Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

İSTANBUL ÜZERİNE VIII - İSTANBUL’UN DİKİLİTAŞLARI

 

İstanbul’un en eski anıtı günümüz Sultanahmed Meydanı’nda bulunan Dikilitaş’tır. Batı dillerinde obelisk denilen anıt sütunların en güzel örneklerinden biri olan bu anıt, eski Mısır’da 18. Sülale Hükümdarları’ndan III. Tutmosis (MÖ 1502-1488) adına MÖ 1450’ye doğru bir benzeri ile birlikte Karnak’taki Amon-Ra Mabedi’nin önüne yerleştirilir.

 

Roma İmparatorluğu’nun başkentinin İstanbul’a taşınması öncesinde I. Constantinus (324-337) yeniden kurduğu şehri ve özellikle de meydanları süslemek için olduğu yerden alarak İstanbul’a getirmeyi düşünür. Muhtemelen yerinden sökülen bu taş, oğlu Constantius döneminde İskenderiye’ye getirilir ve orada kalır. İmparator İulianus (361-363) İskenderiyelilere “... Gemileriniz Karadeniz’e çıkarken sizleri o kadar cömertçe karşılayan ve beslenmenize yardımcı olan bu şehrin güzelleşmesine katkınız olması için bu yekpare taşı yollamanız yerinde olur...” şeklinde bir mektup yazar. Ancak onun ömrü bu taşın İstanbul’a gönderilmesine yetmez. Daha sonra obeliks bir şekilde İstanbul’a getirilir. I. Theodosius’un İmparatorluğu döneminde (379-395), bugünkü yerine dikildiği bilinmektedir. Bu taşın nasıl yerine dikildiği kaidesindeki kabartmalar ile anlatılmaktadır. Bugün görmekte olduğumuz anıt 19.59 metre yüksekliğinde olup, orijinal halinin yaklaşık on metre daha yüksek olduğu bilinmekte, ya nakliye sırasında bir bölümünün kırıldığı, ya da taşıma esnasında bir kısmının kesilerek hafifletildiği düşünülmektedir. Taşın düzgün bir şekilde yerleştirilmesi için alt kısmı bir miktar düzeltilir ve bu işlem sırasında hiyerogliflerden biri de tam ortadan kesilir.

 

Roma İmparatorluğu döneminde Hippodrom’un ortasında yer alan Spina duvarı üzerine dikilen som mermerden bir kaide üzerindedir. Kaidenin iki yüzünde Latince ve Grekçe kitabeler bulunmaktadır. Mermer kaidenin üzerine yerleştirilen 50x50 santimetre boyutlarında dört adet bronz takoz üzerine oturan 3.20x3.20 metre boyutlarında tabanı olan anıt yaklaşık 1827 yıldır şehrimizi süslemektedir. İlk halinde üzerinde bronz bir kozalağın bulunduğu, 869 yılındaki büyük depremde bu kozalağın düşerek kırıldığı bilinmektedir. Bu anıt aynı zamanda bize yersiz korkular aşılamaya çalışanlara bir ibret vesikasıdır. Küçük bir taban alanına sahip olan bu yükseklikteki bir anıtın iki bin yıla yakın süredir devrilmeden yerinde durması, doğru yapılmış bir işin depremlere karşı olan direncinin bir göstergesidir.

 

Hippodrom’un spina duvarı üzerinde Dikilitaş’ın yanı sıra başkaca anıtlar olduğu da bilinmektedir. Bunlardan biri olan ve şimdilerde Örme Sütun olarak isimlendirdiğimiz anıt, değişik ebatlı taşların işlenmesi ile yapılmıştır. Kaidesinin bir yüzündeki, dört satırlık Grekçe kitabede şu sözler yer almaktadır; “Bu dört köşeli heybetli ve harika anıt, zamanla tahrip olmuşken, şimdi İmparator Konstantinos (913-959) ve oğlu Romanos (959-963) tarafından önceki görünüşüne nazaran daha iyi duruma getirildi; Rodos kolosu harikulade idi, bu bronz anıt ise hayranlık yaratmaktadır”. Bu kitabeden de anlaşıldığı gibi bu anıtın tarihi çok eskilere, muhtemelen IV. veya V. yüzyıla uzanmakta olup, X. yüzyılda esaslı bir tamir görür. Üzerindeki deliklerden de anlaşılacağı gibi anıtın tüm yüzeyi bronz veya tunç levhalarla kaplıdır. Latin İstilası (1204-1261) döneminde söküldüğü ileri sürülen bu levhaların akıbeti bilinmemektedir. Kaidesinin üzerinden itibaren 32.00 metre yüksekliğe sahip olan bu anıt ta, pek farkında değiliz ama yaklaşık iki bin yıla yakın bir süredir dikildiği yerde durmaktadır. Dikilitaş ile Örme Sütun arasında birbirine sarılmış üç yılan gövdesinin bulunduğu “Yılanlı Sütun veya Burmalı Sütun” adıyla anılan bir sütun daha vardır. MÖ 479 tarihinde Pers saldırısını bertaraf eden 30 şehir devleti tarafından Delphi’deki tapınağın önüne dikilen 8.00 metre uzunluğundaki bu anıt üzerinde şehirlerin isimleri yazılıdır. Bir dönem üzerinde, yılan başlarına oturan ve içinde sürekli ateş yanan bir kazan bulunmaktaydı. Muhtemelen Constantinus döneminde Delphi’den getirilen sütunun günümüzde üç başı da kopuktur. Bu başların bir isyan sırasında koparıldığı ileri sürülür. Yılan başlarının birinin alt çenesi İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde, diğeri ise British Museum’dadır. Evliya Çelebi bu başlara topuz ile vuran Sultan II. Selim’in İstanbul’u yılan basmasına neden olduğunu söyler.

 

Sultanahmed Meydanı’ndaki üç sütunun hikayesi böyle oluşur ve devam eder. 1898 yılında Prusya Kralı ve Alman İmparatoru II. Wilhelm’in İstanbul’u ziyareti anısına, bu sütunların yer aldığı aks üzerine bu kere bir sütun dikilmez ama, “Alman Çeşmesi” inşa edilir. İmparatorun doğum günü olan 27 Ocak 1901 tarihinde açılışı yapılan çeşme, günümüzde de kullanılmaktadır.

 

İstanbul’un bahsetmek istediğim bir diğer dikilitaşı ise çoğumuzun sık sık önünden geçtiği, ama başını kaldırıp görmediği veya bu da nedir diye merak etmediği Çemberlitaş’tır. Roma İmparatorluğu’nun en önemli meydanlarından biri olan Konstantinus Forumu’nun ortasına dikilen bu anıt, şehrin başkent olarak düzenlenmesi sırasında yapılır. Yalnızca, imparatorlar tarafından kullanılan bir renk olan erguvan renkli porfir taşından yapılmıştır. 328 yılında Roma’dan getirilen taşların yuvarlak biçimde şekil verilmesi ile inşa edilen bu anıt, Forum zemininden 37.00 metre yükseklikte iken zeminin zaman içinde yükselmesi nedeniyle günümüzde 35.00 metre yüksekliğindedir. İlk yapıldığında tepesinde çok tanrılı inancın tanrılarından Apollon Helios görünümünde, Konstantinus’un kendi heykeli bulunmaktadır. Heykelin sol elinde üstünde haç olan bir küre, sağ elinde ise bir mızrak bulunmaktadır. Daha 418 yılında alt bölümdeki gövde taşlarından biri parçalandığından demir çemberlerle takviye edilir. 1106 yılındaki şiddetli bir fırtınada heykel düşerek parçalanır. Daha sonra yapılan onarım sırasında bu kere üstüne tunçtan bir haç konulur. Bu nedenle de bir dönem “Haçlı Anıt” olarak bilinirdi. Muhtemelen fetihten sonra bu haç yerinden sökülür. 1766 depreminden sonra zarar gören kaidesi taştan bir kılıf içine alınır ve anıt demir çemberlerle takviye edilir.

 

Beşinci, Dikilitaş ise Fatih’te Horhor Caddesi üzerinde bulunan Markianus Sütunu’dur. Roma döneminde, İmparator Markianus (450-457) anısına Vali Tatiatus tarafından diktirilen bu anıtın üzerinde imparatorun heykeli bulunmaktaydı. Yüksek bir mermer kaidenin üzerinde tek parça granit sütundan oluşan anıtın üzerinde korint nizamında bir başlık bulunmaktadır. 17.00 metre yüksekliğindeki bu sütunun, kaidesinin kuzey yüzünde iki Nike (Zafer) Tanrıçası altı kollu bir haçı taşımaktadır. Bu nedenle zaman içinde Nike kabartmalarına atfen “Kıztaşı” ile ismiyle anılır.

 

Kaidesi dışında hemen hiçbir bölümü günümüze ulaşmayan bir diğer sütun ise Cerrahpaşa’da Haseki Sokağı girişindeki evlerin arasına sıkışmış, belli belirsiz kaidesi seçilen Arkadios Sütunu’dur. İstanbul’un yedinci tepesi civarında oluşturulan Arkadios Forumu’na dikilen ve üzerinde İmparator Arkadios’un (395-408) heykelinin bulunduğu bu anıt, oğlu II. Thedosios tarafından tamamlanır ve açılışı 10 Temmuz 421 tarihinde yapılır. 740 yılında meydana gelen bir deprem sırasında imparatorun heykeli düşerek kırılır ve bir daha yerine konulmaz. Türk döneminde anıtın yakınında alıcıları ve satıcıları kadın olan bir pazar kurulduğu için “Avrat Taşı” olarak da anılmaktadır. 1711 yılında çeşitli yangınlar sırasında tahrip olup tehlike arz ettiği için yıktırılır. Bu anıtın içinde döner bir merdiven olduğu, başlığın bulunduğu bölümde ise bir balkon bulunduğu kayıtlıdır. XVI. yüzyılda bu anıtı gezen Petrus Gyllius en üst bölüme 233 adet basamak ile çıkıldığını ve içeriyi aydınlatmak için 56 adet mazgal bulunduğunu yazar. Roma’daki Trajan Sütunu’na benzer şekilde dış yüzünde spiral olarak devam eden bir kuşak içinde İmparator Arkadios ve babası I. Thedosios’un sefer ve zaferlerini anlatan kabartmalar bulunduğu bilinmektedir. Günümüzde görünmez hale gelen kaidesini bir park içinde teşhir edilir hale getirmek, içinde yaşadığımız bu şehre geçmişten bir armağan olacaktır.

 

Son olarak gözlerden uzak, konunun uzmanları dışında nerede ise kimsenin haberinin olmadığı bir sütundan da bahsetmek isterim. Gülhane Parkı içindeki bu anıt, Topkapı Sarayı’nın servis kapısının hemen önünde yer almaktadır. Geçmişte İstanbul’a Marmara’dan bakıldığında etkin olarak görülen bu anıt, ne yazık ki denetimsiz büyüyen ağaçlar nedeniyle görünmez ve dolayısıyla da bilinmez hale gelmiştir. Kaidesinde Latince olarak Gotlara karşı kazanılan bir zafer sonrası dikildiği anlatılan bu sütunun kim tarafından dikildiği kesin olarak bilinmese de, bazı anlatılar onun şehrin kurucusu Constantinus (324-339) için veya Gotlar’a karşı kazandığı zafer sonrası I. Thedosius (379-395) anısına dikildiğinden bahsetmektedir. Bu nedenle adı “Gotlar Sütunu” olarak bilinen bu sütun 15.00 metre yüksekliğindedir.

 

Görüldüğü gibi şehrimiz geçmiş döneme ait pek çok anıta sahiptir. Bu şehirde yaşayanların büyük bir çoğunluğu bunlar ve benzeri zenginliklerimizden habersiz olarak yaşamaktadırlar. Özellikle İstanbul’u kültür ve turizm açısından bir marka haline getirmeye çalıştığımız bugünlerde eğer geçmişe ve günümüze ait bu ve benzeri değerlerden habersiz olursak, gerçekte neyi tanıtmak üzere çalıştığımızı anlamakta zorluk çekiyorum. Bütün bu değerlerin aynı zamanda, bir anlamda beğeniye sunulması gereken birer birikim olduğunun acaba ne zaman farkına varacağız?