyümesi, kişi ve toplumların ihtiyaç duydukları mallara en kısa ve ucuz yoldan ulaşmaları onları birbirlerine yaklaştırmakta ve birbirlerinin desteğiyle var oldukları bilincinin gelişmesine neden olmaktadır.

 

Erken dönem Orta Doğu toplumlarında Rahip-kralın unvanı yakınlaştıran veya birleştiren anlamına Mukarrib’dir. Bu bize günümüz için ders verecek bir unvandır. Toplumları ve kişileri yakınlaştıran ve birleştiren. Sanırım günümüz toplumlarının en büyük sıkıntısı yeteri kadar yakınlaştıran ve birleştiren yöneticilere sahip olmamalarıdır.

 

İslamiyet’le Hıristiyanlık birbirlerine, söz gelişi Hıristiyanlıkla Budizm’den çok daha yakındır. Huntington ve başkalarının yorumladığı gibi, Hinduzm’le Budizm’e tek bir grup gözüyle bakılırsa, o halde Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet çarpışan fay hatları değil bir başka gruptur” (s. 178).

 

Medeniyetler Çatışması tezi bir öteki yaratma gayretinin ürünüdür. Sözü edilen üç inancın kaynağı semavi olup, “Semavi Dinler” adı altında gruplanmaktadır. Bu üç inanç arasındaki ayrım çizgileri söylendiği kadar keskin olmayıp, aralarında her zaman karşılıklı fikir alışverişi olmuştur ve olmaktadır.

 

Dinde zorlama yoktur. İman edenler; yani Museviler, Hıristiyanlar, ‘ehli kitap’ diye tanımlanmıştır ve bu muafiyet daha sonra Zerdüştlüğü de kapsayacak şekilde genişletilmiştir” (s.182).

 

İslam edebiyatı Hindistan, Hint Okyanusu, Çin ve Güneydoğu Asya’ya bolca yer vermiştir. Dahası İslamiyet öncesi ilim ve antik Yunanistan’a dair o kadar derin araştırmaları vardır ki İslamiyet de Avrupa ölçüsünde Helenizm’in varisi olduğunu ileri sürebilir. Bu araştırma ve gezilerde Avrupa kendini beğenmişlikten ötürü es geçilmemiş, üzerinde durulmamıştı, çünkü Avrupa’nın kazandıracağı çok az şey vardı. Hiçbir bilimsel çalışma, hiçbir büyük şehir, onlara meydan okuyan hiçbir önemli güç yoktu, ticaretini yapmaya değer çok az malı mevcuttu” (s. 271).

 

Fenikeliler, Araplar ve Avrupa’nın keşfini anlatan bu kitabı hepimizin okuması gerekir. Kulaktan duyma spekülatif söylemler yerine tarihi gerçeklere dayanan bilgi ve belgelerle zenginleştirilmiş, birbiriyle alakası olmadığını düşündüğümüz bölgeler ile olan bağlantıları içeren açıklamalar, çoğunluğumuzun farkına varmadığı gerçekleri yansıtıyor.

 

Siz hiç Londra’daki Trafalgar Meydanı’nın adının Batının Ucu anlamına gelen “Taraf al-Garp” sözcüğünden türetildiğini duydunuz mu?

 

Warwick Ball, Arabistan’dan Öteye, Çev. Ahmet Aybars Çağlayan, İstanbul, 2014.